Kıvılcımlı 1960’larda ne yapmak istedi?

Şu anda rahatlıkla ulaşılabilen YOL etüdüne 1970’lerin sonuna kadar tümüyle ulaşabilmek mümkün değildi. Bu yönü YOL etüdünün hiç kuşku yok ki en dramatik, en özgün ve çarpıcı yanıdır. Ayrıca bu çalışmanın Komintern’in 4. Kongre sonrasında girdiği en radikal safhasının izlerini taşıdığını da söylemek çok önemlidir.

“Bütün kargaşalıklar hep o ‘simplicismus’ dedikleri aşırı yalınkat basitliklerden çıkıyor“ (Halk Savaşının Planları, s.247).

“Maocular, tıpkı bizim Kayı Boy’u İlb’lerinin, Osman Gazilerin, Orhan Gazilerin Bizans önündeki davranışlarındaki Strateji ve Taktiği uyguladılar. Çin, her şeyden önce ezilip soyulan büyük Köylü yığınlarının kaynayan katran kazanıydı. O kazana girilecek, orada kaynayanlarla yanıp dövüşülerek, uzun, sabırlı, yılmaz ve “dönük”, “dönek” olmayan zekice savaşılacaktı.” (Halk Savaşının Planları, s.81)

Kıvılcımlı’nın üzerine en az konuşulan döneminin 1960 sonrası siyasi ve ideolojik üretimi olması nasıl yorumlanabilir? Bunda hiç kuşku yok ki en önemli etken 71 devrimciliği olarak sınıflandırabileceğimiz politik akımın Türkiye devrimci hareketi üzerinde uzun yıllar devam eden hegemonyasıdır. Kıvılcımlı’nın bu akımla ters düşmüş ve farklı bir siyasi hat önermiş olması 71 devrimciliğinden beslenen politik akımlar nezdinde kendisini önemsiz ve görmezden gelinmesi gereken bir figür hâline getirmiştir. Bu durum, 71-74 döneminde Kızıldere sonrasında THKPC içinde yaşanan polemiklerde genelde yılgınlık gösterdiği düşünülen figürlerin “Kıvılcımlı haklıydı” diyerek kendilerine politik gerekçe üretme çabalarınca da desteklenmiştir. 1978’e kadar önemli bir yükseliş yaşayan devrimci hareket 71 devrimciliğinin kozasından türediği için Doktorcu hareket uzunca bir süre ana aktörlerden birisi hâline gelemedi; kimi önemli yerel deneyimleri bu genel değerlendirmenin dışında tutmak kaydıyla. 12 Eylül darbesinin yarattığı gerileme 1980’lerin ikinci yarısından itibaren yeniden bir canlanma ile karşılandığındaysa bu kabarışın içinde yer alan doktorcu hareket kendisini ideolojik olarak yeniden yapılandırırken Kıvılcımlı’nın 71 devrimciliğiyle polemiğini değil ama dayanışmasını ve birlikteliğini ön plana çıkarmayı politik olarak tercih etti. Kimi ideolojik polemikler yürütülse de genel olarak Kıvılcımlı’nın 60’ların ikinci yarısında giderek kitleselleşen ve radikalleşen gençlik hareketine yönelik eleştirel değerlendirmeleri ön plana çıkarılmadı.

Bu sebeple güncel Doktorcu hareket genel olarak Kıvılcımlı’nın en önemli politik ve ideolojik üretimini 1960 öncesi döneme yoğunlaşarak ele alır. Özellikle YOL etüdü öne çıkan temel metinlerden birisidir. Bu etüd içerisinde de hiç kuşku yok ki Kürt sorununu neredeyse hâlâ kimi yönleriyle aşılamamış bir çerçevede ele alan İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark) öne çıkar. Ermeni soykırımıyla ilgili de bir bölüm içeren bu çalışma özellikle 1930’larda yaşanan Kürt isyanlarının yaşadığı başarısızlığın temel sebeplerini tartışır, özellikle yoksul köylülüğe dayanmayan hareketlerin başarısızlığa mahkûm olduğunun altını çizer. Kürt sorununun tarihinin de sınıfsal bir okumaya tabi tutulması gerektiğini bütün yalınlığıyla ifade eder. Şeyh Said isyanına katılan yoksul köylülerin harekete öncülük eden ruhani ağalığın mal varlığına da zarara vermeye başlamasının, hareketin yaşadığı iç yarılmadaki rolünü tartışır. Metin bu hâliyle hem Kürt sorununun gelecekteki gelişimiyle ilgili çok önemli bir perspektif ortaya koyar hem de Şefik Hüsnü TKP’sinin Kürt sorununu bir tür feodalizm meselesi olarak ele alan gerici yaklaşımıyla arasına önemli bir mesafe koyar. Sömürgeciliğin bu en banal meşrulaştırılma biçiminin Türkiyeli komünistler tarafından bu düzeyde sahiplenilmesi, izleri hâlâ silinemeyen bir yapısal defo üretmiştir.

Yine YOL etüdünde Kemalizmin, faşizmden ayrıştırılması son derede güç bir Bismarckizm olarak değerlendirilmesi de dikkat çekicidir. YOL etüdünün en geniş bölümünün köylülük üzerine olmasının da altı çizilmelidir. Leninizmin çok önemli bir öğrencisi olarak geri kalmış bir ülkede devrim sorunun esas olarak köylülüğün işçi sınıfı tarafından kazanılıp kazanılamayacağıyla ilgili bir konu olduğuna inanır. Özellikle Menemen Olayları gibi gericilik kisvesi altındaki hadiselerde dahi Kemalizme karşı bir isyan kokusu alır ve bu isyanın TKP tarafından örgütlenememiş olmasına hayıflanır. Kürt sorununu da esas olarak köylülük meselesinin özel bir biçimi olarak ele alır. Genel olarak köye nüfuz edemeyen, büyük şehirlerin belli noktalarında sıkışan bir komünist hareketin devrim momentini yaratmasının imkansızlığını döne döne vurgular.

Yine 1925 Akaretler Kongresi öncesindeki komünist faaliyetlerin tartışıldığı bölümler de dikkat çekicidir. TKP’nin gelişimini de Rusya’daki komünist partinin olgunlaşma evreleriyle paralel biçimde ele alır. Mustafa Suphilerle ilgili değerlendirmesi oldukça çarpıcıdır ve Şefik Hüsnü’nün meseleye yaklaşımıyla tutarlıdır. Mustafa Suphi’nin girişimini güçlü bir örgütlenme temeli olmadan burjuvaziye güvenerek atılmış naifçe bir adım olarak sert bir biçimde eleştirir. Sadece dış desteğe güvenerek devrim gerçekleştirmenin imkânsızlığını vurgular. Parisli komünarlara benzettiği Mustafa Suphi’yi anarşist bir taktik izlemekle eleştirir. Kıvılcımlı’nın hamaset ve kof ajitasyon değil planlama ve eylem insanı olduğu, siyasetin kaderinin hayalperestlikle değil gerçek güçler dengesiyle belirleneceği düşüncesi, son anına kadar bilincinin ağırlık noktasını oluşturur.

“KÖR İYİMSERLER: Çin devrimcileri arasında idiler. Kimi “keskin sosyalist” yahut “kolay Devrimciler” gibi, “Fazla çaba göstermeden, çabuk zafer kazanılacak” sanıyorlardı. Ezberledikleri birkaç “sınanmış” formülü sloganlaştırıp ortalığa yaydılar mı yığınların şahlanıvereceğini ve düşmanın Çin “Yecüc Mecüc”leri ortasında kendiliğinden eriyivereceğini umuyorlardı. Böyleleri için, uzun boylu düşünüp davranmaktan, yığınları kendi denemeleriyle sabırlıca eğitmekten ise, falan ülkede tutup, filan makale ve kitapta yazılmış Strateji ve Taktik lakırdılarını “doğru” öğrenip yaymak, her şeye yeterdi. Kim uğraşacaktı, Marks’ın yahut Lenin’in yazmadığı Uzak ve Yakın Çin Tarihi, Çin olayları ile! Çıkarsın efendime söyleyeyim, sahneye bir yanılmaz Papa pozu ile. Yayarsın, anladın mı, üç beş bildiri ve ajitasyon Ne Japon kalır karşında, ne Feodal, ne Komprador” (Halk Savaşı’nın Planları, s.81)  

YOL etüdü Engels’in Anti-Dühring’i gibi bir tür ansiklopedi olarak da ele alınabilir. Ancak bu eserin en büyük talihsizliği sonuçta bir iç metin olmasıdır. Yani şu anda rahatlıkla ulaşılabilen YOL etüdüne 1970’lerin sonuna kadar tümüyle ulaşabilmek mümkün değildi. Bu yönü YOL etüdünün hiç kuşku yok ki en dramatik, en özgün ve çarpıcı yanıdır. Ayrıca bu çalışmanın Komintern’in 4. Kongre sonrasında girdiği en radikal safhasının izlerini taşıdığını da söylemek çok önemlidir. Sonuçta Kıvılcımlı hiçbir zaman Moskova’daki KTUV üniversitesine gitmemiş olsa da esas olarak küresel komünist ağın bir parçasıydı ve TKP’nin politik çizgisi de büyük oranda Komintern tarafından belirleniyordu. Komintern’in 4. Kongresiyle başlayıp 1935’deki 7. Kongresine kadar devam eden “sınıfa karşı sınıf” taktik saldırı dönemi Alman faşizminin iktidara gelmesini engelleyemeyen, sosyal demokrasiyi “sosyal faşizm” olarak faşizmden bile tehlikeli olarak kodlayan bir ideolojik gözü karalığın hakimiyetini simgeler. 1929 krizinin dünya devrimini kaçınılmaz olarak yaklaştırdığı bakış açısıyla birçok tutum güncellenir. TKP’nin Kemalizme yönelik eleştirelliğinin de göreli olarak arttığı istisnai dönemlerden biridir. TKP kendisiyle neredeyse aynı yıllarda kurulan Çin Komünist Partisi’nden çok farklı olarak kentlerden kırlara geçişi hiçbir zaman başaramadığı gibi egemen sınıf partisiyle kurduğu ilişkide de Komintern’in kendisine çizmiş olduğu çerçevenin dışına çıkamaz. Kıvılcımlı da 1930’ların ikinci yarısıyla beraber kısmen Komintern’in Türkiye’yle kurmak istediği yumuşak ilişki biçimi ve kısmen de 1938 Donanma Davası sonucunda ortaya çıkan tablo gereğince TKP’nin fiilen dışında kalır.

(Devam Edecek)