Savaşın birinci yılı biterken

“Kolektif Batı” için savaşın ilk hedefi Rusya’nın yıpratılmasıdır; ancak Rusya için varoluş savaşıdır. Bu açıdan bakıldığında savaşın Kıta Avrupa’sına önemli etkisinin olacağı anlaşılabilir. ABD ve Norveç’in ortak çalışmasıyla Kuzey Akım boru hatları imha edildi. Bu sabotajla ABD sadece Rusya’yı tehdit etmekle kalmıyor; aynı zamanda Almanya’ya haddini bildiriyor.

Türkiye hem önemli hem de çok sancılı bir seçim sürecine giriyor. Seçim propagandalarının en ateşli seviyeye çıkacağı günlerde büyük olasılıkla Ukrayna Rusya savaşının da yeniden kızışacağı bir döneme girilecektir. Nisan Mayıs aylarında böyle bir yükseliş bekleniyor. Bu yükselişin savaşın kaderini belirleme olasılığı güçlüdür. Ancak bu yükselişten savaşın sonuna bir varışın yaşanması zayıf olasılıktır.

Münih Güvenlik Konferansı ve Putin’in ulusa sesleniş konuşması bir bakıma yaşanan bir yılın muhasebesi gibi oldu. Münih Güvenlik Konferansında kayda değer bir gelişme yaşanmadı. En önemli denebilecek olay Çin Komünist Partisi dış ilişkiler sorumlusu Wang Yi’nin konuşmasıdır. Konuşmanın içeriğinde çarpıcı bir yan yoktur; ancak bu konuşmanın yapılmasıyla Çin’in savaşın gidişine “seyirci kalmayacağını” vurgulaması önemlidir ve içinde belli gelişmeleri saklıyor. Aynı konferansta ABD’nin, sürekli Çin’in Rusya’ya silah yardımı yapacağını açıklaması hem bir tehdittir, aynı zamanda da bir korkuyu açığa vuruyor.

Wang Yi Konferansın ardından Moskova’ya gitti. Reuters’in bildirdiğine göre Wang: ”Çin-Rus ilişkileri karakter olarak olgun. Kaya gibi sağlam ilişkiler değişen uluslararası düzende her türlü zorluğu atlatacak” demiştir.

Putin’in konuşmasında “nükleer anlaşmadan çıkış” açıklaması önemlidir. “Kolektif Batı”ya yine çok sert eleştiriler yönelterek, Rusya’nın “sahada yenilmesi mümkün değildir” diyerek adeta baharda savaşın yükseleceğinin işaretini vermiştir.

Bu arada savaşla ilgili önemli gelişme Kiev’e tank tedarikiyle ilgili yaşanmıştır. Almanya Leopard tanklarının verilmesine ikna edilmiştir. Ancak Amerika ve Fransa’nın tank vaatlerinin bir oyalama taktiği olduğu ortaya çıkmıştır. Amerika ancak bir yıla tank yollayabilecektir; Fransa tarih bile verememiştir. Yük Almanya’nın üstüne kalmıştır.

İkinci Dünya savaşında en fazla yıkılan iki ülke Japonya ve Almanya’dır. ABD desteğiyle otuz yılda iki ülke de büyük gelişmeler göstermiştir. Ne zaman bu gelişmeler ABD’nin rekabet radarına takıldıysa, o günlerden beri Washington bu “dost” rakiplerine haddini bildirmek için hazırlıklarına başlamıştır. Çin tehdidi korkusuyla Japonya’nın “bağımsız ulus” olma yolu kesilmiştir; Körfez savaşından beri de Almanya’ya hesap sormak için Washington elinden geleni yapmaktadır. Ukrayna savaşı bu yolda Berlin’in ipinin çekildiği bir moment olmaktadır.

“Kolektif Batı” için savaşın ilk hedefi Rusya’nın yıpratılmasıdır; ancak Rusya için varoluş savaşıdır. Bu açıdan bakıldığında savaşın Kıta Avrupa’sına önemli etkisinin olacağı anlaşılabilir. ABD ve Norveç’in ortak çalışmasıyla Kuzey Akım boru hatları imha edildi. Bu sabotajla ABD sadece Rusya’yı tehdit etmekle kalmıyor; aynı zamanda Almanya’ya haddini bildiriyor.

Bugünlerde bir diğer gelişme Avrupa’da Ukrayna savaşına tepkilerin artması ve silah sevkiyatının durdurulması talebinin yükselmesidir. Berlin ve Zürich’de gösteriler oldu.

“Avrupa’da, emperyalist basının bütün yalanlarına rağmen, Ukro-Nazi rejiminin meşruluğu zayıflıyor. ..Bütün bilgiler Orta ve hatta Batı Ukrayna’da sosyal huzursuzluğun başladığını gösteriyor…Avrupalılar bir Nazi’yi desteklediklerinin farkına varıyorlar.” (İnaki Gil de San Vicente; Bask’lı uluslarası politika analisti, Latin American Summery, 24 Şubat)

İnaki Gil’in aktardıklarına Avrupa basının günlük gürültüsü içinde rastlamak neredeyse imkânsızdır. Ancak Berlin ve Zürich’deki son gösteriler artık bu örtünün kalkmakta olduğunu gösteriyor.

Savaşın seyriyle ilgili silah sevkiyatlarının, Rusya’ya uygulanan yaptırımların önemli olduğu açıktır. Ancak zaman aktıkça Avrupa, Rusya ve Ukrayna halklarının tepkilerinin belirleyici olacağı bir noktaya doğru gidildiği unutulmamalıdır.