Kıvılcımlı’yla 60’lardan günümüze bakmak
Kıvılcımlı’nın 1960’lar siyasetinin teoriyi politik ihtiyaçlarla fazlaca eğip bükmek gibi bir riskli boyutu olsa da esas olarak son derece tutarlı ve bütünlüklü bir içeriğe sahip olduğunu, bu pratiğe yön veren ana ilkelerin de günümüz açısından fazlasıyla yol gösterici olduğunu düşünüyorum.
Her an değişen momentlerin izlenimi ve onun içinde kafa kaybetmeme kavgasıdır, savaşıdır” (Durum Yargılaması).
“Sizin kuşağınıza karşı büyük sorumluluk duyuyorum ve bu sorumluluğu en realistçe, en dürüstçe, en açıkça yerine getirmeye çalışıyorum. Bütün yaptığım bu”
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı günümüzde devrimci bir ruhla benimseyenler onu YOL çalışmasındaki netlikte görmeyi öncelikle tercih ediyorlar. Kemalizmi çok net ve keskin bir biçimde eleştiren, Kürt Sorunu’nu neredeyse hala aşılamamış bir netlik ve berraklıkla ortaya koyan hem de bunları Elazığ Cezaevi’ndeki 4.5 yıllık tutsaklığını çekerken yapabilen TKP MK üyesi Kıvılcımlı, ulusalcılıkla arasına derin çizgiler çeken takipçileri tarafından her fırsatta anlatılmak isteniyor.
Yine benzer biçimde Tarih Tezi de sosyalizme özgün bir katkı olarak Kıvılcımlı’yı her açıdan öne çıkaran muazzam ve her Doktorcu için gurur duyulası bir hazine. Son dönemlerde akademide de Tarih Tezi’ne yönelik ilgide bir artış gözleniyor. “Fakat okuyoruz Avrupa’da proletarya burjuvazi… Bizde? Bir kargaşalık var. İzah edilemeyen şey. Nedir bu? Neden, nereden geliyor?” (5 Mart 1971 tartışması, Sosyalist Gazetesi Bürosu, Ankara) Çevre ülkelerde kapitalizmin, pre-kapitalist ilişkilerle eklemlenerek özgün bir biçimde gelişimi ve bu gelişimin ortaya çıkardığı sınıfsal yapıların ve özgün üstyapı biçimlerinin incelenmesi hiç kuşku yok ki heyecan verici bir girişim. Tarih Tezi’nin kimi kesimler tarafından hala görülmek istenmemesi -örneğin Ateş Uslu’nun Özgür Üniversite’de verdiği aşağıdan tarih seminerlerinde Şeyh Bedrettin isyanından ve “Türkmen anarşizminden” bahsederken Sungur Savran’dan bahsedip Kıvılcımlı’ya referans vermemesi en iyi ihtimalle cehaletle açıklanmayacaksa nasıl anlaşılabilir bilemiyoruz- hala bir vaka olsa da tezdeki yaklaşımın pırıltısı giderek daha da göz kamaştırıcı bir hal alıyor. Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi’nden yola çıkarak Türkiye’deki egemen sınıfların iktidar bloğunu ısrarla ultra modern Finans-Kapital ve antika Tefeci-Bezirgân ittifakı olarak tarif etmesinin anlamının ne olduğu 2000’li yıllarda çok daha iyi anlaşılmış olmalı. Kıvılcımlı’ya göre kapitalizm Osmanlı’ya yöneldiğinde çöküş halinde olan iki toplumsal yapı -tekelci finans kapital (“emperyalizm geberen kapitalizm”) ve tefeci bezirgan sermaye- birbiriyle temasa geçiyor ve birbirlerine tutunarak kökleşmeyi başarıyorlardı. Tek Parti iktidarından Demokrat Partili yıllara geçiş finans kapitalin, kırları tefeci bezirgân sermayenin aracılığı olmaksızın yönetemeyeceğini kabul etmesinin ürünüydü. Bu iki tufeyli (asalak) yapının birbirine tutunması bir SOSYAL REZONANS idi.
Tarih Tezi’nin Kıvılcımlı’nın “cuntacı” görüşlerine tarihsel temel sağlamak için yazılmış olduğunu iddia edebilmek için Tez’in muazzam uzanım alanını göremeyecek kadar dar bir kafa yapısına sahip olmak gerekirdi, Murat Belge’nin bu özgün katkısı daha sonrasında birçok tekerlemeci tarafından da kullanıldı.
Kıvılcımlı’nın 27 Mayıs’ı daha sonra finans kapital adına CHP tarafından çalınan bir politik devrim olarak gören, “vurucu güç” olarak nitelediği cuntacıların Milli Birlik Komitesi’ne “işçi sınıfı adına müdahale etmek” için Vatan Partisi programını göndermesinden başlayarak geliştirdiği 60’lardaki politik çizginin bugün açısından bir anlamı yok mudur? Bugünün gerçekliği ve bilinç seviyesi açısından bakıldığında şiddetli bir biçimde eleştirilebilecek birçok yönü olan bu pratiğin bugünkü tartışmalarımız açısından yol açıcı boyutları bulunmamakta mıdır? Kıvılcımlı’nın 1960’lar siyasetinin teoriyi politik ihtiyaçlarla fazlaca eğip bükmek gibi bir riskli boyutu olsa da esas olarak son derece tutarlı ve bütünlüklü bir içeriğe sahip olduğunu, bu pratiğe yön veren ana ilkelerin de günümüz açısından fazlasıyla yol gösterici olduğunu düşünüyorum.
“Politika cebr-i aladır (yüksek matematik)tir. Her an değişen momentlerin izlenimi ve onun içinde kafa kaybetmeme kavgasıdır, savaşıdır” (Durum Yargılaması). Kıvılcımlı’yı ayrıksı ve her dönemde güncel kılan onun toplumsal gerçeğe, işçi sınıfının lehine olacağını düşündüğü yönde politik taktiklerle müdahale etme arzusudur. “Mesele kıyasıya somut taktik iken onlar kıyasıya soyut strateji kesiyorlar” (Devrim zorlaması ve devrimci zortlama) . Bu yönde bir olanak olduğunu düşündüğü hiçbir momenti kaçırmamak için büyük bir konsantrasyon içindedir. Kendi politik birikiminin kıyas kabul etmez üstünlüğünden, işkencelerde ve zindanlarda gösterdiği 22.5 yıllık sınanmışlığın verdiği özgüvenden, politik ortamdaki mahalle baskılarının ağırlığını taşımayışından dolayı bağımsız bir davranış hattı geliştirmekten hiçbir zaman geri durmaz. Her zaman somut durumun somut gerçeğinden, somut güç dengelerinden yola çıkarak davranır ve düşünür. “Olayları bırakıp da kitapla düşünürsek çukur daima budur”, “olaylar bar bar bağırmaktadır”. “Marksizmin alfabetik doğrularını bilmenin somut olarak 1970 Türkiye’sinde ordunun tam değerlendirmesini yapmak için yeterli olduğu kabul edilemez”. Kıvılcımlı genel doğrularla konjonktürün güç dengeleri arasındaki ikiliğin farkındadır. 1960’ları Marx’ın Brumaire’de 1848-1851 arasındaki güç ilişkilerinin özgünlüğünü ele aldığı, zaman zaman kendi sistematiğini dahi zorlayan analizler yapmak zorunda kaldığı somut gerçeklikler kertesinde ele alır ve sadece anlamaya değil gerçek güç ilişkileri üzerinden müdahaleler geliştirmeye çalışır. Metin Kayaoğlu’nun Kıvılcımlı’nın en büyük günahı olarak gördüğü “yeterince güç biriktirmeksizin ülke ölçeğinde siyasete müdahale etmeye çalışması” bir zaaf değildir. Tam tersine paçaya çamur sıçratmamak adına kendi köşesine çekilerek “teorik müdahalelerle” bir ömrü tüketmek Kıvılcımlı açısından bir ölüm anlamına gelirdi, zaten hata yapmaktan korkan bir önder değildi, “mükemmel”e inanmazdı, mükemmeli ancak ölü nesnelere atfederdi.
Kıvılcımlı 1971 devrimciliğinin bütün doğum sancılarına eşlik etti, onunla beraber neredeyse bütün gelişim kertelerinde yol yürüdü. TİP reformizmine karşı muhalefet eden Milli Demokratik Devrim hareketinin bütün yayın organlarında yazdı. Kıvılcımlı’nın TİP’e üye olmak için yaptığı başvuruyu Deniz Gezmiş Üsküdar ilçe başkanlığına iletti ancak TİP üyeliği onaylanmadı. Mahir Çayan ve THKP-C’nin Mihri Belli’den kopuşmasında Kıvılcımlı’nın Devrim Zorlaması eleştirisinin önemli bir rol oynadığı bilinir ve Kesintisizler de ana yönelişlerdeki farklılıklara rağmen detaylarda Kıvılcımlı’nın izleri bol bol görülür. Aydın Çubukçu, Garbis Altınoğlu anmasında “Kıvılcımlı Kemalist olmuştu” diye eleştiriyordu ancak Kıvılcımlı’nın “Genç Türkler” diyerek atıfta bulunduğu THKO kurucularına dönük eleştirilerini biraz mekanik biçimde de olsa bugün tekrar etmediğini kim iddia edebilir: “En unuttukları nokta: Yığınlarımıza ve en başta işçi sınıfımıza dayanma ama sözde değil tabii örgütle gerçekten dayanma gerçeği üzerine gereği kadar ağırlık vermiş olmamaları…”.
Kııvlcımlı’nın 60’ların birikimini Proletarya Partisi’nin Reorganizasyonu için kullanmak istediği iyi bilinir. Sınıflar mücadelesi çatallandıkça ve esas olarak reorganizasyon için birlikte hareket etmesi gereken güçler dağılma eğilimine girdikçe “Devrimci davranışların Türkiye’de hangi yönde gelişmesi gerekir?” tartışmasını en geniş kesimlerle birlikte yürüttü. Kıvılcımlı “Halk Savaşı birikim çağında mıdır? Yoksa atlama çağında mıdır?” sorusunu ortaya atıyor ve hareketin yüzünü tüm gücüyle sınıf örgütlenmesine vermesi gerektiğini düşünüyordu. Ancak gençlik hareketlerinde sınıfa yönelmek yerine fokocu yöntemlerle kırlara çıkma eğilimini gözlemledikçe polemiklerini sertleştirdi. Halk Devrimi perspektifinden kopmaksızın yersiz devrimci durum tespitlerinin harekete zarar vereceğini, “milli ölçüde buhranların ortaya çıkmadığı” egemen sınıfların paniklemesi ve dağılması durumunun yaşanmadığı, iktidar blokunun “je ne peux pas” (yapamıyorum, yönetemiyorum) demediği koşullarda devrim beklentisiyle girişilen hareketlerin hedeflere hizmet etmeyeceğini, devrimci durumun devrimcinin niyetine bağlı olmadığını vurguladı. Kıvılcımlı “köylülüğün modern bir sosyal sınıf olmadığını ve onun örgütlenip Türkiye ölçüsünde bir devrimci davranış yapmasına olanak” bulunmadığını dolayısıyla kırları önceleyen bir devrimci çıkışın başarıya ulaşmayacağını düşünüyordu.
Bugünden bakıldığında 71 Devrimciliğiyle Kıvılcımlı arasındaki polemikte kim haklı çıkmıştır?
71 devrimciliği Türkiye değil ama Kürdistan kırlarında muazzam bir başarıya ulaştı. Kürt yoksul köylülerine dayanan KÖH, Maocu Halk Savaşı ana taktiğiyle kendisini, kendisiyle birlikte de Kürt ulusunu inşa etmeyi başardı. Ancak kentlerin kırlardan kuşatılmasını ve işçi sınıfının sadece ideolojik öncülüğünü savunan fokoculuk, yarattığı bütün devrimci değerlere, saygınlığına ve ödenen bedellere rağmen 15-16 Haziran’ı başaran Türkiye işçi sınıfının önce TKP reformizmine, 1980 sonrasında da adım adım İslamcılığa terk edilmesine imkan vererek Türkiye devrimci hareketinin uzun erimli krizinin taşlarını döşedi. 71 devrimciliği, Kürdistan Devrimi’ne ilham vermek gibi bir tarihsel rolle hep hayırla yad edilecek ancak Türkiye’de işçi sınıfı hareketinin kısır kalmasındaki rolüyle de eleştirilecek. Bugün Türkiye Devrimi’nin en büyük zaafı hala işçi sınıfıyla güçlü organik bağlar kuramamış, sınıf içerisinde köklü bir komünist gelenek yaratamamış olmak ise bu durum devrimci hareketi domine eden akımın eksiklerinden bağımsız ele alınamaz.
Bugün burjuva devriminin alameti olarak Cumhuriyet rejimi, iki temel aksı olan Kürt ve Komünist düşmanlığı ile varabileceği tek nokta olan Türk-İslamcı faşizm batağına saplanmış durumda. Hiç kuşku yok ki önümüzdeki aylar farklı gelecek perspektiflerinden hareket eden toplumsal güçlerin karşı karşıya gelişine sahne olacak. Türkçü-İslamcılığın toplumu kendisiyle birlikte tükenişe sürüklediği bir momentte post post-Kemalizm teranelerinden medet umulmayacaksa, yaşanacak bir ülkeyi işçi sınıfının, ezilen halkların ve kadınların birlikte kurmak zorunda olduğu bir momentteyiz. Bu kuruluşun mümkün olabilmesiyse esas olarak Kürt halkıyla dost bir işçi sınıfı hareketinin inşası ve sınıfın çeşitli fraksiyonları üzerindeki İslamcı hegemonyanın mutlak biçimde yerle bir edilmesine bağlı. Dolayısıyla 1971’de yaşanan, Kıvılcımlı ve devrimci gençlik stratejileri arasındaki çatallanmanın yeni bir sentezle aşılması gereken bir momentteyiz. Bugün sınıf hareketinin inşası görevinin aciliyeti ve bunun Kürt halkıyla dost bir koordinat sistemi üzerinde başarılması görevlerine burun kıvırmak 71’de kaçırılan fırsatın bir benzerinin bugün de kaçırılmasına kapı açacaktır. Yeni bir senteze ulaşma girişimlerimizin ve devrimci demokratik seçeneğin somutlaşması çabalarımızın bu açıdan karşılık bulamamasının telafisi uzun süre mümkün olamayacak sonuçlar yaratacağının bir kez daha altını çizmek gerekiyor. 2000’li yıllarda mücadelenin yarattığı dinamikler, ortaklaşmalar ve yakınlaşmalar böylesi bir güncel sentezi gerçekleştirebilecek, toplumsal buhranın yarattığı etkilerle köklü dönüşümlere açık hale gelen sınıfın düzenin her türlü örgütlenmesinden sökülüp koparılacağı bir momenti yaratacak güçleri biriktirmiş durumda. Yapılması gereken burjuvazinin itibarsızlaşmış hegemonya projeleri karşısına güvence ve eşit vatandaşlık ana aksları üzerinde güncellenmiş 21. Yüzyıl sosyalizmi programıyla birlikte ve güçlü bir taktik hattı yaratmak, halkı seçimlere giden süreci izleyen bir pasif konumdan çıkarmaktır.
“Beşyüz ‘Oligark’ın ne imam talkını, ne topu tüfeği seksen milyon insanı köleleştirmeye yetemez. Ancak tek başına bu kanı: Faşizmi durdurmaya ve demokrasiyi kurtarmaya, sosyalizmi kurmaya yeter mi? Hiçbir zaman yetemez.” Yapılması gerekenler hala aynı: “Proletarya Partisi içinde çelik çekirdekleşmek, en yaygın yığın örgütlenmelerini büyütmek, halkın içine anlayışla inmek, somutça pratikçe işsizlik ve pahalılıkla savaş manivelasına dayanmak” (Yeter Be! , 2 Şubat 1971)