Humata, Huhta, Huvareşta!
Romantik zeminde ruhumu ve gerçeklik zemininde zihnimi diyalektik materyalizm ile doyurmaya çabalayan biri olarak zaten amacım ne dinlere ne de tanrılara Marksist övgüler yağdırmak.
Nereden duydum neden hoşuma gitti bilmiyorum ama mitolojiye, eski dinlere ve efsanelere merak saldım bugünlerde. Bundan üç yıl önce okusam buna da inanılmaz yahu diyeceğim bütün bu hikayeleri şimdi okuduğumda ise toplumsal çıkarımları ne olabilir diye düşünür yahut ne kadar da sınıfsal ne kadar devrimci diyerek 21. yüzyıl uyarlaması yapar oldum. En çok hoşum giden en Marksist tanrıları ve toplulukları da seçtim hatta. Mesela Zerdüştler ikicilik felsefesini benimsemişler. Onlara göre dünyada olup biten her şey hem birbirini tamamlar hem de birbiriyle sürekli çatışma halinde olurlarmış. Bu çatışmanın tarafları olan aydınlık ve karanlığın mücadelesiyle de tüm ilkeler belirlenirmiş. Bu satırları okurken aydınlık benim için tez, karanlık antitez ve yeni ilkelerin belirlenmesi sentez olmuştu kafamda. Ve tabi ki üç defa fısıldadım Zerdüştlerin kulağına diyalektik diyalektik diyalektik…
Bir efsane tanrısız olmazdı elbet, aydınlık ve hoş kokulu Hürmüz; iyilik ilkesini, karanlık ve pis kokulu Ehriman; kötülük ilkesini temsil edermiş Zerdüştler için. Zamanın ve mekanın tanrısı Zurvan, bir oğlunun olmasını istermiş ve bu amaçla bir kurban verir ama bunun işe yarayacağından kuşku duyarmış. Böylece her şeyi bilen hükümdar ve en güçlü tanrı olan Ahura Mazda ile özdeşleştirilen Hürmüz kurbandan doğarken, Ehriman da Zurvan’ın kuşkusundan ortaya çıkarmış.
Aydınlık ve hoş kokulu Hürmüz elinde kızıl bayrağıyla bir işçi lideri olmuştu çoktan duvarımdaki posterlerde. Karanlık ve pis kokulu Ehriman ise burjuvazinin leş patronu. Kurban veren ve bir oğlu olsun isteyen Zurvan’a iki küfür göndermeyi unutmamıştım tabi. Ardından kötülük ve iyilik taraflarının hayatımdan yavaş yavaş silinişi geldi aklıma. Hayatın tarafları aslında iyiyi ve kötüyü içerecek kadar soyut ve karmaşık değildi. Aslında taraflar zengin ve yoksul, ezen ve ezileni içeren son derece somut ve gerçekti. Soma da sedye kirlenmesin çizmemi çıkarayım diyen maden işçisi kadar iyi değildi bir taraf, bu cümle kadar ezilendi. Yahut siz karanfil bırakırsınız ben gül diyenler kadar kötü de değil bir taraf, sadece bu cümle kadar ezen ve sömüren. Bir yandan bütün bunları düşünürken bir yandan da okumaya devam ediyordum. Ve aslında bu inancın günümüzde hala İslam ordularının İran’ı fethetmesinden sonra Hindistan’a göç eden Parsiler tarafından sürdürüldüğünü öğrendim. Parsiler tapınaklarında bir ateş yakarlarmış ve bu ateşin Ehriman’a ve kötülüğe karşı koruma sağladığına inanılır ve kutsal ateşlerin hep yanık kalması sağlanırmış. Bu kutsal ateş bilimsel sosyalizm midir? Ne dersiniz? Aslında bu kadar olayları ve kavramları benzer hale getirmeye gerek yok. Romantik zeminde ruhumu ve gerçeklik zemininde zihnimi diyalektik materyalizm ile doyurmaya çabalayan biri olarak zaten amacım ne dinlere ne de tanrılara Marksist övgüler yağdırmak. Bütün bu uyarlamada tek amacım krizlerin bu kadar derinleştiği, sömürünün boyutunun bütün canlılar için son derece arttığı, ezme ezilme ilişkisinde yakıcılığın her yeri talan ettiği bu zamanlarda harekete geçmenin önemini vurgulamak. Sadece düşünmek yetmez! Hepimizin görkemli düşünceleri, farkındalıkları, derin acıları ve isyanları var. Peki ya değişim hayatımızın neresinde? Ben söyleyeyim huvereştasında!
Şöyle ki Parsiler kötülüğe karşı mücadeleye aktif olarak katılmayı üç değerle açıklarlar: İyi düşünceler (humata), iyi sözler (huhta) ve iyi eylemler (huvareşta)…
O zaman kapanışı bir sloganla yapalım.
HUMATA, HUHTA ve en önemlisi HUVAREŞTA!!!