Dün Meksika, bugün Arjantin, yarın… Lilith aşkına Türkiye olsun.
Kızı erkek şiddeti sonucunda ölen bir anneye ya da üç gün sonra patriyarka kaynaklı bir şiddet türüne maruz bırakılmayacağından emin olamayan herhangi bir kadına mahkemeleri yakamazsınız demek, şu an hukuk düzeni açısından mümkünken acaba bu egemenlerin sınırlarını biraz daraltmak nasıl olur?
Geçen akşam yarı uyuklar haldeyken ev arkadaşımın “Mahkemeyi ateşe vermişler.” cümlesiyle yerimden kalktım. “Nerede?” sorusunu sorana kadar Türkiye olma ihtimalinin yarattığı heyecan tarifsiz elbette. “Kim?” sorusunu sormadım bile, kadınlar olduğundan emindim zaten. (Meksika zihinlerimizde ve kalplerimizde yerini koruyor.)
Göz ucumla haberin altındaki alevleri seyrederken garip bir yüreklenme yaşıyor, diğer taraftan haberin içeriğini okurken ise yoldaşımız olan öfkeyle yarenliğimi sürdürüyordum.
Failleriyle, şiddete maruz bırakılanıyla tanıdık bir hikâye Gazete Duvar’ın satırlarında:
“Arjantin basınındaki haberlere göre, 33 yaşındaki Pablo RamónArancibia, sosyal medya üzerinden tanışıp evine davet ettiği 14 yaşındaki Romano’nun katili olmakla suçlanıyor.
Cinayet sırasında Romano’nun çığlıklarını duyarak 911’i arayan bir kişinin dikkate alınmadığının ortaya çıkması ise infial yarattı. Sosyal medyada yayılan ses kaydında, 911’i arayan bir komşunun “Kadına karşı bir şiddet olayı yaşandığını sanıyorum” diyerek ısrarla adresini verdiği duyuluyor. Ancak birkaç sokak ötede bir karakol bulunmasına rağmen polis eve gelmedi.”
X yaşındaki bir erkek, Y yaşındaki bir kadını öldürüyor ve elbette polis haberi olmasına rağmen etkili bir müdahalede bulunmuyor.
BirGün gazetesinden bir haber kesiti okumak ister misiniz?
“Eskişehir’de yaşayan Ayşe Tuba Arslan boşandığı Yalçın Özalpay isimli erkek hakkında 23 kez suç duyurusunda bulunmasına rağmen yeterli önlem alınmadığı için Özalpay tarafından katledildi.”
Kadınlar için coğrafyalar farklı ama yaşadıkları bu kadar aynıyken coğrafya kader olmaktan çıkıyor. Erkek şiddeti coğrafya fark etmeksizin kadınların yaşamını etkiliyor. Kader mi diye soracak olursanız: Başlangıcı olduğuna göre sonu da olacak olan bir sistem diyebiliriz, ki patriyarkanın köküne dökülen kibrit suları var. Dün Meksika, bugün Arjantin, yarın… (Lilith aşkına Türkiye olsun.)
Bu haber başlıkları salt dünyanın bir köşesinde gelişen olaylardan bizi haberdar etmek değil bence, o puntoların haykırdığı bir şey olsa gerek. Mevzu, belki gidilen belki de gidilmesi gereken politik hattın işaretleri. Meksika’da yine erkek şiddeti sonucunda ölen kadınların ardından başlayan sokak eylemlerinde Anayasa Mahkemesi yakılmıştı bundan birkaç ay evvel. O eylemlerde yer alan, 19 yaşında öldürülen María de Jesús Jaime Zamudio’nun annesi “Ben kızı öldürülen anneyim. Her şeyi yakıp yıkmaya hakkım var benim. Kimseden de izin istemiyorum.” demişti. Bu cümleyi yollara meydanlara yazmamız ve belki de öz savunma politikalarımızda izlek almamız gerek.
Sistem tarafından hukukun meşru müdafaa sınırlarına itilmeye çalışılırken kendi öz savunma sınırlarımızı, politikalarımızı konuşmak-tartışmak bütün bunları dinamik çizgilerle belirlemek bizi kader algılarından çıkartacak olan sona yakınlaştıracaktır.
Örneğin kızı erkek şiddeti sonucunda ölen bir anneye ya da üç gün sonra patriyarka kaynaklı bir şiddet türüne maruz bırakılmayacağından emin olamayan herhangi bir kadına mahkemeleri yakamazsınız demek, şu an hukuk düzeni açısından mümkünken acaba bu egemenlerin sınırlarını biraz daraltmak nasıl olur?
Talebimiz ve politikamız: “Erkek şiddeti sonucunda kadınlar öldürülürken mahkemelerin ve kolluğun sistematik bir şekilde failleri koruması, kadınların mahkemeleri ve karakolları yakmasının meşru dayanağı olur.” şeklinde ve daha fazlası neden olmasın?
Feminist politika yol yürüyüşünde; zorlamaları kaldıracak momentleri iyi seçerek, erkek egemen toplumsal normları yırta yırta geldi bugünlere. Doğru an değilse bu tarz zorlamalar mücadeleyi geriye de götürebilir yahut bir kitlesellik doğrultusunda yapılmadığında hareketi marjinalleştirebilir de.
Bütün bunların bilincindeyim ancak bugün olmasa da yarın, “aşırılık” ile çoğu kez suçlanan kadın hareketinin “aşırılık” yapmanın taşlarını bugünden dizmesi gerektiği kanaatindeyim. Öz savunma zamanı daraltılarak önümüze konuluyor, bir erkek bize silah doğrultmadan biraz önce ya da o anda öz savunma kullanmamız bekleniyor. Fakat biz her seferinde bunu biraz daha aşıyoruz. Sistematik olarak şiddete maruz bırakılan bir grubun öz savunma hakkı anlara sıkıştırılamaz, sistematik karşı koyuşlarımız ve “aşırılıklarımız” da bir daha yapamasınlar diye oluşturduğumuz birer öz savunmadır.
Denklem aslında çok bilinmezli falan da değil, açık: Bol politik bilinç, bol örgütlülük eşittir mutlu son mu dersiniz?
Alev emojilerimiz bol olsun kadınlar… 🙂