Alev Almış Bir Kızın Portresi – Kübra Derin

Erkekliğin gölgesinde oluşmuş bir toplum düzeninde kendilerine mekandan, zamandan bağımsız yer açan kadınların hikayesini anlatıyor film.

Yüzyıllar boyu göz ardı edilen ve yapıtları unutulan kadın ressamlardan esinlenen yönetmen Céline Sciamma bugün bile kabul görmekte zorlanılan bir aşkı, sessiz ve derinden yaşayan iki kadının hikayesini etkileyici bir biçimde anlatıyor. Film 18. yüzyıl sonlarında ressam Marianne’nin verdiği ders sırasında Alev Almış Bir Kızın Portresi’nin tavan arasından indirilmesi ve geçmişi anımsamasıyla başlıyor. Gizlice portresini çizeceği kişi için yola çıktığı andan itibaren başlayan filmde neredeyse hiç erkek yok. Var olan erkekler ise birer araçtan öteye geçmiyor. Marianne’yi taşıyan sandalcılar, Heloise’in Milano’ya gitmesini sağlayan bir koca ve portre bittiğinde portreyi götürmek için gelen bir adam… Erkekliğin gölgesinde oluşmuş bir toplum düzeninde kendilerine mekandan, zamandan bağımsız yer açan kadınların hikayesini anlatıyor film.

Film, evleneceği zengin adama gönderilmek üzere portresi çizilecek olan Heloise karakteri ile aynı tonda ilerliyor. Marianne ile Heloise’in ilk karşılaşmalarında dahi Heloise’in arkası dönük; uzunca bir süre yüzü görünmüyor. Uçurum dibine kadar koşup “Hep bunu hayal etmiştim.” diyerek kendisi için atmış olduğu bu adımda görülebiliyor ancak yüzü. Soğuk, mesafeli, uzak bir kadın Heloise; evlenmek istemeyerek kaderinden kaçmayı uman kapalı bir kutu. Heloise, Marianne’nin gizlice onun portresini çizmek için çıktığı o yürüyüşlerde aralarında gelişen bağ gibi yavaş yavaş açıyor kendini. Filmin ilk yarısı uzaklık kavramı, belirlenmiş ilişkiler ve kısa konuşmalarla devam ediyor. Heloise’in annesinin varlığı ise tüm bu toplumsal normları yeniden var ediyor. Kızından çok kendisi için evliliği istemesi, Milano hayalleri kurması, Marianne’nin sadece portreyi bitirmek için çalışması ve kendisinin bile henüz fark etmediği bir bağın onu Heloise’e bağlaması, Sophie’nin ev işleriyle uğraşması…

Marianne portreyi bitirip de Heloise’e portresini çizdiğini açıkladığı sahneden sonra bir kırılma yaşıyor iki genç kadın da… Portre tam olarak Heloise değil, onu andırıyor sadece. Portreyi kendi elleriyle parçalayıp yeni bir portreye başlayan Marianne, Heloise’in onun için bir nesne değil de aynı zamanda özü olduğunu anlıyor sanki. Film boyunca devam eden belirlenmiş roller ters düz oluyor. Her bir karakter için… Annenin -belki de filmde toplumsal normun tek temsili olan kadının- uzaklaşması evdeki üç kadına yaşam alanı açıyor. Sophie’nin hamile kalmış olması ve bebeğini düşürmek için girişilen çaba tarihin bambaşka bir gerçeğini yüzümüze çarpıyor. Bebeğini düşürmek için acı çektiği o sahne, onun o sessiz çığlığı kadınların tarihsel belleğindeki kürtajı çarpıcı bir şekilde hatırlatıyor yeniden bizlere.1

Marianne’nin ve köylü kadınların en başından itibaren Sophie’ye yardımcı olması ve Heloise’in sınıfsal kimliğini bırakarak Sophie’nin elinden tutup yanında durması, gözlerini kaçırmadan, Sophie’yi yok saymadan bakabilmesi ve bu farklı üç kadının sessizce birbirinden güç almasına tanık oluyoruz.

Günler geçtikçe aşklarını özgürce yaşayan iki kadının gözünden, kendini bulmanın yarattığı özgürlük hazzını yaşıyoruz. Bu iki kadın aşklarını ve toplumun biçtiği rolleri çıkararak ortaya koydukları çıplaklıklarının tadını çıkarıyor. Bir yandan da portresini çizdiren Heloise’in film boyunca gelişen, genişleyen özünü görüyoruz.

Film Vivaldi’nin Dört Mevsim’iyle bütünleşmiş. İlkbahar’la başlayan aşk iki kadının birbirleriyle olan tutkuları sayesinde güçlenip çoğalması, çiçeklerin açıp renklenmesiyle özdeşleşiyor. Müzik gibi Orpheus miti de bu iki kadının aşkını anlatan diğer bir imge halinde işleniyor. Orpheus’un lirinden çıkan ezgilerle kendinden geçerek mutlulukla dans eden Eurydice’nin yılanın ısırmasıyla ölmesi ve Orpheus’un onu kurtarma şansını kendi elleriyle kaybetmesi bu iki aşık genç kadının sonunu fısıldıyor bize. Marianne, Heloise’in ağzından dinlediği hikayede hata değil sonsuz bir şiir görüyor. Ve müziğin İlkbahar bitip de Kış’a dönmesiyle gerçeklerle yüzleşen ve en başından itibaren o gerçeği yıkıp geçme hayalini kurmayan iki kadının sonsuz bir kışla ayrılışına şahit oluyoruz.

Portreyi bitiriyor Marianne, Heloise’in annesi geliyor ve artık kızını evlendirmek için tüm her şeyi hazır buluyor. Ve Marianne’nin gidişi sırasında Heloise, son kez tıpkı Orpheus gibi ona bakmasını isteyerek aşklarının bir şiire, görkemli bir ‘hata’nın mitine dönüşmesini sağlıyor. Marianne sanatından vazgeçmeyerek yaratıcılığıyla ancak babasının adıyla bir sevgi açabiliyor. Heloise ise yaşadığı kısacık özgürlüğü, evlenerek bir erkeğin ellerine teslim ediyor. Ve sonsuza kadar içinde kabul görmeyen bir aşkla toplumun biçtiği bu yaşama teslim oluyor. Yıllar sonra yeniden bir başka ressama çizdirdiği portresinde Marianne’nin izlerini de bu portrede taşıyarak onu hala unutmadığını göstermiş oluyor Heloise.

Céline Sciamma, filminin Cannes’daki basın toplantısında “Belki de tüm filmi Héloise’in final sahnesini çekmek için yazdığımı söylemek mümkün.” diyordu. Film finalde Heloise’in Vivaldi’nin Dört Mevsim’indeki Kış bölümüne hıçkırıklarını katarak bu makus talihin tekrarının acısını bizlere yaşatarak bitiyor.

1 “Kadınlar erkek egemen toplumda kamu alanından uzaklaştırılmış belirli mekanlara kapatılarak o mekanlarda erkek egemen söyleminin yarattığı yaşam biçimlerini sürdürmeye mahkum edilmiş yine başka alanlara itilmiş gruplarla dayanışma içinde buldu.“, Jale Parla, “Kadın Eleştirisi Neyi Gerçekleştirdi“, Kadınlar Dile Düşünce, İletişim Yayınları, 2017

Yazarın Diğer Yazıları