Ekonomik Kriz, İşsizlik ve Pahalılık Kadınların Canını Alıyor – Saniye Evren
İsyanımız Emine Bulutlar gibi sadece çocuklarımızın gözü önünde öldürülmemize değil, isyanımız öldürülmemizedir. Kadın bedenini yüzyıllarca patriarkal denetim altında tutmak isteyen şiddete, ekonomik krizlerin yarattığı yoksulluk ve cinsiyetçi politikalara, emeğimizin çalınmasına, işsiz bırakılmamıza isyanımızı dünden daha fazla büyütmek zorundayız. Ayakta kalmak için.
Kadınları ilgilendiren durum ve olaylar hiçbir zaman erkek egemenliğine göbekten bağlı kapitalist ilişkiler ve cinsiyete dayalı politikalar ele alınmadan değerlendirilemez. Kadınların iş yaşamında, toplumsal yaşamda ve aile içerisinde ikincil ve dezavantajlı olma durumları mutlaka yukarıda saydığımız sebeplerden kaynaklanır. Feminist bakış açısını bilen, kavrayan, sorgulayan başta kadınlar her birey bunun böyle olduğunu hemen anlar. Peki, erkek egemen kapitalist düzen, neoliberalizm kendi geldiği konak açısından bir de çıkmazdaysa, dünyada kemer sıkma politikalarıyla, Türkiye’de ekonomik kriz ve zamlarla toplum mücadele ederken kadınlar bundan nasıl etkilenir?
Maksadım felaket senaryosu yazmak değil elbette. Amacımız yaşadıklarımızdan sonuçlar çıkararak birbirimize daha fazla kol kanat germek, dayanışma duygularımızı büyütmek ve sorunlarımızı aşmaya dönük ilerleme kaydetmektir. Rejim kendi içinde siyasal ve ekonomik kriz içerisinde ve ortalığı büyük bir toz bulutu kaplamış durumda. Bu yazının konusu olarak, kadınların bunlardan nasıl etkilendiğinden daha önemli meselelerimiz var diyenlerin artık susması gerektiğini de hepimizin söyler olduğunu farz ediyoruz.
Avrupa ülkelerinde kemer sıkma politikaları var. “Piyasalarda Endişe Dönemi” başlıklı yazısında M. Yılmazer sermayenin yeni bir üretim aşamasına geçemeyen kapitalizmin yeni bir bunalıma doğru sürüklendiği tespitini yapıyor. Kısa vadede bir çıkış yapabileceği düşünülmüyor. Neoliberalizm 2008’de iflas etti. Dünyada eskiye dönülemiyor.
Türkiye’de ekonomik krizin etkileri henüz ortaya daha yeni çıkıyor. İşsizlik TÜİK rakamlarına göre bile 4 milyonu geçti. Enflasyon oranları ve hayat pahalılığı da her geçen gün yaşamlarımızı daha derinden etkiler hale geldi. Alım gücü düştü. Açlık sınırında yaşıyoruz. Ekonomik krize, işsizliğe, pahalılığa ve zamlara itirazlar bireysel eylemler olarak karşımıza çıkıyor. Bu isyan önümüzdeki günlerde belki de daha kitlesel protestolar olarak karşımıza çıkabilir.
İşte bu tablo içerisinde kadınlar öncelikle daha fazla çalışma yaşamından dışlandı. Kadın emeği kapitalizm için düşük ücretli, niteliksiz emektir. Çünkü asıl ekonomi çemberini erkek döndürür. Kadın her daim onun yardımcısıdır. Asli emek erkek emeğidir. Sebebi ise artık hepimizin ezbere bildiği: kadına yıkılan yükler parayla satın alınmaya kalkılsa kapitalist çark dönmez. Bundan kaynaklı KEİG(Kadın Emeği İstihdamı Girişimi) araştırmalarına göre iş yaşamından en yüksek oranda çıkan grup genç kadınlarmış. Yüzde 71’i ev işleri, çocuk, hasta ve yaşlı bakımı nedeniyle iş yaşamından çıkıyor. Yukarıda belirttiğimiz geleneksel cinsiyet rolleri kadınların omuzlarını zaten çökertmiş durumda. İşte bu cinsiyetçi politikaların dayatılması kadını daha fazla eve hapsediyor. Yine TÜİK’in verilerine göre 11 milyon kadın ev işine mahkûm. İş hayatına katılamayan kadınların % 46’dan fazlası, 15 yaş altı çocuk ya da yaşlı bakımıyla uğraşmak zorunda. Peki, ekonomik krizin ve hayat pahalılığın olduğu bu ortamda bunları reddettiğimizi düşünelim. Kadın hemen ya vicdansız anne ya vicdansız eş veya da vicdansız evlat olur. Televizyonlarda ana haber bültenlerinde ya da gazetelerin manşetlerinde atılan başlıkları düşünmek dahi istemiyorum. Bu işleri sırf kadınlara yaptırmak için “Eline mi yapışır?” cinsinden yapılan benzetme, yakıştırma ve dayatmalar ise aynı zamanda bu işlere verilen emeğin niteliğini ve değerini yeniden gizlemek için yapılan demagojilerdir. İşte bu yüzden ve tüm bu sonuçlar kadınların hem krize karşı mücadeledeki yerlerini hem de cinsiyetçi bu politikalara karşı mücadelelerini elzem ve biricik yapıyor.
“Evin direği erkektir” ezberi, çalışan erkek ve kadının ev ekonomisinde eşitlenmesinin önüne konulmuş başka bir demagojidir. Bu anlayış bozulmasın diye aynı işi yapsalar dahi 21. yüzyılda bile erkek ve kadının çoğunlukla maaşları eşitlenmiyor.
“Erkeklik” kadının varlığını kendinin yardımcısı sayıyor. Kadını kendi varlığının bir sebebi gibi gören erkek egemen anlayış eşitsizliği pekiştiriyor. Toplumsal yeniden üretim dediğimiz, bir sonraki iş gününe hazırlanma olarak sayabileceğimiz işleri kadından bekliyor. Yapmayınca, kendini erkekle eşit görünce de şiddete yöneliyor. Boşanmak istediği için cinayetle sonuçlanan durumlarda da yine kadını kendi varlığının sebebi görme anlayışı var. Devlet de kendini erkeğin yerine koyuyor. Her seferinde onunla empati yaptığı için cezasızlık içinde kadın cinayetlerine yol açıyor. İşte erkek egemenliğinin yarattığı eşitsizlikler emeğimize el koyuyor, bizi işimizden ediyor, en sonunda öldürüyor.
Bunun için savaşlara, ekonomik krizlere, eşitsizliğe karşı dünden daha çok örgütlenmek ve daha çok ayakta kalma mücadelesi vermek zorundayız. İsyanımız Emine Bulutlar gibi sadece çocuklarımızın gözü önünde öldürülmemize değil, isyanımız öldürülmemizedir. Kadın bedenini yüzyıllarca patriarkal denetim altında tutmak isteyen şiddete, ekonomik krizlerin yarattığı yoksulluk ve cinsiyetçi politikalara, emeğimizin çalınmasına, işsiz bırakılmamıza isyanımızı dünden daha fazla büyütmek zorundayız. Ayakta kalmak için.