Bir Eksik Olursa Yarım Olur: Hayvan Özgürlüğü Mücadelesi
Hayvan özgürlükçüleri ne diyor, ne istiyor diye soracak olursanız; derdimizi tahakkümü ve sömürüyü olabildiğince ortaya koyarak anlatmak isterim.
Her daim bir şeylerin tanımını yaparız ve onları en uygun cümlelerle kendimize kabul ettirir, biraz daha anlamlı kılma çabasına girişiriz. Belki de insan türünün en büyük hobisidir bu. Ben de bu hobimi ‘mücadele’ kelimesi üzerinde denerken ortaya şu tanımı çıkardım: Sivil toplumculukta sıkça kullanılan ‘avantajlı’ grupların ‘avantajsız’ yahut ‘dezavantajlı’ gruplar üzerinde kurduğu tahakküm ve sömürü ilişkisine etkili karşı koyma. Örneğin kapitalist düzenin avantajıyla burjuva sınıfının işçi sınıfı üzerinde kurduğu tahakküm ilişkisine ya da toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde avantajlı bir grubun -mesela erkeklerin- kadınlar üzerinde kurduğu tahakküm ilişkisine ve en görünmezi olan; bu yazının da temelini oluşturan bütün bir insan türünün diğer canlılar üzerinde kurduğu tahakküm ilişkisine karşı koyma.
Her bir sömürü ve tahakküm ilişkisi bir mücadele alanı doğurur. Hayvan hakları mücadelesi de tam da bu noktada kendini 19. yüzyılda İngiltere’de RSCPCA(Royal Society for the Prevention of Cruelty to Animals) ve ABD’de ASPCA(American Society for the Prevention of Cruelty to Animals)’ın kurulmasıyla ‘refahçı’ parolalarla birlikte ortaya koymaya başlamıştır. Son kırk yıldır dünya genelinde ve özellikle son 10-15 yıldır da Türkiye’de refahçı tutuma karşı hayvan özgürlüğü hareketi, “kafesleri daha rahat ve geniş yapmak değil kaldırmak istiyoruz” diyerek etkili hale gelmiştir.
Hayvan özgürlükçüleri ne diyor, ne istiyor diye soracak olursanız; derdimizi tahakkümü ve sömürüyü olabildiğince ortaya koyarak anlatmak isterim.
Öncelikle dünya ve doğa sadece insanlar için değil. Yeryüzünü paylaştığımız bizim gibi başka canlılar da var. Yani nefes alıyor; mutluluğu, stresi, coşkuyu, üzüntüyü ve en önemlisi acıyı hissedebiliyorlar. Ancak biz insanlar bütün bunları görmezden gelerek eğlence sektörlerimiz için hayvanları metalaştırıyor; temizlik, kozmetik, giysi ihtiyaçlarımızı karşılamak üzere canlı hayatlarını kullanıma açıyor; damak zevkimiz için hayatlarına son veriyor yahut bedenlerini sömürüyoruz. Üstelik bütün bunları yaparken kedi, köpek gibi dost olunacak hayvanlar; inek, koyun, tavuk gibi yenilebilir hayvanlar olarak onları sınıflandırıyor, aralarına temelsiz bir hiyerarşi koyuyoruz. Bir ineğin bedenini sömürüye açmakta ve her yeni gün yemek alışkanlıklarımızla bu sömürünün devamcısı olmakta problem görmezken, bir köpek bedeni hakkında bu tarz bir şey düşünmek dahi istemiyoruz. Ancak yeri geldiğinde köpekleri dahi toplu katliamlara uğratmayı çok iyi biliyoruz. Yani insanın hayvanlar üzerindeki sömürü ve tahakkümü farklılaşsa da yok olmuyor.
Bütün bu sıraladıklarım hayvan özgürlüğü mücadelesi ile yeni tanışanlar açısından genellikle ‘hayvan sevgisi’, ‘duygusal tepki’ vb. ifadelerle küçümsenmeye yahut yumuşatılmaya çalışılıyor oysaki hayvan özgürlüğü mücadelesi salt duygusal bir tepki değil kendi politik hattı olan, bir tür için değil bütün canlılar için yeryüzüne özgürlük isteği olan bir alandır. “Çünkü bir türü ezen başka bir tür asla özgür olamaz!”
Ortaya konulan bir sömürü ve tahakküm ilişkisinin varlığını kavramanın bir gerekliliği vardır. O da bu sömürü ve tahakküm ilişkisini ortadan kaldırmak üzere harekete geçmek. Tam da bu noktada kendini var eden kavram da mücadeledir. Nasıl ki kapitalist sistemin yahut erkek egemen sistemin yıkılması ve yerlerine eşitlikçi, özgür, sömürü ve tahakkümün olmadığı bir sistemin gelmesi için devrimci mücadele şartsa hayvan özgürlüğü için de devrimci mücadele şarttır. Bu mücadele hattının ilk adımı da hayatlarımızdan olabildiğince hayvan sömürüsünü çıkartmak ve ardından diğer insanlara değebilmek, onları dönüştürebilmektir. Ancak bütün bunları yaparken atlanmaması gereken nokta ise türcü sistemi devam ettiren temel neden olmamakla birlikle onu perçinleyen kapitalizme karşı da mücadele. Bu demek değil ki kapitalist düzen yok olduğunda hayvanlar da özgürleşecek. Dikkat çekmek istediğim temel nokta, kapitalizmin diğer bütün sömürü içeren sistemlerle kurduğu güçlendirme ilişkisi. Yani elbette ki hayvan özgürlüğü mücadelesinde kapitalist düzenin olmayışı bir ön açıcılık sağlayacaktır. Ancak tek başına yeterli değildir.
Bütün bu denklemde yeryüzüne özgürlük için bizlere düşen paysa bütün sömürü ve tahakküm ilişkilerine karşı mücadele bayrağını yükseltmek. Bir eksik olursa yarım olur. Bütün eşitsizliklere karşı örgütlü, devrimci mücadele. Hayvan özgürlüğü mücadelesinde de örgütlü olmamız önemli çünkü devrimci değiştirici gücümüz örgütlülüğümüzden gelecek. Yeryüzü topyekün mücadele ile özgürleşecek.