Erdoğan sonrası güç mücadelesi: Abluka, rant  ve toplumsal direnç

Erdoğan sonrası döneme hazırlık, muhalefeti tasfiye ve rant savaşlarını yönetme planı kadar; iktidarın kurguladığı gerçeklikle halkın yaşadığı somut gerçeklik arasındaki sert çelişkiye çarpma riskiyle de şekilleniyor.

Mevcut siyasi hamleler, artık sadece günlük politikanın değil, uzun vadeli bir “miras” planının parçası. Mutlak iktidar, azalan ekonomik kaynaklar ve derinleşen kriz ortamında kritik bir geçiş dönemine hazırlanıyor.

Bu hazırlığın temelinde, Erdoğan sonrasında sorun çıkarabilecek tüm siyasi ve ekonomik aktörleri etkisizleştirerek, gücün belirli bir kanatta toplanmasını sağlamak yatıyor.

Bu strateji; 19 Mart’ta Merkez Bankası rezervlerinden yapılan 50 milyar dolarlık satış gibi finansal hamleler ve Anayasa ile yasaların sistematik biçimde esnetilmesi/engellenmesi gibi çarpıcı adımlarla somutlaşıyor. Tüm bunlar, iktidarın bu uğurda ne denli radikal kararlar alabileceğini gösteriyor.

Muhalefeti tasfiye planı: Siyasi abluka

İktidar, sandık öncesinde değişim umudunu temsil eden en güçlü muhalif figürleri (İmamoğlu, Yavaş, Özel) hedef alan kapsamlı bir siyasi ve hukuki abluka uyguluyor. Amaç, bu isimlerin adaylık yolunu tıkamak veya kampanyalarını felç ederek, halkın iradesini önceden şekillendirmek. Bu, demokratik rekabeti değil, muhalefeti “saf dışı bırakmayı” hedefleyen bir stratejidir.

CHP’yi içeriden çökertme: “Rendeleme” operasyonu ve “kent uzlaşısı”nı bozma çabası

Bu dış abluka, CHP’yi içeriden zayıflatma planlarıyla destekleniyor. Eski lider Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden partiye yöneltilen hukuki ve siyasi baskılar, partiyi sürekli bir iç kargaşa ve yıpranma sürecine (“rendelenme”) sokmayı amaçlıyor. Hedef, CHP’nin enerjisini ve odağını seçim stratejisinden iç çekişmelere kaydırmak ve hatta partiyi bölmektir. Bu, muhalefetin en kritik başarı formülü olan “kent uzlaşısı”nı (DEM Parti ile ittifak) bozmayı da hedefliyor.

Ekonomik pastanın daralması: İktidar içi rant savaşları ve güç mücadelesi

Kaynakların azalması, iktidar bloğu içindeki mücadeleyi şiddetlendiriyor. Turgay Ciner’e, Can Holding’e ait şirketlere kayyum atanması gibi hamleler, bu rant savaşının somut yansımaları. Kimsenin dokunulmaz olmadığı bu süreç, ekonomik pastadan pay alma kurallarının yeniden yazıldığını gösteriyor. Medya kaynakları üzerindeki hâkimiyet mücadelesi (Habertürk kayyum girişimi, Fahrettin Altun’un görevden alınması) de bu savaşın bir parçası.

Gerilimli denge: AKP-MHP sembiyozunda çatışma potansiyeli ve güç dengeleme

Bu şiddetlenen iç güç mücadelesi, iktidar koalisyonunun temelini oluşturan AKP-MHP ittifakına da yansımakta ve bu zorunlu ortaklığın doğasını daha da karmaşık hâle getirmektedir. İttifak, “sembiyotik” bir ortaklık olarak tanımlanabilir; iki taraf da siyasi geleceği için diğerine mecburdur. AKP’nin çoğunluk için MHP’nin oylarına, MHP’nin ise iktidar nüfuzuna ve devlet aygıtındaki konumunu korumaya ihtiyacı vardır. Bu “stratejik çaresizlik”, ilişkinin temel dinamiğidir.

Ancak bu zorunlu birliktelik, rantın daraldığı ve iktidarın geleceğinin tartışıldığı şu dönemde, derin çatışma potansiyellerini de barındırır. MHP, Kürt sorununda izlenen politikaları ve ekonomik krizin siyasi faturasını ödemekten rahatsızdır. Daha da kritik olan, AKP’nin yargı atamaları ve mafya davaları üzerinden MHP üzerinde gizli bir baskı ve kontrol imkânına sahip olduğu iddialarıdır. Bu durum, iktidar içindeki “Aileci” ve “Devletçi” kanatlar arasındaki mücadelenin, ittifak ortakları arasında da bir güç dengeleme aracına dönüşebileceğini göstermektedir.

Sonuç olarak, bu ittifak “çıkar evliliği” niteliğindedir. MHP, “devlet partisi” kimliği gereği radikal bir kopuştan kaçınsa da, istemediği politikaların uygulanmasına engel olabilmekte; ilişki, iktidarın bekası uğruna karşılıklı tavizlerle yönetilen gerilimli bir denge üzerine kuruludur. Bu gerilim, iktidar bloğunun Erdoğan sonrasına yönelik hamlelerinde belirleyici bir rol oynamaya adaydır.

AKP içindeki iki eğilim: Aileci-merkeziyetçi vs. sistemci-rekabetçi kanat mücadelesi

AKP içindeki olası güç mücadelesi, iki temel eğilim etrafında şekilleniyor:

Aileci-Merkeziyetçi Eğilim: Gücün doğrudan Erdoğan ailesine devrini savunur. Muhalefeti tasfiye için kayyum, tutuklama,  gibi en sert yöntemleri tercih eder.

Sistemci-Rekabetçi Eğilim: MHP’nin de etkisiyle, muhalefeti tamamen yok etmek yerine kontrollü bir rekabet ortamını ve siyasi dengeyi savunur. Sistemin tamamen tek bir merkeze bağlanmasına karşı çıkar.

Bu gerilim, somut olaylarda kendini gösteriyor. İstanbul Belediyesi’ne kayyum atanmadığı için kızgınlık duymuştur. Kayyum atanmaması, iktidarın keyfi devredilmemesi gerektiğini düşünenlerce sağlanmıştır, Hakan Fidan’ın F-16 açıklamalarıyla savunma sanayi mitini zedeleyerek aileci kanadı zor durumda düşürmesi ise içerideki bu savaşın bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Toplumsal gerçeklik duvarı: İktidarın kurgusu ile halkın talepleri arasındaki dört dinamik

İktidarın tasfiye ve konsolidasyon planları, ne kadar kapsamlı ve detaylı olursa olsun, toplumsal gerçekliğin katı duvarına çarpma riski taşıyor. Bu, sadece bir temenni değil, detaylıca analiz edilmesi gereken önemli bir gerilim alanıdır. İktidarın kurguladığı gerçeklik ile halkın yaşadığı somut gerçeklik arasındaki bu çatışma, dört temel dinamikle şekilleniyor:

Ekonomik Baskıların Siyasi Kontrolü Aşındırması: İktidarın, Merkez Bankası rezervleri de dahil olmak üzere tüm mali enstrümanları seferber etmesi, kısa vadeli bir siyasi nefes alanı sağlayabilir. Ancak, kronik enflasyon ve derinleşen yoksullaşma gibi yapısal sorunlar, hiçbir siyasi manipülasyonla kalıcı olarak maskelenemez. Rantın daralması, sadece iktidar bloğu içindeki çatışmaları değil, aynı zamanda geniş halk kitlelerinin günlük hayatındaki memnuniyetsizliği de körükler. Bu durum, iktidarın “ekmek” vaadini boşa çıkaran ve muhalefetin somut alternatifler sunabileceği bir zemin yaratan en güçlü toplumsal dinamiktir.

Alternatif Kamusallık Alanlarının Direnci: Muhalefetin elindeki büyükşehir belediyeleri (İstanbul, Ankara gibi), iktidarın merkezi kontrolünden sıyrılarak “alternatif yönetişim modeli” sergileyebiliyor. Bu belediyeler, sadece hizmet üretmekle kalmıyor, aynı zamanda iktidarın tekelinde tutmaya çalıştığı siyasi meşruiyetin de alternatif odakları hâline geliyor. Benzer şekilde, tamamen kontrol edilemeyen sosyal medya ve dijital iletişim ağları, iktidarın resmi anlatısını delip geçen alternatif bilgi akışının sürekli canlı kalmasını sağlıyor. İktidarın bu alanları tasfiye etmek (kayyum, sosyal medya yasaları) için attığı her adım, kendi meşruiyet maliyetini daha da artırıyor.

Kırılganlık Anları ve Öngörülemeyen Toplumsal Patlamalar: Tarihsel olarak Gezi, 7 Haziran 2015 seçimleri ve Hrant Dink’in cenazesi gibi anlar, iktidarın tüm kontrol mekanizmalarının işlemediği, toplumsal hoşnutsuzluğun organize bir liderlik olmaksızın kitlesel bir siyasi güce dönüşebildiği “kırılma noktalarıdır”. 19 Mart’taki gençlik eylemleri de bu bağlamda okunabilir. Bu anlar, iktidarın planlarını altüst eden “stratejik sürprizler” olarak işlev görür. İktidarın muhalefeti “rendeleme” ve tasfiye stratejisi, tam da bu tür öngörülemeyen kolektif direnç dalgalarının tetiklenme riskini her zaman taşır.

Kolektif Liderliğin Gücü: Bu dağınık dinamiklerin siyasi bir sonuca ulaşması, nihayetinde, halkın somut taleplerine (adalet, yoksullukla mücadele) kenetlenmiş, farklı kesimleri kapsayan yeni bir kolektif liderlik modelinin inşasına bağlıdır. Bu kolektif irade, ekonomik hoşnutsuzluğu eyleme, alternatif kamusallığı siyasi alternatife ve kırılganlık anlarını kalıcı bir baskıya dönüştürerek, toplumsal gücü siyasi iradeyle buluşturan en güçlü kesişim noktasıdır.

Nihai siyasi denge, iktidarın bu toplumsal gerçeklikleri ne ölçüde kontrol altına alabildiği veya bastırabildiği ile bu gerçekliklerin iktidarın kurgusunu ne ölçüde delip parçalayabildiği arasındaki mücadelenin sonucunda şekillenecektir. İktidarın tüm tasarrufları, bu mücadelede konum kazanmaya yönelikken, muhalefetin ve toplumsal dinamiklerin gücü de bu baskı mekanizmalarını aşma ve yeni siyasi alanlar açma kapasitelerinde yatmaktadır.