‘Şatonun Altında’n Fısıldayan Kadınlar – Kübra Derin

Macbeth’in orijinal metnine bağlı kalmasına rağmen Şatonun Altında oyunu kadınlara biçilmiş bu rollere de dokunmayı ihmal etmiyor. Sanki erkeklikle kurulmuş bu iktidarlara alaylı bir dille ve yarı deli iki kadınla kafa tutuyor.

İnsanlığın zaaflarını hayatın en karanlık yerinden, Şatonun Altından anlatan iki çamaşırcı kadının gözleriyle izliyoruz yüzyıllardır bildiğimiz hikayeyi: Macbeth’i. Bu oyunu diğer Macbeth uyarlamalarından ayıran en önemli özellik ise şatoda yaşayan tuhaf, yer yer ürkütücü ve hayli komik iki çamaşırcının bakışıyla ele alınıyor olması. Jacquet Lecoq pedagojisiyle (hareket temelli yaratıcı oyunculuk) ortaya koyulmuş bir tiyatro Şatonun Altında. Bu hikayeyi anlatan iki kadını ise Gülden Arsal ve Pınar Akkuzu nefes kesici şekilde canlandırıyor. Oyunu hem karanlık, rahatsız edici hem de komik bir yolculuk olarak tanımlıyor Gülden Arsal ve Pınar Akkuzu. Altmış dakika boyunca izleyenlerin ağız dolusu kahkahalarını yarıda bıraktırıp korkuyla karışık bir endişe hissettiriyorlar. Dekorları, vücutları, sahne boyunca asılı duran çarşafları, dağınık saçları, aksak yürüyüşleri ve umursamaz tavırlarıyla tarihin başka bir penceresinden dahil oluyoruz oyuna. Bir anda yükseliveren seslerine tuhaf gülüşleri de eklenince oyunun hem içinde hem dışında buluyoruz kendimizi.

Oyunun bu denli etkileyici olmasını sağlayan Shakespeare’in o süslü ve eşsiz sözlerini kamburlaşmış vücutları, kanlı ve kirli elbiseleri, tuhaf suratlarıyla iki çamaşırcı kadının ağzından anlatması. Kirden renkleri görünmez olan çarşaflarla kaplı bir odada, yukarıda yaşanan bir krallığın savaşını hayatlarına değmeyen uzaklıklarıyla anlatıyorlar. Fakat o iki kadına üzülmüyoruz, duygu birliği kuramıyoruz, gülüyoruz sadece. Unutulmaz o replikleri tükürürcesine fırlatıveriyorlar sahneye. Diğer bir farklılığı ise anlatanın kadınlar olması… Kadınların ağzından dinleyebiliyoruz tarihler boyunca akıp giden saltanatları. Erkek evlatların kral oluşlarını, soylar boyu savaşlarını ve onların yarattıkları hükümdarlıklarını; zarif duyarlı ‘lady’lerin ölümü kaldıramaz yüreklerini, tüm bu toplumsal rolleri çirkin ve yer yer erkeksi tavırlarıyla ezip geçiyorlar sahnede. Macbeth’in diğer tüm krallar, hükümdarlar gibi iktidar olabilmek ve onu koruyabilmek adına işledikleri cinayeti, vahşeti kadınların gözlerinden anlatıyor olması bu iktidarların nasıl erkeklikleriyle yoğrulmuş bir hükümdarlık olduğunu hatırlatıyor tekrardan. Erkek evlat vermeleriyle ve kırılgan annelikleriyle kadınlar;  ya tarihin sayfalarında görünmez oluyor ya da tüm saltanatları fitne ve ihtiraslarıyla ellerinde oynatıyor. Macbeth’in orijinal metnine bağlı kalmasına rağmen Şatonun Altında oyunu kadınlara biçilmiş bu rollere de dokunmayı ihmal etmiyor. Sanki erkeklikle kurulmuş bu iktidarlara alaylı bir dille ve yarı deli iki kadınla kafa tutuyor.

“Kendini boşa harcamış olur insan,

Dilediğine erer de sevinç duymazsa.

Yıktığın hayat kendininki olsun daha iyi,

Yıkmakla kazandığın şey kuşkulu bir mutluluksa.”   

Lady Macbeth’den dökülen bu sözleri, iki çamaşırcı kadının garip sesleri arasında duymak bambaşka bir anlam taşıyor.

Yazarın Diğer Yazıları