Devlet budur zaten!

99 depremlerinde “devlet nerede?” isyanından çok asayiş korkusu hakimdi. Devlete alenen yönelmeyip hükümete yönelen öfke belki de ordunun ilk andan itibaren sahada olmasındandı. Devletin itibarını ordu kurtarmıştı denilebilir. Son yaşadığımız depremde öfkenin büyük oranda devlete yönelmesi Saray rejiminin devlet mekanizmalarını büyük oranda kontrolüne almasındandır.

Göz göre göre ölüme, soğuğa, açlığa terk edilen milyonlarca insan gerçeği çok şeyi değiştirecek.

Gölcük depremi ardından yaşanan iktidar değişikliğinden çokça bahsedildi. Gölcük ardından yaşanan Düzce depremlerinde de depreme dayanıksız bina gerçeği, dağıtılmayan stoklarda çürüyen yardımlar, enkazlardan çıkarılamayan cenazeler, kontrol edilemeyen organ mafyası, ilerleyen günlerde yaşanan asayiş sorunu o günkü iktidarın sonunu getirmişti. 15 Şubat 1999’da yani depremden 6 ay kadar önce Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi ve bunun büyük bir “başarı” olarak lanse edilmesi de iktidarı koruyamamış; depremlerle açığa çıkan gerçekler örtbas edilememişti. Uzunca bir süredir tabanda da örgütlenen “tarikatlar” deprem sonrası sahada bolca görülmüş, büyükşehir belediyelerini de kapsayan ellerindeki büyük imkanları sahaya sürmüş ve depremi “fırsata çevirerek” kendilerini AKP’yle iktidara taşımışlardı. Siyasal İslam’la 28 Şubat 1997 postmodern darbesiyle hesaplaşmaya çalışan devlet geleneği en azından “ılımlı İslamcı” görünen AKP’ye razı olmak zorunda kalmıştı. Ancak aralarındaki gerilim farklı boyutlarda sürekli devam etmişti.

99 depremlerinde “devlet nerede?” isyanından çok “Kızılay çürümüş”, “müteahhitler soyguncu” tespitleri, “organ mafyası” üzerinden asayiş korkusu hakimdi. Devlete alenen yönelmeyip hükümete yönelen öfke belki de ordunun ilk andan itibaren sahada olmasındandı. Devletin itibarını ordu kurtarmıştı denilebilir.

Son yaşadığımız depremde öfke büyük oranda devlete yönelmiş durumda. Bunun böyle olması Saray rejiminin devlet mekanizmalarını büyük oranda kontrolüne almasındandır. Ordu imkanlarının, her seviyedeki arama-kurtarma ekibinin, yardım organizasyonlarının merkeziyetçi ve kontrolcü bir yaklaşımla tek bir kişiye bağlı olması yıkımın sonuçlarını ağırlaştırmaktadır.

Devletin biz sosyalistler için tanımı nettir. Egemen sınıfın elinde egemenlik ilişkilerini sürdürmek için bulunan bir mekanizma. Ancak halklar açısından durum böyle değil. Farklı toplumlarda devlete yaklaşım o toplumun sınıflar savaşı tarihine göre değişmektedir. Devletin kendini konumlandırması da farklılıklar arz etmektedir. Faşist devlet gerçeği ile sosyalist devlet gerçeği en uç örnekler olarak ele alınabilir. Ki sosyalist devletin reel sosyalizmde aldığı hal çok ciddi olarak ele alınması gereken bir problemdir. Devleti sönümlendirmek üzere ele geçiren sosyalistler bunu bir türlü başaramamış hatta bürokratik, işçi sınıfından kopmuş kastik yapılar türemiştir. Bu problem; gücün ve inisiyatifin tabana doğru yayılmaması, üretici güçlerin dönemsel seviyesi gibi pek çok başlıkta ele alınması gereken önemli bir konu olarak önümüzde hala durmaktadır.

Neoliberal politikalarla kamu adına neredeyse ne varsa özelleştiği, ancak emekçiler için ağır vergi yükünün devam ettiği, kamu olanaklarının Saray rejiminin çevresine sunulduğu gerçeği ve bu gerçeklerin ağır faturası son depremlerde halkın üzerine yıkılmıştır.

“Devlet nerede?” sorusuyla açığa çıkan tartışma uzun süre gündemimizde olacak gibi görünüyor. Restorasyoncu güçler devleti kurtarma adına “devlet adamı(!)” olma gereğini tarif edip duruyorlar. Genel geçer ve eski tarifler var olan durumda geçerliliğini yitirmiştir. Sosyal devlet nedir? Sınıflar savaşının işçi sınıfı lehine olduğu durumda devrimin olamadığı çoğu batı ülkesindeki bir konağı tarif eder. Oraya geri mi döneceğiz? Dönem aynı dönem değil, sınıfın yapısı ve örgütlülük gücü aynı değil. Sosyal devlet son kertede burjuvazinin egemenliğinde işçi sınıfının örgütlülüğünün belli bir seviyesinde vardı. O köprünün altından çok sular aktı. Bizim derdimiz devleti iyileştirmek olmadığına göre devleti ele geçirmek meselesi de devlet-toplum ilişkisi de gelinen aşamada yerli yerine oturtulabilmelidir.

Deprem sonrası hızla açığa çıkan dayanışma pratiği toplumun neoliberal cehennem düzenine karşı alttan alta verdiği güçlü bir tepkidir. En umulmadık anda Gezi’de de karşımıza çıkan bu dinamik Saray rejiminin ve neoliberal kapitalizmin yaydığı örgütsüzlük ve umutsuzluk ortamında çok ciddi bir umut ışığı olmuştur. Toplumda önemli bir kesim hızla elindeki olanakları seferber etmiş; herhangi bir örgütlülükle teması yoksa dahi akraba, arkadaş ve benzeri gruplar üzerinden harekete geçerek elinden geleni yapmıştır, yapmaya da devam etmektedir. Toplumdaki bu dinamiğin tamamıyla temasımız olmasa da bulunduğumuz her yerde çalışmaların organize edilmesinde etkin sorumluluklar alınmaktadır. Gerek HDP gerekse de sosyalist örgütler tüm olanaklarını seferber ederek halkın yaralarının sarılması için canla başla çalışmaktadır. Dayanışma çalışmalarının, olası İstanbul depremine karşı hazırlıkların yerel inisiyatiflerin oluşturulması için değerlendirilmesi elzemdir. Devletin iyileştirilmesi değil yerel inisiyatiflerin güçlendirilmesi ile devletin işlevsizleştirilmesi perspektifiyle hareket edilmesi gerekiyor. Çok ileri-uç bir tartışma değil tam da bugünün tartışması olarak devlet gerçeği ciddi bir şekilde ele alınmalıdır. 21. yüzyıl sosyalizmi pratikleri bu tartışmaların olumlu ve olumsuz örnekleriyle yüklüdür. Daha çok araştırmalı daha çok tartışmalıyız.

Not: İnşaat Mühendisliği’ni bitirmek üzereyken hayatı sorgulayan, depreme dayanıklı yapılar yapılmasını engelleyecek kapitalist sistemin mühendisi olmamak için diplomasını “yakan” ve devrimci olmaya karar veren birine bu süreç daha çok sorumluluk yüklüyor. 99 depremini Avcılar’da yaşayan, Gölcük’te dayanışma çalışmaları yürüten, o günden bugüne deprem gerçeğine karşı örgütlenmenin yakıcılığını hisseden birine bu süreç daha ağır geliyor. Bugünden sonra tüm politik çalışmalarımızın yanına ek olarak değil en ön sıralarına depremin açığa çıkardığı yaraların sarılması, halkın örgütlenmesi, yerel inisiyatiflerin en başta can güvenliği talebiyle geliştirilmesi, olası İstanbul depremine hazırlığın örgütlenmesi konulmalıdır.