Corbyn Ve Dayanışmacı Ekonomi Planı: Uzun Devrim – Ulus Atayurt, Umut Kocagöz
Solda muhtemel umut mekânlarından biri de İşçi Partisi’nin giderek sola çektiği İngiltere. Peki muhtemel bir İşçi Partisi hükümeti neoliberal ekonomiyi nasıl dönüştürmeyi planlıyor? Öngördüğü dayanışmacı ekonominin çerçevesi ne? Parti için hazırlanan iki rapordan yaptığımız derlemeyi dikkatinize sunuyoruz.
Haziran 2017’de İşçi Partisi gölge kabine üyelerine yönelik hazırlanan Mülkiyette Alternatif Modeller başlığını taşıyan rapor İngiltere’de İşçi Partisi’nin yeni ekonomik programının altyapısını teşkil ediyor. Mülkiyette Alternatif Modeller (MAM) raporu, Britanya’daki ekonomik sorunların temeline özel mülkiyeti yerleştiriyor ve özel mülkiyet rejiminin sonucu olarak uzun erimli yatırımların gerçekleştirilemediğini tespit ediyor. Günümüzde otomasyonun geldiği aşamaya özel bir önem atfeden metin, otomasyonun mevcut koşullarda sermayedarları zenginleştirdiğini, mülksüzler içinse daha fazla adaletsizlik yarattığını ifade ediyor, otomasyonun yeni türden dijital bir “ekonomik feodalizm” yaratma tehlikesine dikkat çekiyor. Gerçekten de rapordaki öngörüler işin ciddiyetini gözler önüne seriyor. İngiltere Merkez Bankası’nın tahminlerine göre İngiltere’de otomasyon yüzünden önümüzdeki yirmi yılda işlerin üçte ikisi ortadan kalkabilir. Şoförlük, pratisyen hekimlik, çevirmenlik gibi birçok iş alanı otomasyonun gadrine uğrayabilir. Ancak, kapsamlı bir ekonomik programın parçası haline geldiği takdirde, otomasyonun toplumsal gelişimi tetikleyebileceği, emeğin özgürleşmesine katkı sağlayabileceği de göz ardı edilmiyor. Anahtar ilke “kolektif mülkiyet modellerinin geliştirilmesi.”
Rapor kolektif mülkiyetin istihdamda istikrar sağlayabileceğinin, üretkenliği artıracağının, işletmeleri demokratikleştireceğinin altını çiziyor. Üç tip kolektif mülkiyet öngörülmüş: Kooperatifler, yerel yönetimler düzeyinde ve ulusal düzeyde kolektif mülkiyet. Kooperatiflerle ilgili stratejiyi başka bir raporla eşgüdümlü olarak az sonra değerlendirmek üzere öncelikle bu iki kolektif düzeye göz atalım.
Yerel Ölçekte Kolektif Mülkiyet Ve Preston Örneği
İşçi Partisi’ne göre yerel ve bölgesel kolektif mülkiyetin geliştirilmesinde Yerel ve İktisadi Strateji Merkezleri (CLES) önemli bir yer tutuyor. İngiltere’nin kuzey şehirlerinde Brexit’e evet çıkmasının önemli bir nedeni de, ülke ekonomisinin ağırlık merkezinin Londra civarında ve ülkenin güneydoğusunda öbekleşmesiydi. İşçi Partisi, yeni kolektif mülkiyet yapılarıyla ekonomiyi yerelleştirmeyi bu nedenle de çok önemsiyor. Ellerinde çok başarılı bir uygulama mevcut.
Ülkenin kuzeydoğusundaki Preston kentinde, 2008 kriziyle beraber, 2011 yılına kadar yapılması öngörülen 700 milyon pound’luk yatırım askıya alındı. Bunun üzerine İşçi Partisi yerel yönetimi, partiye danışmanlık da yapan Mariana Mazzucato’nun “girişimci devlet” kuramından esinle, bir demokratik yerel ekonomi planı hazırladı. CLES’in 2014’te hazırladığı planla şehirde yer alan altı “çapa” kurumun ihtiyaçlarını karşılamak için bölgedeki işletmelere öncelik verme kararı alındı. Yapılan araştırmaya göre 2014’te altı kurumun 750 milyonluk mal ve hizmet tedarikinin sadece yüzde 5’i Preston şehrinden karşılanıyordu. Kentin içinde yer aldığı Lancashire bölgesi ise ihtiyaçların sadece yüzde 39’unu tedarik ediyordu. Bu da yaklaşık 450 milyon pound’un bölge dışına akmasına neden oluyordu. Şimdiyse yeni plan uyarınca yerel yönetim ve CLES küçük ölçekli üreticilerin ve kooperatiflerin tedricen bu altı kurumun tedarik ağına girmesini sağlarken, üreticileri kredi birlikleri ve “toplumsal gelişim için finans kuruluşları” kurarak destekliyor. Preston ölçeğinde “Esnaf Parası” adlı bir kredi birliği kuran İşçi Partisi, gelecekte Bask bölgesindeki 257 kooperatiften oluşan Mondragon Federasyonu’nun bir benzerini kentte hayata geçirmeyi planlıyor. Dört yıl gibi kısa bir sürede küçük işletmelerin ve kooperatifin Preston kamu tedarik ağlarındaki payını yüzde 5’ten yüzde 18’e çıkaran modelin geliştirilerek İngiltere’nin diğer kentlerine yayılmasının hazırlıkları yapılıyor.
Ulusal Ölçekte Kolektif Mülkiyet
İngiltere’de halen medya (BBC), sağlık, otoyollar ve demiryolu ağı gibi alanlarda çeşitli oranlarda kamu iktisadi teşekkülleri bulunsa da, muhtemel bir İşçi Partisi hükümeti enerji ve su gibi stratejik önemi haiz bazı alanlarda ulusal düzeyde kolektif mülkiyeti hayata geçirmeyi planlıyor.
Genel kanının aksine, neoliberal dönem boyunca ivme kazanan, kamu iktisadi teşekküllerinin hızla kapanmasına yol açan özelleştirme furyası devam etmiyor. Aksine, Fortune 500 listesindeki KİT payı 2005-2015 yılları arasında yüzde 9’dan yüzde 23’e çıktı. Raporda stratejik önemi haiz çeşitli alanlardaki özelleştirmelerin vahim ama tanıdık sonuçları özetleniyor. Öncelikle demiryolu taşımacılığı ya da telekomünikasyon gibi teknik şartlardan kaynaklı tek bir tedarikçi özel şirketin faaliyet gösterdiği alanlarda şirket genel yarar yerine kâr oranlarına öncelik verdiği için hizmetler pahalılaşıyor. İkincisi, söz konusu sektörler uzun erimli yatırım gerektirdiği, bu yüzden kârlılık dönüşü uzun vadeye yayıldığı için özel şirketler ya altyapı yatırımlarından imtina ediyor ya da devlet sübvansiyonları talep ediyor. 1991-2017 yılları arasında tahsis edilen sübvansiyonlar yüzünden gelecek nesiller, dile kolay, 239 milyar sterlin borçlandı. Ayrıca, özellikle enerji alanında kâr hedefleri yüzünden yoksul kesimlerin yaşadığı bölgelerde ya hizmet kalitesi düşüyor ya da fiyatlar artıyor. Nihayetinde, belki de en önemlisi, raporda kâr amacı gütmeyen enerji yatırımlarıyla iklim değişikliğini frenlemenin, “sabırlı” sermayenin çeşitli sektörlere doğru genişlemesinin mümkün olduğu dile getiriliyor.
Rapor tarihteki başarılı örneklerin geliştirilerek uygulanabileceğine dair fikir de yürütüyor. II. Dünya Savaşı sonrasında Fransa, Norveç, Güney Kore gibi ülkelerinin iktisadi gelişimlerini KİT’lere borçlu oldukları hatırlatılırken, Avusturya deneyiminin önemi vurgulanıyor. 1945-1987 arasında ekonomideki payları açısından en fazla KİT’e sahip olan Avusturya, aynı dönemde OECD verilerine göre en büyük ikinci büyüme oranına sahipti. Bir başka başarılı örnek de, 1970’lerde petrolü kamulaştırmasının ardından dünyanın en eşitlikçi toplumlarından biri haline gelen Norveç. Çevresel nedenlerle getirilen yıllık petrol çıkarma tahdidi 1990’larda tedricen kaldırılsa da, kamu şirketi Petrostat halen devlet emeklilik fonunun en önemli destekçilerinden biri.
Rapor kamu mülkiyetindeki yapıların demokratik yönetimi için de öneriler getiriyor. En önemli hedeflerden biri, farklı kesimlerden temsilcilerle meydana getirilecek yönetim kadrosu. 1940’larda Fransa’da KİT yönetim kurullarının yapısına dikkat çekiliyor: O dönemde 12 yönetim kurulu üyesinin dördü hükümet tarafından atanıyor, iki tüketici temsilcisi, iki uzman tekniker yanında kurulda dört de sendika temsilcisi yer alıyordu. Rapor bu demokratik yapıyı bir adım ileri götürerek, örneğin altyapıyı, bakım faaliyetlerini ve yolcu hizmetlerini entegre edecek bir demiryolu sisteminin, yolcu ve çalışan temsilcilerine deneyimli yönetici ve kamu personelinin eklemlenmesiyle oluşturulacak bir kurulla yönetilebileceğini ifade ediyor. Aynı zamanda yerel ve bölgesel düzeyde adem-i merkeziyetçi kurulların da bu yapıya eklemlenebileceği dile getiriliyor. Örneğin enerji alanında şebeke ve altyapı ulusal düzeyde demokratik bir kurulca yönetilirken, yerele gidildikçe enerji üretimi ve dağıtımının yerel yönetimlere ve topluluklara ait kolektif yapılara devredilebileceği ifade ediliyor. Böylece üç düzeydeki alternatif kolektif mülkiyet yapısı birbirine teyelleniyor.
Kooperatifler Ve Esinlendirici Örnekler
Şimdi MAM’ın öngördüğü kooperatif yapılanmasını İşçi Partisi’ne yakın bir düşünce kuruluşu olan New Economics Foundation’ın 2018 Haziran’ında yayınladığı Co-operatives Unleashed (Zincirlerinden Kurtulan Kooperatifler) adlı raporla harmanlayarak ele alalım.
Kooperatifçiliğin amacı her iki raporda da gayet netlikle ifade ediliyor. Buna göre, kooperatifler siyaset ve ekonomi arasında varsayılan suni ayrımı ortadan kaldırmak için en elverişli araçlardan biri olmaya devam ediyor. Eşit ortaklık düzleminde ekonomiyi siyasileştirirken, iktisadi kararların küçük bir elit grup tarafından alınmasını engelliyorlar. Böylece İngiltere’deki iktisadi eşitsizliğin önünün alınması mümkün: Ülkede en zengin yüzde 10’luk hanenin yıllık geliri en fakir yüze 50’nin beş katından fazla. Finansal varlıkların yüzde 70’i yine en zengin yüzde 10’un elinde. Öte yandan İngiltere’deki kooperatifler hakkında yapılan araştırmalar 75 ve daha az çalışanı bulunan kooperatiflerin, işçi birliklerinin ve karşılıklı yardımlaşma kurumlarının klasik işletmelerden üretkenlik ve ücretler açısından daha avantajlı olduğunu gösteriyor. Yeni kurulan kooperatiflerin yüzde 90’ı ilk üç yıl hayatta kalmayı başarırken, bu oran klasik işletmelerde sadece yüzde 65. Dünya ölçeğinde ise vergiler açısından dikkate şayan bir durum söz konusu: Dünyanın en büyük beş kooperatifinin ödediği toplam vergi Amazon, Facebook, Apple, eBay ve Starbucks’ın ödediklerinin toplamından daha fazla.
Peki bu açık avantajlar bu kadar aşikârken İngiltere’de neden az kooperatif var? Önce ülkedeki sayılara bir göz atalım. İngiltere’de yaklaşık 6 bin kooperatif bulunuyor. Ancak bunlardan sadece 41’i orta ya da büyük ölçekli. Ayrıca emekçi üretim kooperatiflerinin sayısı da sadece 500. 2017 itibarıyla kooperatiflerin 226 bin çalışan ortağı ve 118 bin işçisi mevcut. Toplam ciroları ise 2014 yılı itibarıyla 34.8 milyar sterlin. Kooperatiflerin GSMH’deki payı ise yüzde 1-2. Karşılaştırmak gerekirse kooperatif sektörü Almanya’da dört, Fransa’da ise altı kat daha büyük. İtalya, Fransa, Kanada, Kosta Rika, İspanya gibi ülkelerde kooperatiflerin GSMH’deki payı yüzde 5-10 bandında yer alıyor.
Kooperatifçiliğe dair genel liberal kuram sektörün gelişmemesini iki temel etkene bağlıyor: İlkin kooperatiflerin uzun vadede yeterli yatırıma gidememesi. Bunda finans kuruluşlarının denetim altına alamayacakları yapılara uzun vadeli kredi vermek istememesinin de payı bulunuyor. İkincisi ise “kooperatifin yozlaşması”, yani ortak sayısı giderek azalırken işçi sayısının artması, finansal zorluklarla yüzleşince az sayıdaki ortağın kooperatifi kapitalist bir işletmeye devretmeyi tercih etmesi. Özellikle ABD’den verilen örneklerde bu tespitlerin haklılık payı olsa da, liberal kuramı geçersiz kılan bolca örnek şu tespiti netleştiriyor: Jaroslav Vanek’in deyişiyle kamu “kurumsal korunak” sağladığı, hukuksal altyapıyı kurduğu ve kooperatiflere uzun vadeli finansal destek aktardığı takdirde, kooperatifçilik hızla gelişiyor. İtalya’nın Emilia-Romagna bölgesindeki kooperatif örgütlenmesi bu stratejinin başarılı bir örneği.
Emilia-Romagna Örneği
4.5 milyon nüfuslu Emilia-Romagna bölgesinde günümüzde istihdamın yüzde 10’u kooperatiflerce sağlanıyor. Bölgedeki her dört kişiden biri en azından bir kooperatifin ortağı. Kooperatiflerin GSYH’deki payı ise yüzde 40. İtalya’da yasa gereği kooperatifler yıllık kârlarının yüzde 30’unu “dokunulamaz rezerve” yatırmak zorunda. Eğer kooperatif ortakları işletmelerini kapitalist bir yatırımcıya devretmeye karar verirse, biriken rezerv ya Kooperatif Federasyonu’na ya da başka bir kooperatife hibe ediliyor. Böylece kooperatiflerin devamlılığı sağlanıyor. Ülkede kooperatiflere vergi avantajları, kamu sözleşmelerine kolay erişim imkânları mevcut. En eskisi 1884 yılında kurulan Legacoop gibi Kooperatif Federasyonları bir yandan lobi faaliyetleri yürütürken, diğer yandan sendikalar ve siyasi partilerle ortak çalışıyor. Kooperatifçiliğin baskılandığı Mussolini döneminin ardından büyük oranda Komünist Parti’nin etrafında örgütlenen hareket 1980’lere geldiğinde zirve noktasına ulaşırken, 3.4 milyona emekçi ortağa sahipti. Şimdilerde ise örgütlenmesine daha çok Emilia-Romagna bölgesinde devam ediyor.
Zorluklar, Fırsatlar
Raporlarda kooperatiflerin fırsat ve zorluklarına da yer verilmiş. Sanayi kapitalizminin yerini platform kapitalizmine bıraktığı günümüzde sosyolog Shoshana Zuboff’a referansla, veri kaynaklı kârları maksimize etmek adına “gözetim toplumunun” ortaya çıkma tehlikesi ciddiye alınıyor. Öte yandan dijital altyapının kamulaştırmasıyla beraber platformların kooperatifleştirilmesinin eşitlikçi bir toplumsal ağ (social-ist network) yaratabileceği de dile getiriliyor.
İngiltere’yi bekleyen bir başka zorluk ise demografik. 2030 yılına kadar 65 yaş ve üstü nüfusun en az üçte bir artacağı öngörülüyor. Sağlık ve bakım alanında kurulacak kooperatiflerle radikal demografik değişime hazırlık yapılabileceği ifade ediliyor. Öte yandan ülkedeki küçük işletmelerin sahiplerinin yüzde 63’ü 50 yaş ve üstünde. Üç senede bir, yaklaşık 120 bin aile işletmesinin yaşlılık nedeniyle el değiştireceği tahmin ediliyor. Dolaysıyla bu işletmelerin kooperatiflere dönüşmesini kolaylaştıracak düzenlemelerle ülkedeki kooperatif sayısı hızla artırılabilir. Söz konusu 120 bin işletmenin sadece yüzde 5’inin kooperatife dönüştürülmesi dahi İngiltere’deki kooperatif sayısını ikiye katlıyor. Şimdi önerilen kooperatif türlerine göz atalım.
Altı Tür Kooperatif
İlk tür, halihazırda ülke çalışanlarının yüzde 15.1’ini oluşturan serbest çalışanların dayanışmasını örgütleyecek kooperatifler. İkincisi hem bakıma ihtiyaç duyanların hem de bakım emekçilerinin beraber örgütleyeceği sosyal bakım kooperatifleri. Üçüncüsü Uber ve Airbnb gibi kâr amaçlı platformları, tekelleri kıracak, kullanıcıların ve emekçilerin beraber örgütlediği kâr amacı gütmeyen platform kooperatifleri. Dördüncüsü sermaye yoğun sektörler olmadıkları için hızla örgütlenebilecek dijital hizmetler, mimarlık, muhasebe gibi alanlarda profesyonel ve yaratıcı hizmetler kooperatifleri. Beşincisi kamu hizmetlerini taşeronlardan devralacak kamu hizmetleri kooperatifleri. Sonuncusu, Brexit-sonrası dönemin gıda tedarik sorununu gidermek için tarım kooperatifleri.
Şimdi raporlarda kooperatifçiliğin geliştirilmesi için yapılan politika önerilerine göz atalım.
Politika Önerileri
Öncelikle kooperatiflerin ihtiyaçlarına cevap verecek bir yasal çerçevenin gerekliliği vurgulanıyor. Yasa için iki öneri dikkat çekiyor: Kooperatif varlıklarının devamını hedefleyen, yıllık kârların bir kısmının aktarılacağı “dokunulamaz rezervler” ve işçilerin işyerlerini kolektif mülkiyete dönüştürmelerini kolaylaştıracak bir düzenleme. Ulusal Yatırım Bankası’nın kurulması önemli bir adım olarak görülüyor. Banka kooperatifler, sosyal işletmeler gibi oluşumlara yönelik olası sermaye risklerini denetleyebilir. Finansa erişim ve kredi garantisine imkân tanıyan “karşılıklı kredi topluluklarının” kurulması da önemli bir adım sayılıyor. Avrupa’daki KOBİ’lerin yüzde 8’i bu tür örgütler vasıtasıyla finansal kaynak sağlıyor. Kooperatiflere vergi indirimleri ve işsizlere ya da yeni işletmeler kurmak isteyenlere yönelik Kooperatif Girişim Fonu’nun kurulması da öneriler arasında.
Başarılı kooperatiflerin bulunduğu ülkelerde, kooperatifçiliğe dair bilgi, tavsiye, uzmanlık desteği veren kurumsal ve kültürel ekosistemler mevcut. Benzer bir ortam sağlamak için Kooperatifçilik Kalkınma Ajansı’nın oluşturulması salık veriliyor. Ajans kooperatifler arasında işbirliğinin artırılması, dijital platformların gelişimi, başarılı örneklerin çoğaltılması ve yerel ekonomiyle bağların sağlamlaştırılması için faaliyet gösterebilir. Yerel yönetimlerin bölgeye yönelik üretim planları, güçlü bir yerelcilik bakış açısı ve tedarik stratejileri geliştirilmesi önemli sayılıyor. Yerel yönetimlere kooperatifler ve sendikalarla beraber emsal sözleşmeler hazırlamaları tavsiye ediliyor. Kurulacak “Katılımcı Mülkiyet Fonu” aracılığıyla, tıpkı Emiliga-Romana örneğindeki gibi, büyük ölçekli özel işletmelerin kârlarının bir bölümünün kolektif mülkiyete sahip işletmelerin kurulmasına aktarılması hedefleniyor.
Büyük Resim
Kolektif mülkiyet yapılarının ivmelendireceği, otomasyonun faydalarının açığa çıkacağı demokratik ekonomi planının desteklenmesi için “büyük resimde” dört cüretkâr öneri yer alıyor: Asgari ücretin artırılması, otomasyon çağında insanların makinaları tamamlayıcı vasıflar edinmesini sağlayacak bir eğitim sisteminin hayata geçirilmesi, üretimdeki kazanımların adil paylaşılması için iş haftasının tedricen kısaltılması ve yine zamanla devreye girecek çalışmadan bağımsız Evrensel Temel Gelir (ETG) uygulaması.
Böylece Marksist düşünür Raymond Williams’ın “uzun devrim” olarak adlandırdığı, gayrımeşru iktidarların ve hiyerarşik yapıların yerine onur ve dayanışma gibi değerlerin geçtiği eşitlikçi, demokratik ve sürdürülebilir bir ekonominin temellerinin atılması mümkün gözüküyor. İşçi Partisi danışmanlarından gazeteci-yazar Paul Mason muhtemel İşçi Partisi hükümetinin plan için 250 milyar pound yatırım yapmayı planladığını aktarıyor. Geriye İşçi Partisi’ni mümkün olduğunca desteklemek ve 2022 seçimlerinden zaferle çıkmasını sağlamak kalıyor.
Kaynak: 1+1 Forum