Depremin Ayak Sesleri – Necdet Pekgöz
Sağlıklı ve güvenli mekanlarda yaşamak her insanın hakkıdır. Gelir dengesindeki adaletsizlikler aslında yaşam alanlarını da etkilemekte, dolayısıyla her birimizin enkaz altında kalma riski artmaktadır.
Durum: Anadolu büyük oranda deprem fay hatları ile çevrili.
Doğu Anadolu Fay Hattı ile doğuda, Kuzey Anadolu Fay Hattı ile kuzeyde, Ege Bölgesi’ndeki yüzlerce irili ufaklı faylar ile batıda çok ciddi tehdit altındayız.
Bu kadar önemli deprem riskleri taşıyan bir coğrafyada yaşamanın bedelleri genellikle ağır oluyor. Sık sık irili ufaklı sallantılar yaşıyoruz. Evler yıkılıyor, yollar çöküyor ve hepsinden önemlisi canlar yitiriyoruz. Üstelik yapı stoğumuz da içler acısı durumda. Nerede yoğun bir nüfus varsa orada aynı zamanda riskli yapılar da çoğunlukta.
Büyük depremlerin listesine bir göz atmak bile tehlikenin boyutlarını anlamaya yetecektir.
Tarih | Yer | Büyüklük |
27 Aralık 1939 | Erzincan | 7,9 |
20 Aralık 1942 | Tokat Niksar, Erbaa | 7,0 |
26 Kasım 1943 | Samsun Ladik | 7,2 |
1 Şubat 1944 | Bolu Gerede | 7,2 |
18 Mart 1953 | Çanakkale | 7,2 |
25 Nisan 1957 | Muğla Fethiye | 7,1 |
26 Mayıs 1957 | Bolu Abant | 7,1 |
19 Ağustos 1966 | Muş Varto | 6,9 |
22 Temmuz 1967 | Adapazarı Mudurnu | 6,8 |
28 Mart 1970 | Kütahya Gediz | 7,2 |
6 Eylül 1975 | Diyarbakır Lice | 6,6 |
24 Kasım 1976 | Van Muradiye | 7,5 |
30 Kasım 1983 | Erzurum-Kars | 6,9 |
13 Mart 1992 | Erzincan-Tunceli | 6,8 |
1 Ekim 1995 | Dinar | 6,1 |
27 Haziran 1998 | Ceyhan | 6,2 |
17 Ağustos 1999 | Gölcük | 7,8 |
12 Kasım 1999 | Düzce | 7,5 |
3 Şubat 2002 | Afyon Sultandağı | 6,4 |
1 Mayıs 2003 | Bingöl | 6,4 |
Bu depremlerde resmi kayıtlara göre ölü sayısı 75 bin kişi. Gerçek rakamları bilemiyoruz.
Olması gereken: Depremleri engellemek mümkün olmadığına göre depremlerin yol açacağı olası sonuçlara odaklanarak yıkımları durdurmak veya en aza indirmek hedefimiz olmalıdır.
Bu imkansız değildir. Hemen akla gelen ilk ülke olan Japonya bu konuda iyi bir referans olmaya devam ediyor. Depremlerin yol açacağı zararları en aza indirmeyi başarmış durumdalar. Her şeye rağmen KOBE depremi gibi depremlerde can ve mal kaybı yaşasalar bile bizimle kıyaslanamayacak kadar iyi durumdalar. Bizler de en az Japonlar kadar güvenli yerlerde yaşamayı hak ediyoruz.
Nasıl?: Asıl sorulması gereken soru yine nasıl olarak karşımızda duruyor. Nasıl güvenli yapılarda yaşayacağız? Depremlerden nasıl daha az zararlarla kurtulacağız?
“Sağlam binalar yapacağız” yanıtı ilk akla gelenlerden ama ne yazık ki bunu nasıl yapacağımızı da tartışmak gerekiyor. Bilimsel olarak depreme dayanıklı binalar yapmak mümkün elbette. Ama sorun bunu bilmekle çözülmüyor. Sorunun ardında koskocaman bir dünyaya, insana bakış açısı yatıyor.
Her işi “bu işten ne kadar avanta koparırım?” mantığı ile yapan, “köşeyi dön de nasıl dönersen dön” yaklaşımından ileriye gidememiş bir yönetim anlayışı ile depreme dayanıklı şehirler kuramayız. Aslında temelde yatan ve sorunları üreten de tam bu bakış açısı değil mi?
Sağlıkta, eğitimde ve elbette bugünkü konumuz olan depreme karşı alınması gereken önlemlerde sadece rant, sadece kar anlayışı ile çözüm üretme algısı yayılıyor. Ancak ortada çözüm falan olmadığı gibi gerçek anlamda bu yolda bir ilerleme de yok.
Önce “para” demek yerine önce “insan” demekle işe başlamadan köklü bir değişim mümkün görünmüyor.
Böylesine devasa nüfus göçlerinin yaşandığı bir ülkede deprem öncelikler arasında yer alamaz. Acil olan bir an önce göçle gelen nüfusu bir yerlerde barındırmak olur. Son derece hızlı, kalitesiz betonarme binalar 50 yıldır mantar gibi çevremizi sarmaya devam ediyor. Göç demek, acil konut, plansız, ruhsatsız, eğreti yapılarda insanların barınmak zorunda kalmaları demektir.
İstihdamın birkaç büyük şehre, en fazlasının da İstanbul’a yığıldığı bir ülkede güvenli binalarda yaşamamız mümkün değildir. Sanayinin farklı bölge ve kentlere yaygınlaştırılması, dengeli nüfusa sahip şehir sayısının artması öncelikli hedeflerden biri olmalıdır.
Denetlemenin yok edilmek istendiği, yerel yönetimlerin “emir kulları” haline getirildiği bir ortamda ilk depremde hayatta kalabilmek bile bir başarı kabul edilebilir.
Gerçek anlamda “nasıl” sorusuna bir kişinin yanıt üretmesi ve sorunu çözmesini beklemek de hayal görmektir.
Nasıl’a bulacağımız yanıtları ararken önceliklerimizi netleştirme ve önceliklerimize göre hareket etmeliyiz. Kararlar kağıt üstünde kalmamalı, adım adım amaca uygun şekilde yaşama geçirilmelidir.
İlk başta, yerel yönetimler ve yerel örgütlenmelerin depremleri de düşünerek yapılanması gerekli. Bu kadar büyük göç hareketlerine yol açan sosyo-eknomik nedenler azaltılmalı, insanlar büyük şehirlere göç etmek zorunda kalmamalıdır. Mahalle birlikleri, mahalle meclisleri ile orada yaşayanların bilinçlenmesi ve yaşam alanlarının yenilenmesi süreçlerinde doğrudan denetim yapabilmeleri sağlanabilir. Devletten ve müteahhitlerden bağımsız, mümkünse uluslararası firmalar ile inşaatlar denetlenebilir ve bilim insanlarının öngördükleri olası en büyük depremlere uygun şekilde önlemler alınabilir. Bağımsız denetleme sistemi kurulmalıdır. Her şeyden önce olabildiğince katılımcı, insan odaklı çözümlerin üretilebilmesi için yerel örgütler gerçek anlamı ile güçlendirilmelidir.
Sonuçları düzeltmeye çalışan ama nedenlere bir türlü dokunmayan yaklaşımların yerine bir an önce nedenleri yok etmeyi hedefleyen politikaların hayata geçmesi için, hazır seçim dönemindeyken olabildiğince güçlü şekilde talepler seslendirilmelidir.
Olası depremlerden hemen sonrası için en azından yaralıları hızla kurtarmak için hazırlıklı olunmalı, bir iş akış şeması gibi adım adım yapılacaklar listelenmeli, mahalle örgüt ve derneklerinde bunların tatbikatları yapılmalıdır. Yarın deprem olduğunda sudan çıkmış balık gibi olmaktansa, bugünden hazırlıklarımızı çoğulcu ortamlarda, bizleri nelerin beklediği temalı toplantılar ile kitlelere ulaştırmanın yolları bulunmalıdır.
Sağlıklı ve güvenli mekanlarda yaşamak her insanın hakkıdır. Gelir dengesindeki adaletsizlikler aslında yaşam alanlarını da etkilemekte, dolayısıyla her birimizin enkaz altında kalma riski artmaktadır.
Sözün özü, her şeyde olduğu gibi deprem konusunda da gerçekçi çözümler bir ülkenin nasıl yönetildiği ile doğrudan ilişkilidir ve sadece bir alanda gerçek ve doğru çözümler üretmek, hayata geçirmek kolay görünmemektedir.
Deprem bu toprakların doğal aktivitesi olarak devam edecek. Bu şartlarla barışık, uyumlu yaşam kurup kuramayacağımıza vereceğimiz yanıt, hayatı nasıl kavradığımıza vereceğimiz yanıtla paralel olmaya devam edecektir.