Savaşa Doğru – Mehmet Yılmazer
Trump başlarda Amerika’ya ve dünyaya şaka gibi göründü. Aradan iki yıl geçtikten sonra şaka olmadığı anlaşılıyor. Dünyanın tablosu ve sorunları yeni Trumplar üretmeye adaydır.
Bu yıl Davos’ta dünya liderleri yoktu. Herkesin derdi başından aşkın olduğu için güzel İsviçre dağ kasabasına gelemediler. Aralarında konuşulacak şeyler gittikçe azaldığı için de gelmediler, bir uzlaşma umudu olmadığı için de.
Trump ve May’in davranışları Batı dünyasında bir çatlak yarattı. Buna karşılık Almanya ve Fransa ‘ortak ordu’ çalışmaları için bir protokol imzaladılar. Dünyadaki güç tablosu değişiyor, her geçen gün bilinmezlik ve karmaşa artıyor.
Seçildiğinden beri dünya lideri olarak değil mahalle kabadayısı edasıyla davranan Trump bu yönde adımlarına yenilerini ilave ediyor. Çin’le gümrük savaşlarından sonra şimdi de Huawei savaşlarını başlattı. Çin’in dev iletişim firmasının dünya için bir tehlike olduğunu anlatıp duruyor ve buna bağlı olarak Kanada ve Polonya gibi ülkeler de Huawei yöneticilerini tutukladılar. Google veya Apple dünya için tehlike değil de neden Huawei bir tehdittir? Bu sorunun neoliberal çerçevede bir cevabı olamaz.
Küreselleşme ve neoliberalizmin dünya lideri otuz yılı aşkın bir yolculuktan sonra gümrük duvarlarının arkasına dönüyor. Üstelik Huawei gibi rakip firmalara sadece kendi topraklarında yasaklar getirmiyor, zorbalığıyla diğer ülkeleri de bu savaşa katıyor. Huawei, Doğu Avrupa’da çoğu ülkeye iletişim alanında alt yapı hizmeti vermektedir. Bakalım Polonya’dan başka bu savaşa ABD safında katılacak çıkacak mı?
Trump’ın Venezuela’ya saldırısı da bir yanıyla Çin’e karşı yürüttüğü savaşla ilgilidir. Venezuela sadece önemli bir petrol ülkesi değil, Latin Amerika’da Çin ile yoğun ilişkileri olan bir ülkedir. Üstelik Çin için büyük bir enerji ortağıdır. Trump bir sabah uyandı, büyük bir keyfilikle Maduro’yu tanımadığını ilan etti. Petrol gelirlerini sözde başkan Guaido’ya aktarmayı planlıyor; öte yandan İngiltere Venezuela’nın altınlarını iade etmeyi reddediyor.
Dünyanın bu eşkıyaları otuz yıllık küreselleşme masalıyla inanılmaz bir yoksulluk yarattılar. Dünyanın en zengin 26 kişisi, 3.8 milyar kişinin servetine denk bir zenginliğe sahiptir. Bunu büyük ölçüde neoliberalizmin soygunu yaratmıştır. Rüzgar tersine dönmeye başlayınca duvarlar inşa edilip, gümrük savaşları başlatılıyor.
Amerikan strateji merkezlerinde sabah akşam Çin’le nasıl baş edileceği üzerine senaryolar üretiliyor. Bunlardan en ilginci ‘dördüncü kuruluş’ senaryosudur. (Foreign Affairs, Jan/Feb 2019) İlki, I. Dünya Savaşı sonrası tasarlanır fakat yürümez. İkincisi, II.Dünya Savaşı sonrası kurulur. Bütün soğuk savaş yıllarında geçerli olur. Üçüncüsünü, Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra George W. Bush ve Clinton kurar. Adı ‘yeni dünya düzeni’ olur. Ancak İkiz Kuleler’in yıkımından sonra aslında bu düzen yürümez hale gelir. Artık dördüncüsü kurulmalıdır. Fakat ‘Çin sorunu’ çözümlenmeden ‘dördüncü kuruluş’ mümkün değildir.
Aynı yazıda Trump ile böyle bir ‘kuruluşun’ mümkün olmadığı da vurgulanıyor. Amerikan egemenleri iki yönden açmazla karşı karşıyadır. İçeride Trump fenomeniyle; dünyada ise Xİ veya Çin fenomeniyle.
Trump başlarda Amerika’ya ve dünyaya şaka gibi göründü. Aradan iki yıl geçtikten sonra şaka olmadığı anlaşılıyor. Dünyanın tablosu ve sorunları yeni Trumplar üretmeye adaydır. Dünyada bugüne kadar olmayan ölçüde kutuplaşma ve yoksullaşma yaşanıyor. Yaygın yoksullaşma dünya tarihinin öğrettiği gibi savaş potansiyeli taşır. Savaşla yoksulluk yok olmaz, fakat yoksulların sayısı azalır. Afrika, Latin Amerika (özellikle orta Amerika) ve Asya’nın güneyi adeta yoksulluk üretim merkezleridir. Afrika’nın yoksullarına Avrupa’ya göç sırasında Akdeniz mezar oluyor. Latin Amerika’nın yoksulları Trump’ın duvarına yığılıyor. Asya’nın yoksulları büyük bir patlayıcı yığınağı gibi çoğunlukla kıtada kalıyor.
Öte yandan, diğer savaş potansiyeli dünya güçler dengesindeki köklü değişim işaretlerinde yatıyor. Trump açık açık Çin’i kışkırtıyor. Fakat Xi, Deng Xiaping’in ünlü tavsiyesine uymaya devam ediyor. “Gücünü gizle, zamanını sabırla bekle!”
Gerçi Çin’in gücü artık gizlenir olmaktan çıktı. Bu gerçek Amerikan egemenlerini bir tercihe zorluyor. “Çin’le birlikte dünyayı yönetmek”-ünlü Amerikalı stratejist Zbigniew Brzezinski’nin teziydi- mümkün değilse geriye rakibi yıpratmak, yormak ve tasfiye etmek kalır. Ancak yaşam bu iki olasılığın içine sıkışmış değildir, fakat dünyanın gerilimi bu fay hattında birikiyor. Bu gerçeklik Trumpları yaratıyor, yaratmaya da devam edecektir.
Dünyadaki gerilim arttıkça şimşek çakması gibi provokatif çıkışlar da kaçınılmazlaşacaktır. Trump bunu deniyor. Çin ise ‘sabırla bekliyor’.