Faşizmin sarkacı nerede duracak?
Erdoğan tam ABD seferine çıkarken Bahçeli’nin Türkiye’yi Rusya ve Çin ittifakına yönlendiren açıklaması da bekleme hâlinin arkasındaki arafta kalma durumunun bir ifadesi olarak okunabilir mi? Rejimin araf anı sınıf mücadelesinde yaratılacak mevzilerin ölçüsü üzerinde etkiler üretebileceği bir konjonktürü örüyor.

Geçtiğimiz yazıda, rejimin bir karar anına yaklaştığı izlenimi veren bir bekleme odasında bulunduğumuz değerlendirmesini yapmıştık. Bu bekleme hâlinin gerekçeleri üzerine düşünmemizi sağlayacak yeni veriler birikiyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “yerli ve millî jet” Kaan’ın ABD menşeli F110 motorlarının temini konusunda ABD ile sorun yaşandığı açıklaması birçok açıdan şoke edici bir gelişme olarak değerlendirilebilir. “Fevkaladenin fevkinde” bir gezi olarak lanse edilen Birleşmiş Milletler (New York) ve Washington gezilerinin tam bir fiyaskoya dönüşmüş olduğu böylece en üst düzeyden ilan edilmiş oldu. Kamuoyunda F35’ler konusunda bir gelişme sağlanacağı beklentisi yaratılmışken bırakalım bunları, Kaan’ın motorlarının dahi ortada olmadığının faş edilmesi Saray’ın ideolojik aygıtlarının yaratmak istediği büyüyü daha oluşamadan evrenin derinliklerine postalamış oldu. 15 Temmuz’u bile gölgede bırakan “yerli millî silah sanayi” edebiyatının da aslında bilim kurgudan ibaret olduğunun anlaşılması da cabası. Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda “yeri göğü inleten” bir Gazze konuşması yaptığı rivayeti de Trump’ın, bir gazetecinin “Gazze konusunda Erdoğan ile aynı fikirde misiniz?” sorusuna herkesin önünde verdiği “Erdoğan’ın Gazze konusunda ne düşündüğünü bilmiyorum” demeciyle tuzla buz olmuştu. Daha yola çıkılmadan, AKP’nin fraksiyonlarından birisinin eliyle Özgür Özel’e sızdırılan Boeing rüşveti haberi de zaten daha en baştan keyifleri kaçırmıştı. Rubio’nun fırçası karşısında sığınılan “çeviri hatası olmuş” gerekçesi bile diğer büyük turpların yanında araya kaynayıvermişti. Erdoğan bu kadar uzun süre bekledikten sonra “keşke biraz daha bekleseydim” dedirtecek bir tabloyla karşılaştı. Başa bir de Rusya’dan gaz alımını azaltma ödevi çıkmış oldu.
AKP fraksiyonlarının TV ekranlarında saç saça, baş başa birbirine girdiği görüntüler de kaynayan kazanların fokurdamaları olarak değerlendirilebilir. Bir süre önce yandaş yazarların kafsinli, küfürleşmeli mesajlarıyla Saraycı camianın etik-politik seviyesi karşısında heyecan nöbetleri geçirmiştik. Bu tür kavgalar, reytingleri yerlerde sürüklenen yandaş kanallara seyirci çekebilmek açısından verimli bir yöntem olabilir.
Saray’ın sermayeyle ilişkisi açısından da şirazenin kaçırıldığı izlenimi veren görüntüler ortaya saçılmaya devam ediyor. Mehmet Ağar’ın elinden tutup holding patronu yaptığı Turgay Ciner’in Park Holdingine savcı kararıyla ifade dahi alınmadan kayyım atanması da kontrolden çıkma görüntüsü veren, “hayırdır inşallah” dedirten gelişmelerden bir diğeri. Zenginlerin yurtdışında gayrimenkul alımları boş yere yabancıların Türkiye’deki alımlarını geçmiyor.
Erdoğan tam ABD seferine çıkarken Bahçeli’nin Türkiye’yi Rusya ve Çin ittifakına yönlendiren açıklaması da bekleme hâlinin arkasındaki arafta kalma durumunun bir ifadesi olarak okunabilir mi?
İslamcılar Sarı Reis’e bayılıyorlar, genel olarak faşizmle ilişkilendirilebilecek her figüre hayranlık duydukları gibi. Ancak Trump’ın Gazze Planı gerçek bir ölüm dayatıp sıtmaya razı etme oyunu üzerine kurulu. Filistin halkının tüm direniş kapasitesini ilga etmeyi amaçlayan bu öneri bir barış değil bir yok oluş dayatması. Fiziksel beka karşılığında -onun da ne kadar gerçek bir güvence olacağı meçhul, söz verenler Netanyahu ve Trump sonuçta- politik bir yok oluş dayatılıyor. İslamcılar, elleri patlayıncaya kadar alkışladıkları Trump’ın planının Hamas’ın ipini tümüyle çektiğinin farkında değiller mi? Ortada bu düzeyde mi bir idrak yolları iltihaplanması var yoksa yıkılan Filistin’in yeniden inşasından düşecek birkaç inşaat ihalesine tav mı olunmuş durumda?
Ekonomideyse tarihin en düşük ihracat endeksine ulaşılmış olması kesinlikle not edilmeli. “Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) İhracat Pazar Monitörü Ağustos 2025 Raporu’nu yayımladı. TİM, Ocak 2024’ten bu yana İhracat Monitörü Raporu’nu yayımlıyor. Buna göre, İhracat Talep Endeksi aylık bazda yüzde 1,7 azalarak 98,5’e geriledi. Bu, raporun yayımlanmaya başlamasından bu yana görülen en düşük seviye oldu. Ayrıca yıllık bazda yüzde 1,5’lik düşüşle de en sert gerileme kaydedildi.” Mehmet Şimşek programı TL’yi değerli tutarak Türk sanayisinde yapısal bir dönüşüme imza atıyor. Emek-yoğun ihracatçı sektörlerde dibe vurulmuş vaziyette. Elinde nakit bulunduran patronlar yüksek faiz getirisiyle ayakta kalmaya çalışırken, İslamcıların göz ağrısı orta ve küçük burjuvazi bu sektörde çöküşle karşı karşıya. Eylül enflasyonu %2.5 ve üzerinde gelirse, faiz indirimleri yavaşlarsa – ki Merkez Bankası Başkanı New York’ta küresel sermayeye gerekirse faizleri yeniden artıracakları vaadinde bulundu- buradaki çöküş daha da hızlanacaktır. Şimşek’in programı enflasyonu düşürmüyor ancak çok geniş kesimler açısından gerçek bir trajedi yaratmaya devam ediyor.
JP Morgan’ın %20 asgari ücret artışı tahmini, 2026 yılının da emekçiler açısından bir büyük yıkıma dönüşebileceğinin işaret fişeğini çakmış oldu. Sosyalistler açısından bir strateji tartışması yürütmenin hakiki bir anlamı olup olmayacağının en büyük sınavı bu tabloya ne tür bir müdahalenin öngörüldüğüyle ilişkili olarak verilecek. Sosyalistler ortak bir kampanyayla bu her tarafından lime lime dökülen faşizm bozuntusu iktidar karşısında bağımsız bir irade ortaya koyabilecek mi? DEM Parti’nin barış ve CHP’nin İmamoğlu gündemleri dışında bir sınıf perspektifine görünürlük kazandırabilecek mi? Kendi varlığının güvencesi olacak bir mücadele hattını inşa edebilecek mi? Sınıf mücadelesine işyeri bazlı direnişlerin ötesine yükselebilecek bir ufuk sunabilecek mi? Bu konuda önümüzdeki dört ayın nasıl geçirileceği sosyalist hareketimiz açısından krizimizin ontolojik bir mahiyet kazanıp kazanmayacağını ortaya koyacak. Bu sahada bir enerji ortaya konamazsa hiç kuşku yok ki her bir aktörün kendi varlığını devam ettirme eksenli çabaları sosyalist hareketin iki büyük manyetik alanın belirleyiciliği dışında bir alan oluşturabilmesi için yeterli olamayacak.
Yukarıda belirtilenler barış gündemine sırt dönmeyi gerektirmiyor, CHP’nin mücadele ettiği sürece yanında olmayı ötelemiyor. Ancak Woolf’un kadınlar için “kendine ait bir oda” talep ettiği gibi sosyalistler kendilerine güneşin altında bir yer açma, faşizme karşı sınıfın sinesinde birçok mevzi yaratma zorunluluğuyla karşı karşıya olduklarını ve bunun giderek bir varoluşsal ihtiyaç haline geldiğini görmek zorundalar.
Rejimin araf anı sınıf mücadelesinde yaratılacak mevzilerin ölçüsü üzerinde etkiler üretebileceği bir konjonktürü örüyor.