Avrupa Birliği’nin Küreselleşme İle Sınavı – Ayşe Tansever

AB’de gelinen tabloyu yabancı düşmanlığı ile açıklamak yeterli olmaz. Projenin sahipleri merkez sağ ve solun küreselleşme ve neoliberal uygulamalar sürecinde gösterdiği performansın bir bedelidir.

Sonunda Avrupa Parlamentosu seçimleri bitti ve bir karmaşa ile karşı karşıyayız. Geleneksel tutucu ve sosyal demokrat partiler yenildiler. Tek tek ülkelerin oy sonuçları bazı ülkelerde krizler yarattı. Yunanistan’da Çipras’ın partisi Syriza, muhalefetteki Yeni Demokrasi Partisi’nin aldığı oylardan daha az alınca erken seçime gidilecek. İtalya’da aşırı sağcı Salvini, koalisyon ortağından daha çok oy alınca yeniden seçim isteyebilir. Fransa’da Marine Le Pen faşist partisi Macron’dan daha fazla oy alınca seçim dedi bile. İngiltere’de yeni kurulan aşırı sağcı Nigel Frage’ın Brexit Partisi rekor oyla yılların iki partisini rezil etti. Avusturya’da da iktidardaki gerici parti oylarını arttırdı ama bu da iktidar ortağı liderinin bir yolsuzluk skandalı ile ilgilidir. Onlar da erken seçime gidecekler.

Bunlar AB’nin yıllardır burjuva demokrasisi geleneğini sürdüren ülkelerdir. Topluluğa sonradan katılan Doğu Avrupa ülkeleri Macaristan, Polonya, Slovakya ve Çekya’da da sağ partilerin durumu farklı değildir. Bulgaristan ve Romanya halkları da zaten ne zamandır yolsuzluğa karşı grevlerle boğuşuyorlar. Daha şimdiden tüm partiler, halkları ikna edemez duruma düştüler.

Seçimleri bilindiği gibi Yeşil Partiler ve aşırı sağ, popülist, faşist özelliği olan partiler kazandılar. Onlar da çoğunluk sağlayacak güçte değiller ama kendilerine bir ortak bulacaklar. Yeni parlamento bu onlarca parçaya bölünmüş hali ile nasıl iş yapacak göreceğiz. Seçimler, değeri çoktan yıpranmış AB politik kurumlarını halktan yana onaracak bir sonuç vermedi.  

Hemen kavgalar başladı. AB’nin önde gelen iki ülkesi Almanya ve Fransa liderleri, en etkili güç olan parlamento başkanı kim olacak diye birbirlerine girdiler bile. Seçim kayıplarını kendi adaylarını parlamento başkanı yaparak gidermeye çalışacaklar. AB’nin tepesine kendi çıkarlarını savunmayı sürdürecek kişileri getirme mücadelesi veriliyor. AB politik kurumlarının şimdiye kadar sürdürdüğü yeni liberal politikaların devamını güvence altına alınmaya çalışılıyor. Yine finans-kapital güç dengesi mutlak kurulmalıdır.

AB’nin kuruluşundaki amaç üye ülke halklarının demokratik, ekonomik çıkarlarında eşitlik sağlayacak şekilde ortak bir pazar kurmaktır. Sınırları kaldırmaktır. Şimdiye kadar bunun tam tersi bir duruma gelindi. Yunanistan ve arkasından İspanya, Portekiz’de kemer sıkmalar, Doğu Avrupa ülkelerinin de bir türlü demokrasiyi kuramamalarını yaşadık. Peki şimdi topluluğu bu duruma getiren partiler kaybedince yeni AB siyasi ve ekonomik yapısı bu durumu düzeltme gücünde midir? En radikal şekilde sorunu koyarsak, AB yapısındaki finans-fapital çıkarlarını tersine çevirebilecekler mi?

Seçimlerden Yeşiller ve aşırı sağ partiler kazançlı çıktılar. O kadar. Tüm AB içinde etkileri ne olabilir? Aşırı sağ partiler şimdi AB içinde başka bir AB topluluk yapısı peşinde koşacaklarının sinyallerini veriyorlar. 2008 ekonomik krizi ve 2010 yılından beri yürütülen kemer sıkma politikalarının soygununa halkın tepkisini değerlendirdiler. Bu popülist partilerin çözümü, topluluğu birbirinden daha bağımsız bir ülkeler topluluğu haline getirip, sınırların yükseltilip AB’nin parçalanmasına, Euro’nun terk edilip eski para birimlerine dönme ile sonuçlanabilir. AB içinde sınırların kalkması hedefi tersine yeniden sınırların yükselmesi doğrultusunda sonuçlanabilir. Yabancı düşmanlığının zirve yapması,  soydukları başta Afrika halklarına kapıların tamamen kapanması demektir. Küreselleşmeye tersinden tepkidir. Merkeller, Macronlar bunu engellemeye çalışıyorlar.

Peki seçimleri kazanan diğer taraf Yeşil Partilerin durumu nasıldır? Onların oy tabanı daha çok Avrupa halklarının iklim değişikliğine duyarlı kesimlerinden gelmektedir. Yeşil Partiler politik sahneye ilk çıktıklarında radikal özellikler taşıyorlardı. Ama özellikle Alman yeşilleri bu özelliklerini yitirdiler. Evet, parti programlarında sosyal adalet diyorlar ama bunun gerçekleşmesi güzel bir laf olmaktan pek öteye gidecek gibi görünmemektedir. Bırakalım sosyal adaleti AB içinde doğayı kirleten ÇUŞ ile dövüş biçimlerinde radikallik azdır. Onlar günü gün edici bir takım pragmatik çözümlerle uğraşabilirler. Avrupa halklarının acılarına merhem sürme radikalliği kendilerinden beklenemez. Sosyal demokrat bir takım çözümlerde kalırlar. 

Sonuçta yeni AB seçimleri gerçekten Avrupa halklarının ihtiyaç duyduğu çözümleri üretebilecek bir yapıyı seçmedi. AB içindeki gelir dengesizliğinden İspanya’nın Katalan sorunu, Fransa’da Sarı Yelekliler, İngiltere’nin topluluktan ayrılması, Doğu Avrupa ülkelerinde giderek artan halk hoşnutsuzluğu, göçmen sorununa bir çözüm getirebileceklerini düşünmek hayal olur.

Hele günümüz dünya güçler dengesinde de AB’nin etkin bir rol oynamasını sağlamaları düşünülemez. AB dış politikasının eski bel kemiksizliğini koruyacağını söylemek yanlış olmaz. AB ve ABD arasındaki sürtüşme ve bölünme olduğu gibi sürebilir. Hatta ABD topluluk içinde Rusya boyundaki ülkeleri daha çok kendine çekip birliği başka yönden parçalama emelini daha da güçlendirebilir. Yani Rusya ile ilişkiler eskisi gibi bir o yana bir bu yana sallanıp duracaktır. Orta Doğu’da İran ve Suriye sorunlarında ABD karşısında bir tavır alamazlar. Çin ile ilişkilerinde de genel olarak ABD ile ortalık bir yerde durmayı sürdüreceklerdir. Belki Türkiye en kolay lokma olabilir. Bizim demokrasi ve Kürt sorununda daha radikal davranabilirler ama son bu füze sistemleri bahanesi ile NATO gibi araçlarla cezalandırma boyutuna gelmeleri elbette düşünülemez. 

AB halklarının beklediği sözümlerin gerçekleşmesi olası gözükmüyor.  Asıl çözüm halkların finans-kapital güçlerine karşı olan sol güçleri desteklemesinde yatmaktadır. Ama sol güçler de genel olarak tüm dünyada olduğu gibi bir türlü halkları peşlerine takmayı beceremiyorlar. Halkların gözünden şu finans-kapital büyüsünü çekip alamıyorlar. Kendi aralarında birlik olamıyorlar. Halkların örnek olarak baktığı Yunanistan’da Syriza iktidarda kalıp kalmama cenderesi içinde; onun benzeri İspanya’da Podemos, AB seçimlerinde en kötü sonucunu aldı.

Sol güçler konusunda akla en yatkın gelen eski Syriza ekonomi bakanı Yanis Varoufakist’in kurucuları arasında olduğu Diem25 (Democracy in Europe Movement 2025) akla gelmektedir. Onların AB’yi kurtarıcı “yeşil yeni anlaşma” (green new deal) adını verdikleri bir programları var. Bu programda topluluğu içeriden nasıl, hangi araç ve programlarla kurtaracaklarını adım adım, rakam rakam açıklıyorlar. Ama onlar da peşlerine tüm solu katamıyorlar. Örgütlenmeleri daha AB içindeki bir takım sol partilerle kısıtlıdır.

AB’de gelinen tabloyu yabancı düşmanlığı ile açıklamak yeterli olmaz. Projenin sahipleri merkez sağ ve solun küreselleşme ve neoliberal uygulamalar sürecinde gösterdiği performansın bir bedelidir. Avrupa halkları bu gerçekliğe varmadan önce en öne çıkan sorunlara takılıyor. Yabancı düşmanlığı hatta İslam düşmanlığı sorunun su yüzündeki görünenleridir. Büyük neden zengin ve yoksullar arasındaki uçurumun olmadık ölçüde büyümesinin nedenleri yani neoliberalizmin kendisidir. Ancak bu gerçekliğin kavrandığı bir Avrupa’da halkların dostluğu büyüyecektir. 

Yazarın Diğer Yazıları