‘Çok Kötü Bir Şey Oldu’ belgeseli üzerine: Tarihsel bir kırılma

Gamze Yentür ve Sezgin Kartal, Gazete Duvar’da yazdı: Sivas Katliamı’nı anlatan ‘Çok Kötü Bir Şey Oldu’ belgeseli kolektifin, bilhassa Aleviler’in ve Aleviler’in dostlarının iradesini yansıtıyor mu, bu yazıda onu tartışacağız.

“Pir Sultan Abdal’ım kırklar yediler
Bu yolu erkânı onlar kurdular”

1993 Temmuz’unda bir başkaldırının sembolü Pir Sultan Abdal’ın ayak izlerini sürerek anma ve şenlik düzenleme iradesi tam da yolun erkânla kurulması anlamını taşıyordu. O tarihte Sivas’a gidenler kuşkusuz döndükleri semahın, seslendirdikleri türkülerin, deyişlerin şiirlerin başka bir anlama başka bir ivmelenme gücüne sahip olduğunu biliyorlardı. Ancak döne döne semaha duranlar yakılacaklarını bilmeden düştüler yola. 

Aleviler güçlü bir sözlü yeteneğe sahip

Sivas Katliamı’nı anlatan “Çok Kötü Bir Şey Oldu” belgeseli kolektifin, bilhassa Aleviler’in ve Aleviler’in dostlarının iradesini yansıtıyor mu, bu yazıda onu tartışacağız.

Yıllar geçtikçe pogrom düzeyine çıkan katliamlara dair bilgilerin zamanından koptuğuna, silikleştiğine hatta yanlış bilgilerin öne geçtiğine tanık oluyoruz. O nedenle iz sürmek, belgelemek, hafıza oluşturmak, yarına devretmek açısından son derece önemli. Aleviler güçlü bir sözlü aktarıma sahip olsa da giderek değişen toplumsal yapı ve bilgiye ulaşma, dezenformasyona karşı derli toplu belgelemeyi zorunlu kılıyor. Otuz bir yıldır katliama dair derli toplu yapılan bir belgesel bulunmuyordu. Bu eksikliği gören Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu bu anlamda bir adım atarak başta sanal müze olmak üzere “Çok Kötü Bir Şey Oldu” isimli bir belgesel de yaptı. Belgesel, dört buçuk saat süren iki bölümden oluşuyor. Yönetmenliğini Ümit Kıvanç’ın yaptığı “Çok Kötü Bir Şey Oldu” belgeselinin birçok ilde özel gösterimleri oldu. Sponsorsuz, tamamen AABK’nın Aleviler’den aldığı küçük katkılarla oluşturulan bütçe ile çekilmiş olması ayrıca not düşülmesi gereken bir olgu.

Belgeselin ve müzenin yapılması çok kıymetli ve önemli bir adım. Ancak bu yazı bağlamında belgesele ve hattına dair eleştiri ve tartışmalar yürüteceğiz. Eleştirilerimizin amacı daha iyiyi ve ortak iradeyi yansıtan daha iyi yapımların oluşmasını sağlamaktır.

Hepimizin sırtında katliamların, yok sayılmanın yükü var

Belgeselin adı belgeseli özetleyebilecek ne düzeyde ne de o içerikte. Böylesi bir katliam hele de bu denli duygu yüklü anlatılırken bu isimle adlandırılması olmamış. Belgesel, oldukça uzun olmasına rağmen kendini izlettiriyor. Duygu yükü yoğun ve izlerken boğazınızdaki yumru ile izliyorsunuz, hatta kimi zaman gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz. Hele bir de bizim gibi Alevi ailelerden gelenler için durum daha da ağır bir hal alıyor. Nitekim yaşananlar biz Aleviler için yer ve zaman değişse de hep aynı. Hepimizin sırtında katliamların, yok sayılmanın yükü var. Belgesel, ailelerin yaşadıklarını iyi vermiş. Belgesel boyunca ailelerin hala acı çektiklerine her bir ailede veya yakınlarında tekrar tekrar şahit oluyoruz. Serkan Doğan’ın annesi Perize Doğan’ın “çocuklarımızın kanının üstüne et yediler” cümlesi bu anlamda yaşanılan acıyı özetler gibi. Ancak “Çok Kötü Bir Şey Oldu” belgeseli, devletin tercih ettiği açık şiddetin sonuçlarına odaklanırken safi acılara bakmak, oradan bir dil kurmak mücadeleyi de pasifize eden bir durum. Devamlı olarak kurban psikolojisinde olmak mücadele etmeyi de bir o kadar zorlaştırıyor. Çünkü bir yerde Adorno’nun da dediği gibi “Şahane mazlumların yüceltilmesi, sonuçta onları mazlumlaştıran şahane sistemin yüceltilmesinden başka bir şey değildir.” Katliamın yanında 2 Temmuz sonrası Aleviler’in sır perdesini araladığı, cesaretini toplayıp daha kitlesel yan yana gelişlerin, örgütlenmelerin vücut bulduğu ancak devletin ise bunların önüne geçemediğini not düşmek gerekir. Hatta Metin Altıok’un “Kara bir suyu, Geçiyoruz şimdilerde, Basarak yosunlu taşlara. Sen bugünden yarına, Birazcık umut sakla…” dizelerindeki gibi yarına umutları taşımak zorundayız. İşte bu Madımak’ta bıraktığımız canların küllerinden Aleviler’in kaderi değişiyor. Alevi hareketinin doğuşuna bir milat koyacaksak bu kuşkusuz 2 Temmuz olacaktır. Aleviler katledildikleri kadar da mücadele etmiş, direnmiş, bu anlamda da pek çok hakkını da alabilmiştir.

Tarafsızlık bir meşrulaştırma mı?

Yönetmen ve belgesel ekibi, belgeselde liberallerin temel savunularından olan “tarafsızlık” meselesini es geçmemiş. Katliam esnasında saldırgan kitleyi engellediğini iddia edip konuşmasını “Gazanız mübarek olsun” diye bitiren Temel Karamollaoğlu’na yer açması muktedirlerin uydurduğu, onlara bu mahallede kendilerini anlatmalarına fırsat tanıyan sihirli kavramdır. Karamollaoğlu öyle bir konuşmuş ki sanki olayda hiç dahli yokmuş gibi. Ancak aynı Karamollaoğlu, meşhur katil Cafer Erçakmak’ı daha önce bizatihi Aziz Nesin’in de konuk olduğu programda savunuyor ve Refah Partisi üyesi olan Erçakmak’ın belediye çalışanı olduğunu inkar ediyor. Bu kişilere söz hakkı vermek onlara meşruluk kazandırmıyor mu?

Kişiler değil toplumsal koşullar tarihi belirler

Belgeselde konuşan diğer bir isim ise dönemin Sivas Valisi Ahmet Karabilgin. Devlet içinde yapılanmalar vardı diyerek kendisinin meseledeki rolünü anlatımları ile meşrulaştırıyor. Vali devamlı olarak Aziz Nesin’in Sivas’a gelmesi üzerinden olayların çıktığını anlatıyor. Belgeselde Madımak Katliamı’nın arka planını örtmeye yarayan “Aziz Nesin” tartışması gereğinden fazla olarak diğer konularla eş değer şekilde anlatılarak fazlaca görünür kılınmış. Oysa Madımak Katliamı da tıpkı diğer (Çorum, Maraş, Dersim vb.) katliamlar gibi yapıldı. Katliamı anlamak ve anlatmak açısından dönemin politik gelişmelerini ve karakterini irdelememiz gerekmektedir. Yoksa politik atmosferi teğet geçtiğimizde katliamın nedenini önce Aziz Nesin’e sonra kadın erkek semah dönenlere, tiyatroculara, etkinliğin cuma gününe denk gelmesine kadar indirgeyip, yapay ve farklı gerekçeler bulmaya çalışırız. Özcesi tekrar tarihsel olgulara dönersek doksanlı yıllar devrimci-demokrat örgütlerin ve Kürt hareketinin giderek görünür hale geldiği, Aleviler’in bu hareketliliğin bir parçası olmasının yanı sıra örgütlenme arzularının da ete kemiğe büründüğü yıllardır. Bütün katliamlara bakarken olay anından önce yaşandığı dönemin sosyo-ekonomi politik hattına mercek tutulmayı gerektiriyor.

Vali, konuşmalarının bir kısmında tugay komutanının elinden gelen her şeyi yaptığını ifade ediyor. Gerçekte olan ise tugay komutanının hiçbir şey yapmadığı ve olay yerine gittiğinde onu destekleyen sloganlarla karşılanıp olay yerine şöyle bir göz atıp gerisin geriye dönmesidir. Öte yandan diğer dikkat çekilmesi gereken nokta ise Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Kurucu Başkanı Murtaza Demir’in dikkat çeken açıklamasıdır. Demir; otelden tek başına çıkıp valiliğe gittiğini, orada vali, belediye başkanı, emniyet müdürü ve belediye başkanı haricinde siyah gözlüklü ve hiç konuşmayan birinden söz ediyor. Herkesin ona bakarak konuştuğunu söylüyor. Ancak ne vali ne de Karamollaoğlu bu kişiden bahsetmiyor.

Alevileri soldan bağımsız anlatmak

Belgeselde birçok akademisyen konuşturulmuş ancak devrimci-demokrat örgüt ve kurumlardan birilerinin konuşturulmasını bırakın bahisleri dahi geçmiyor. Keza yine belgeselde konuşmacı olan ve aynı zamanda katliam tanığı olan Ali Çağan, belgeselin İzmir ayağının açılışında, “Bizler devrimci ve demokrat kurumlarla bu mücadeleyi verdik hepsine teşekkür ediyorum” dese de maalesef kendi dahil kimse sol hareketten bahsetmiyor. Bu anlamda yine belgesele dair bir eleştiri yazısı yazan sevgili Süleyman Altınoğlu’nun şu cümlelerine yer vermek yerinde olacak; “2 Temmuz, cenazelerine katıldığım, sonrasında beni tutuklandığım Sivas’a götüren sebeplerden biri. Tutuklandığımın haftası Ulucanlar Hapishanesi’nde Sivas katilleriyle devrimci tutsakların meydan savaşına denk geldi. Bir Ortaçağ savaşı gibiydi. Ateşli silahların olmadığı taş, sopa ve fiziki güçten ibaret bir çatışmaydı. Bir cezaevi olarak inşa edilmeyen Ulucanlar’da, koğuş binalarını birbirine bağlayan duvarlarla çevrili sokakların olduğu bu hapishanede sokakların tam da küçük bir meydanda kesiştiği yerde Ankara ve civarından yaklaşık yüz devrimciydik. Karşımızda Sivas katilleri. Aylardır devam eden tekil çatışmaların doruk noktasıydı. Onları o gün de koruyan ve kurtaran devlet artık daha fazla koruyamayacağını idrak etti ve ellerinden ‘can güvenliğimiz yok’ dilekçesi alıp, onları sessizce Kayseri Cezaevi’ne götürdü.”

Katliamdan sonra dava süreçlerinde ve hali hazırda anmalarda sokağa çıkan ve devamlı katliamı gündem yapan her zaman sol hareket olmuştur/olmaya da devam etmektedir. Niyet okumuyoruz/okumak da istemiyoruz ancak Aleviler’in mücadelesini, devrimci-demokrat örgütlerden bağımsız tartışmanın yolu mümkün değildir. Örneğin; Maraş’ta sol grupların müdahalesi ile daha büyük katliamların önüne geçilmiştir. Yine Çorum’da sol gruplar katliama karşı daha örgütlü olduğu için bir Maraş yaşanmamıştır. Bunun yanında Türkiye sol hareketinin her örgütünde Alevi onlarca kişi var/vardır. Keza Aleviler’in bu toplumsal koşullarda sol’dan ayrı durarak haklarını alabilmesi de zaten mümkün değildir.

Kızılbaş, Kürt, komünist

Belgeseli eleştirdiğimiz diğer bir nokta ise Dersim Katliamı ile ilgili suskunluğudur. Alevi hareketi son dönemlerde ‘38 Dersim Katliamı’nı da Alevi katliamı olarak kabul etmeye başlamıştır. Bu Dersim Dernekleri’nin ve oradaki kurumların mücadeleleri ile oldu. Ancak belgeselde yanlış hatırlamıyorsak Perize Doğan dışında kimse Dersim’den bahsetmiyor. Halbuki Dersim hem Alevi hem de Kürt kimliği ile özellikli bir bölgedir. Keza belgeselde Hasret Gültekin’in tipik bir Koçgirili olduğu söyleniyor ancak Koçgirililer’in yaşadığı katliama atıf dahi yapılmıyor. Ataları katledilen Hasret’in yıllar sonra Sivas’ta katledilmesi bir tesadüf değildir. Bunlar arasında bağ kurduğumuz zaman meseleler daha sarih anlaşılacaktır. 1950’lilerin MGK kayıtlarında 3K’ya karşı mücadele edilmesi gerektiği yazıyor. Komünist, Kürt, Kızılbaş. Bu üçü Dersim bölgesinde mevcuttur. Ülke tarihindeki en büyük katliamlardan birini yaşamıştır. Bunun görülmemesi açıkçası hala Aleviler arasındaki ırksal tartışmaların da bitmediğini göstermektedir.

Osmanlı’dan bugüne her şey aynı

Belgeselde konuşturulmuş diğer bir isim de İhsan Eliaçık, katliamı devlet değil devlet içindeki güçler yaptı diyerek tipik devletçilik yaparak devleti aklıyor. Halbuki Osmanlı’dan bu yana hep mi başka güçler yaptı bu katliamları? Aleviler yüzyıllardır katlediliyor bu katledilme ve yok sayılma sadece 90’lara özgü bir durum değil. Eliaçık’ın tarihi bilmediğini düşünmüyoruz ancak devletini akladığını biliyoruz.

Sonuç yerine

Verilen çabaları eleştirilerle boğmak, emekleri zayi etmek gibi bir derde sahip değiliz. Bunu yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi çıtayı daha ileriye taşımak ve politik olarak eksik veya hatalı gördüğümüz şeyleri söyleyerek bir tartışmanın da kapısını açmak istiyoruz. Çünkü toplumumuza ve Madımak’ta yitirdiğimiz canlarımızın her birine ve onların yakınlarına karşı ağır sorumluluklarımız var.

“Bir beyaz güvercin
Gelecekse ağzında bir mektupla
Ve silecekse gözlerimdeki hüznü
İsterim
Durmasın kanat çırpsın bana doğru”

*Bu yazı ilk olarak Gazete Duvar‘da yayınlanmıştır.