ABD ve Dünya Liderliği Sorunu – Mehmet Yılmazer

II. Dünya Savaşı sonrasında çok güçlenen Atlantik’in iki yakasının birbirine aşkı artık “maskaralığa” dönüşmüştür.

Suriye’den çekilme işaretleri veren ABD, Çin’le başlattığı gümrük savaşlarına kısa bir ara vermiş görünüyor. Ancak bu dünyanın rahatladığı anlamına gelmiyor; bu kez Trump Venezuela’ya yüklenerek yeni sıcak günlerin çok yakınlaştığına dair güçlü işaretler veriyor. Latin dünyasında yeni bir “operataion condor” mu başlıyor tartışmaları yapılmaktadır. “Operation condor” 1960-70’ler dünyasında başta Latin Amerika olmak üzere üçüncü dünya ülkelerinde yükselen devrimci mücadelelere karşı ABD’nin başlattığı CIA güdümlü askeri darbeler zinciridir.      

ABD, sarsılmakta olan dünya liderliğini hangi adımlarla sağlamlaştırmayı hedefliyor? 2000’ler dünyasında yeni bir “operation condor” ne ölçüde mümkündür? Mevcut tablodan hareketle bu soruya cevap vermek çok zordur.

Münih Güvenlik Konferansı’na bakarak bir ölçüde cevap bulunabilir. ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence konuşmasında: “ABD her zamankinden daha güçlü, daha etkin bir dünya lideridir” vurgusunu yapmıştır. Oysa Konferans Başkanı Wolfgang Ischinger çok farklı bir tablo çizmiştir: “Her yerde siyasi krizler; kalıcılaşmış çatışma noktaları; terör saldırısı tehlikeleri; iklim değişikliği; ufukta yükselmeye başlayan yeni bir büyük güçler arası çatışma olasılığı”…

Üstelik artık gelişme modeli olarak Batı’nın tek örnek olmadığını söyleyen W. Ischinger, Rusya ve Çin’i kastederek “güçlü liderlere ilgi artıyor” vurgusunu yapmadan edememiştir. Dünyanın yeni saflaşmasını bu cümlelerle anlatan Ischinger’den çok daha çarpıcı bir yorum Brookings Enstitüsü’nden Thomas Wright’den gelmiştir. The Atlantic’deki yazısında Münih Güvenlik Konferansı’nı “transatlantik maskaralığının bittiği an” olarak değerlendirmiştir. (BBC Türkçe, Ergin Yıldızoğlu) II. Dünya Savaşı sonrasında çok güçlenen Atlantik’in iki yakasının birbirine aşkı artık “maskaralığa” dönüşmüştür.

Bir yandan Doğu yükselirken öte yandan Batı’da büyük bir çatlak oluşuyor. Bu tablo gerçekse M. Pence neye dayanarak ABD’nin hala “güçlü, daha etkin bir dünya lideri” olduğunu ileri sürüyor? Günümüz dünyasında “gerçek ötesi” diye bir kavram ortaya çıktı; herhalde M. Pence bu modaya uyarak konuşuyor.

Amerikan liderlik macerasının en son dönemi Berlin Duvarı yıkıldığında başlamıştı. “Süper güç” olduğuna inanan Amerika, liderliğini koruma ve yükseltmeyi iki ayağa dayandırmıştı. İlki, üretim alanında güç kaybettiğini bilen ABD, neoliberalizm yolundan finansal oyunlarla kendini güçlendirme yolunu seçti. Bu konuda bir dönem için başarılı olduğu da söylenebilir. İkinci ayak, Duvar çöktükten sonra yeni rakiplerin ortaya çıkmasını engellemeye dayanıyordu. Bu yolda Beyaz Saray İkiz Kuleler’in çöküşünden sonra “eski Avrupa”ya adeta savaş ilan ederek, Irak’ın işgali ile potansiyel rakiplerin yollarını kesebileceğini hesapladı.

Enerji musluğunun başına geçerek, Fransa, Almanya, Japonya ve Çin’in ekonomik nabzını elinde tutabileceğini düşündü. Bu konuda da kısa süreli başarılar elde etti. Sözü geçen ülkelerin Irak ve İran’la yaptığı enerji anlaşmaları Körfez savaşı ve Irak’ın işgali ile çöpe atıldı.

Egemenliğini güçlendirmek için ABD’nin uyguladığı iki stratejik ayak da 21. yüzyılın onuncu yılında büyük ölçüde çöktü. Neoliberalizm ve finans oyunlarıyla sermaye biriktirme dönemi 2008 krizi ile tıkandı. ABD dünya pazarlarında mevzi kaybederken dünyanın üretim atölyesi haline gelen Çin hızla genişledi. Sadece Çin değil aynı zamanda Almanya da dünya ekonomisindeki yerini ABD aleyhine büyüttü.

Stratejinin ikinci ayağıyla rakiplerinin enerji yollarını tutmak isteyen ABD, bunu belli ölçüde başarsa da sonunda kendisine çok daha güçlü bir rakip yaratmış oldu. Rusya, Avrupa ve Çin için enerji tedarikçisi haline geldi. ABD, Afganistan ve Irak’ta debelendikçe dünyanın enerji yolları da ABD aleyhine değişti.

Duvar’ın yıkılışı sonrası yıllarda sadece ABD’nin rakiplerini engellemek için yürüttüğü iki stratejik ayak tıkanmakla kalmadı, aynı zamanda Amerika’nın tartışılmaz ideolojik egemenliği de tükendi. Bu konuda Trump’ın başkanlığı çok açık bir kanıt oldu.

Irak’ın işgali Saddam’ın kimyasal silahları gerekçe edilerek meşrulaştırılmak istendi. Ancak işgalin büyük bir yalana dayandığını bizzat o dönemin Dış İşleri Bakanı Colin Powell itiraf etti. Ardından Libya ve Suriye işgallerinin benzer yalanlar üzerine kurgulandığı artık yeterince biliniyor. Soğuk savaş yıllarında “Hür dünyanın lideri” konumundaki ABD yönettiği darbe ve katliamları  “Komünizm tehdidi” ile yaratılmış “hürriyet” yalanı arkasında saklayabildi.

Bugün ABD’nin elinde ne bir ekonomik başarı ne de demokrasi ve özgürlük söylemleriyle desteklenen bir ideolojik üstünlük vardır. Trump’da temsil edilen gümrük savaşları, keyfilik ve zorbalık ABD’nin saklayamadığı özellikleridir.

ABD, son otuz yılda büyük bir erozyona uğrayan liderliğini yeniden nasıl inşa edecektir? Latin Amerika’daki Bolivar devrimlerine saldırarak yani yeni bir “operations condor” başlatarak bunu yapabilir mi? Latin halkları büyük acılar çekebilir, ancak ABD kaybettiği ağırlığını bu yolla yeniden kazanamaz. Dünya, soğuk savaş yıllarına hiç benzemeyen bir döneme giriyor. Atlantik’in iki yakası bir araya gelemeyecek hale geldiyse, Trump Bolsonaro gibi yakın dostlara kaldıysa, Washington’un yeni bir egemenlik savaşı onun varlığını çok zorlayacak noktalara gidebilir.

Yazarın Diğer Yazıları