Sappho ve Değerli Olmayan Yalnızlıklar

Toplumun ‘norm’larına uymayanların makus talihidir alaya alınmak, yine makus talihidir tüm unutturulma çabalarına rağmen var oluşlarıyla direnenlerin adlarını tarihe kazımak… 

“Ay battı, söndü yedi yıldızı ülkelerin; geceyarısı, geçip gidiyor saatler;

ve ben yatağımda yalnızım.”

Sappho 

Yıldız Tar, geçen haftalarda Musa Arter Ödül Töreni’ndeki konuşması için sahneye çıktığında şöyle söyledi:

“O günden bugüne LGBTİ+ haberciliği yapmak kendimizi bir yalnızlığın ortasında bulmak, onur yürüyüşünde ‘çekiyorsunuz ama yayınlamıyorsunuz’ diyen Hande Kader’in bir yıl sonra yakılarak öldürüldüğünde ‘ben yazmazsam kimse yazmaz’ diye ilerlemek zorunda kalmak. İstanbul’da eşcinsel bir Suriyeli Wisam Sankari kafası kesilerek öldürüldüğünde yine aynı sorumluluk duygusuyla ilerlemek zorundaydı ve pek de değerli bir yalnızlık değildi açıkçası bizimkisi…Umarım bu değerle birlikte, ilerde hep birlikte yalnız olmadığımız zamanları da inşa ederiz.”

Hep birlikte yalnız olmadığımız zamanları inşa etmenin en gerekli olduğu dönemden geçiyoruz. Bu ‘değerli olmayan yalnızlıkların’ böylesi dönemlerde nasıl büyüyüp büyüyüp çaresizce elimizi kolumuzu bağladığı; haksızlığa çıkarılan bir sese; hep birlikte kurulan bir düşe ihtiyacımızın ne denli çok olduğunu anlıyoruz. Yıldız Tar’ın sözünü ettiği yalnızlık bugünlere özgü değil. Tarihini insanlığın başlangıcından bugüne taşıdığımız bir yalnızlık…

Ben M.Ö. 630’lu yıllarda yaşayan Sappho ile başlayacağım bu yalnızlığa.

Antik dünyanın ilk lirik ve ilk kadın şairi Sappho. Kadınların güzelliğine âşık ve bu aşkını lirleriyle günümüze taşıyan eşcinsel ve eşcinselliği komedyalarda alay konusu olan Lesboslu şair Sappho… Yunan erkeklerinin Sappho ve etrafındaki diğer Lesboslu kadınlarını dönemin meşhur ismi Anakreon şöyle anlatır:

“Sırma saçlı Eros bir kez daha erguvani topunu bana fırlatıyor ve ayağına rengarenk sandaletler geçirmiş bir kızla oynamam için beni dışarıya çağırıyor. Fakat kız benim ağarmış saçlarımla alay ediyor; üstüne üstlük, Lesboslu olduğundan, başka bir kıza göz süzüyor.”

Lukianos’un M.S. 2. yüzyılda yazdığı ‘Fahişelerin Konuşmaları’nda, ‘erkeklerle olmayı reddeden Lesboslu kadınlar’ ifadesi geçer. Lesboslu kadınların eşcinselliğine bir gönderme sayılabilir bu ifade. Bugün eşcinsel kadın anlamında kullandığımız ’lezbiyen’ sözcüğü de etimolojik olarak incelendiğinde Eski Yunancada ‘lesbos’ sözcüğünden türemiştir. Aşklarıyla, cinsel yönelimleriyle meşhur Lesbos’un en bilindik şairidir, Sappho. Antik Yunan dünyasını anlamamızı sağlamış; o dünyanın cinsellik, kadınlık ve erkekliğin toplumdaki yerlerini şiirlerine, şarkılarına taşımış. Antik Yunan’ın tüm kesimini ifade etmese de soyluların yaşamını ve bu soylulukta ender de olsa kadınların yer edinebildiğini gösterir şiirleri. Yazdıkları başka şairlere ilham vermiş, yüzyıllar boyunca söylenmiş. Hem yazdıklarıyla hem var oluşuyla yüzyıllar boyunca birçok anlatıya konu edinmiş. Atina’da MÖ. 5 ve 6. yüzyıllarda vazo resimlerinde yer alan tasvirler, Sappho’nun solo performans sergilediğine vurgu yapan örnekler de vardır. Her ne kadar başarılı, tanınan bir şair de olsa ataerkilliğin yüzyıllardır hüküm sürdüğü dünyada Sappho da kabul görmemiş. Birçok Latin şair üslubunu benimsemiş olsa da Sappho’yu yer yer hakarete varan ifadelerle alaya almışlar. Eski Komedya örneklerinden başlayarak Sappho’yu ‘hetaira’ gibi tanımlamalarla sapkın bir karakter olarak tasvir etmişler. Eski Yunan’da ‘hetaire’ eğitim almış, sanatla ilgilenen ‘fahişe’ anlamında kullanılıyor. Bu tanımlamalarla kalmamışlar; Aristophanes, Lysistrata, Thesmophoriazousai ve Ekklesiazousai adlı oyunlarında kadınların ayaklanmasını eleştirmek için cinsel yönelimlerini tema olarak kullanmışlar. 

Toplumun ‘norm’larına uymayanların makus talihidir alaya alınmak, yine makus talihidir tüm unutturulma çabalarına rağmen var oluşlarıyla direnenlerin adlarını tarihe kazımak… 

Yaşadığı dönemde koro çalışmalarıyla eğitimler vermiş, şiirleri dilden dile söylenegelmiş. Sappho’nun koro performanslar için de şarkılar yazmış olduğunu düşünürsek MÖ. 6. yüzyılın başında kadınların da toplu etkinliklere katıldıkları, hatta erkekler gibi performanslar sergilediklerinin göstergelerinden sayılabilir.

Tarihçi Reşad Ekrem Koçu, Sappho’nun şiirleri için şu ifadeleri kullanır:

“Âşıklarla karşılaştı, izdivaç teklifleri karşısında kaldı; fakat hiç kimseye yüz vermedi ve bütün teklifleri reddetti. Erkekleri hodbin (kendini gören, bencil) ve mütehakkim (hâkim olan, hükmeden, zorbalık eden) buluyordu, onlardan nefret ediyordu. Ve yaşı ilerledikçe kızların güzelliğinin cazibesi kendisi için yegâne şiir mevzuu oldu.”     

Kendi olabilmek için verdiği uğraşlara rağmen baskılara daha fazla dayanamayan Sappho, Lesbos’tan ayrılmış Sicilya’ya yerleşmişir. Burada yaşamına devam eden Sappho; bir rivayete göre genç bir erkek, başka rivayete göre de Lesbos’ta koroda âşık olduğu genç bir kadın dolasıyla aşk acısı çeker. Yaşadığı aşk, baskılar onu iyice yıpratır ve bir gün Sicilya’da uçurumdan atlayarak intihar eder. Elimizde hem kendisiyle  hem de şiirleriyle ilgili yeteri kadar kaynak bulunmuyor maalesef. 

Sappho’nun şiirlerinin birçoğu günümüze kadar ulaşmasa da Afrodit’e yazdığı aşk şiiri en bilinenidir: 

“Siz, göğsü mis kokan Peri’nin güzel hediyeleri!

Coşun kızlar ve söylesin tatlı sesli lir,

Ama benim bir zamanlar körpe olan yaşlı bedenim artık kocadı.

Saçlarım kara yerine beyaza döndü;

Yüreğim ağırlaştı.

Bir zamanlar yavru geyikler gibi hızla dans eden dizlerim…

Artık beni taşımaz.

Hâlime inleyip dururum.

Ama ne gelir elden?

Yaşlanmamak…

Ve insan olmak, imkânı yok.”

Afrodit’e yazdığı şiirler dışında Adonis’in adının da geçtiği şiirler var. 

“Güzelim Adonis ölüyor, Kythereli, ne yapsak? Dövün göğsünüzü kızlar, yırtın giysilerinizi.”

Bu dizelerden anladığımız kadarıyla o yıllarda haziranda yaz gündönümlerini ifade eden Adonia Bayramları Lesbos’ta kutlanılıyor. Yüzyıllar boyunca duygu dolu şiirleriye âşıklara ilham veren Sappho, sadece Antik Yunan’ın değil bugünün de önemli şairlerinden sayılır. Yaşamını sonlandırmaya götüren ‘değerli olmayan o yalnızlığın’ içinde kaybolsa da bugün; en azından İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin ziyaretçilerini o mağrur bakışıyla karşılıyor. 

“Sadece

Hava da olsa,

ölümsüzdür

dilimdeki sözcükler”

“Yakındığım yok

Bir düş değildi

Esin perilerinin

bana bağışladıkları zenginlik:

ben ölsem de,

adım hiç unutulmayacak”