Kırk Katır Mı Kırk Satır Mı? – Kezban Konukçu
Geleceğini belirleme hakkı elinden alınan tüm toplumsal kesimler için geçerli bir deyim: Kırk katır mı kırk satır mı?
“Hiçbiri” diyebilmek için güç lazım, bilinçte berraklık lazım, özgüven lazım…
Türkiyeli emekçilerin durumu da maalesef bu anlamda pek parlak değil.
Ekonomik krizin etkileri ve olası sonuçları konuşulurken emekçilerin örgütlülük seviyesi konuşulmadan öngörüde bulunmak hayalcilik olur. Ekonomik krizin otomatik olarak bir isyan dalgası yaratacağını düşünmek en azından siyasi körlük ve hayalperestliktir.
İsyan edebilmek için inanmak gerekir, umut gerekir.
Emekçiler neye inanacaklar? Koltuk ve yüksek maaş için “görev yapan” sendikacılara mı, toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde %0 zam öneren belediyelerin bağlı olduğu ana muhalefet partisine mi, uzak bir gelecekte inşa edilebilecek sosyalizme mi?
2019 Ocak verilerine göre Türkiye’de kayıtlı işçilerin %13,86’sı sendikalı. Sendikalıların yarısı Türk-İş’e, üçte biri Hak-İş’e, %10’u bile bulmayan kadarı DİSK’e üye. DİSK’in ne kadar sınıf sendikacılığı yaptığı da ortadayken örgütlülüğün niceliksel olarak geride olması bir de sendikaların niteliğiyle birleştiğinde ortaya kötümser bir tablo çıkıyor.
Var olan sendikalar en iyi niyetli yaklaşımla sınıf mücadelesinin, hele şu günlerde sınıf içinde biriken öfkenin önünde baraj görevi görüyorlar. Barajın arkasında biriken su kendine mutlaka akacak kanallar bulacaktır. Bu kanalların neler olacağı, sınıfın kendini hangi yeni örgütlenme modelleriyle ortaya koyacağı önümüzdeki günlerin önemli mücadele konularından olacaktır. Hele kayıtsız, esnek çalışma ve taşeron sistemi ekonomik krizle birleşince yıllardır yaptığımız enformel çalışmaya enformel örgütlenmeler tartışması mücadelede daha somut kanallar bulabilir.
Önümüzdeki seçimler de düşünüldüğünde emekçilerin seçim sürecinde kendini ortaya koyma şekli siyasetle kurduğu bağı anlama anlamında önem kazanıyor.
Yoksul emekçilerin büyük oranda AKP’ye oy verdiği gerçeği üzerinden umutsuzluk ve sınıf mücadelesine güvensizlik üretmek elitlerin işi… Bizim işimiz emekçileri AKP’nin hegemonyasından çıkarmak. Sorunu üreten iktidarın sorunları “dış mihrakların” çıkardığı yalanıyla çözümü kendisinin sunduğu algısı yaratması hala işine yarıyor. Nasıl oluyor da emekçiler buna inanıyor, denilip duruyor. İnsanlar başka bir şeye inanma gücü olduğunda var olan hegemonyayı kırabilir. İnanma gücü de alternatifin ete kemiğe bürünmesi ve umut olmasıyla mümkün.
Seçim sürecinde bazı emekçiler şunu da net bir şekilde görüyor ve yaşıyor. Kendi partim dediği CHP’nin elindeki belediyelerde işçilere %0 zam dayatmaktan, maaşları geç ödemeye kadar varan boyutta işçi düşmanlığı yapılıyor. Bahsi geçen belediyeler işveren gibi tutum alıp “biz” algısı ve “kol kırılır yen içinde kalır” mantığıyla işçinin taleplerini hiçe saymaya kalktı. Ancak pek çok yerde bu tutum işçiler tarafından deşifre edildi ve eylemler yapıldı.
Siyasi çürümenin boyutları ilerleyen günlerde emekçilerin kendini ortaya koyma yollarını tartışması açısından önemlidir. Taleplerini ortaya koyarken ve geleceğini kurgularken var olan partilerle ve yönetim sistemiyle hesaplaşması kaçınılmazdır.
Alternatifin ete kemiğe bürünmesi ve umut olması dedik. Alternatifin ne olduğunu bulmak ancak emekçilerle bağlarımızı artırmak ve güçlendirmekle mümkün. Bizim açımızdan alternatif uç verdiğinde bunu düşünsel anlamda yakalamak sorunu pek yok desek ukalalık yapmış olmayız. Ancak uç veren düşüncenin hayat bulması için emekçiler içinde geniş ilişki ağı gerekiyor. Bazen de tersinden geniş ilişki ağı sayesinde yeni örgütlenme yolları kitleyle birlikte keşfedilir.
En zor soruların cevabı çoğu zaman çok basittir: Örgütlenmek ve umut üretmek…