Yaşamakta Israr Ediyor Tante Rosa! – Cansu Eskiocak

Meydan okumanın, çekip gidebilmenin, özgürlüğün, cesaretin, yaşama direncinin, umudun, vazgeçmemenin, tüm kadınların, tüm Tante Rosaların kitabı… Ne yabancı ne aykırı, biziz Tante Rosa!

Tarih pek sevmez kadınları, yer vermek istemez onlara sayfalarında. Bu edebiyatta da etkisini gösterir. Kadınların dışlandığı, görünmez kılınmaya çalışıldığı bir alan olmuştur edebiyat. Oysa 16. yüzyıldan itibaren hikâyelerinin görünür olması için mücadele eder kadınlar.

Kadın olmak, kadın olarak yazmak zor olsa da ne yazmaktan vazgeçecek kadınlar ne de mücadele etmekten; ataerkil dünyada. Yazmak, paylaşmak, paylaştıkça çoğalmak adına…

Sevgi Soysal’ın kalemi değdi dünyamıza!

“Kadın, hayat denilen güzelim oluşumun yılmaz, vazgeçilmez savaşçısıdır. Sözümüz hayatsa, kadın hayat adına ölümden de çekinmez. Çünkü kadın, doğumu bilir, yani hayatın ölüme, bereketin kısırlığa, ilerlemenin durgunluğa olan tartışılmaz üstünlüğünü bilir. Kısaca emekçidir o. Hayatın emekçisi: Budur en büyük gücü kadının.”

Kitapları eleştirilen, müstehcen olduğu gerekçesiyle toplatılan, işinden ayrılmak zorunda bırakılan, askeri yönetimle dövüşmek zorunda kalan, tutuklanan ama yine de yazmaktan vazgeçmeyen, kısacık hayatına birçok yazı, öykü, roman sığdıran bir kadın: Sevgi Soysal.

30 Eylül 1936’da İstanbul’da doğar Sevgi Soysal. Alman ve çevirmen bir anneyle Selanikli mimar-bürokrat bir babanın altı çocuğundan üçüncüsü olarak büyüyen Soysal, 1952’de Ankara Kız Lisesi’ni bitirir. Ardından Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde arkeoloji okur. İlk öykü kitabı Tutkulu Perçem, 1962 yılında yayımlanır. Aynı yıl TRT’de program uzmanı olarak çalışmaya başlar. 1968’de anneannesi ve teyzesinden esinlenerek yazdığı birbirine bağlı öykülerden oluşan ikinci kitabı Tante Rosa basılır. “Çeviri kokuyor” diye eleştirilen kitap oldukça sınırlı bir ilgiyle karşılanır. Kadın-erkek ilişkisi ve evlilik temasını işlediği ilk romanı Yürümek ile 1970 yılında TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü’nü kazanır. Yürümek, 12 Mart darbesinden sonra müstehcenlik gerekçesiyle toplatılır ve Soysal, kısa bir tutukluluk süresinin ardından TRT’deki işinden ayrılmak zorunda bırakılır. Darbenin ardından kurulan rejime muhalefet ettiği ve kimliksiz dolaştığı gerekçesiyle tekrar tutuklanır ve sekiz ay Yıldırım Bölge’de, iki buçuk ay da sürgüne gönderildiği Adana’da kalır. Cezaevinde yazdığı Yenişehir’de Bir Öğle Vakti adlı romanıyla 1974 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanır.

Adana’da sürgünde bulunan bir kadının başından geçen olaylar etrafında 12 Mart’ı eleştirdiği romanı Şafak, 1975’te yayımlanır. Politika gazetesinde tefrika edilen cezaevi anıları Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu başlığıyla kitaplaştırılır. Yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle 1975 sonbaharında bir göğsü alınır. Hastalık izlenimlerini ve 12 Mart sonrası değişimi anlatan öykülerini topladığı Barış Adlı Çocuk, 1976’da yayımlanır. Tedavi nedeniyle Londra’ya giden Soysal, üzerinde çalıştığı son romanı Hoş Geldin Ölüm’ü tamamlayamadan 22 Kasım 1976’da henüz 40 yaşındayken İstanbul’da hayata veda eder. Yeni Ortam ve Politika gazetesinde yazdığı yazılar, ölümünden sonra Bakmak adlı kitapta toplanır.

Hayatıyla, kitaplarıyla bir döneme iz bırakan, edebiyatta feminist duruşun sembollerinden biri olan Sevgi Soysal, “aslolan hayattır” diyerek durmadan yazdı; kadını, kadınların isyanını, insanı, aileyi, toplumu, toplumsal çarpıklıkları, savaşları, barışı, umudu…

Bütün kadınca bilmeyişlerin adı: Tante Rosa

“Bir yeni pabuç altı gibiydi Tante Rosa. Hiçbir yaşantısına basmamıştı.”

1968 yılında yayımlanan “Tante Rosa”, Sevgi Soysal’ın anneannesi ve teyzesinin hayatlarından esinlenerek yazdığı ve on dört kısa öykünün birleştirilmesi sonucunda roman hâline getirilen bir eserdir. Kasabalı bir Alman kadını olan Tante Rosa’nın yaşamından kesitlerin anlatıldığı öykülerde, kadınlığa dair sorunlar feminist bir tutumla ve ironik bir dille anlatılır.

“Tante Rosa ne büyükannemin, ne de teyzemin yaşantılarını anlatır. O büyükannemden başlayıp bende biten bir çizgidir. Küçükten bildiğim bir benzeme korkusudur; okuduğum bir mektup; bir iki soluk fotoğraf; anımsadığım bir şarkı; birkaç damla gözyaşı; kendi deneyimlerimde yeniden yakaladığım gülünçlükler; saçmalardır. Çocukluğumda, kabahat işledikçe onun bunun yaptığı benzetmelere duyduğum unutulmuş öfkedir.”

Yayımlandığı ilk yıllarda edebiyat çevrelerince anlaşılamaz ve olumsuz eleştirilere maruz kalır kitap. “Çeviri kokuyor” denir, yabancı ve ayrıksı bulunur. Fazla cüretkârdır, Funda Soysal’ın tabiriyle Türkiye için “erken öten bir horoz”dur Tante Rosa.

Tante Rosa istemediği bir yaşamı, düzeni bırakıp gidebilen bir kadındır çünkü. Alman olduğu için değil, toplumun kadına biçtiği rollere hayır dediği için, özgürlüğü seçtiği için yabancıdır.

Funda Soysal’ın Tante Rosa için söyledikleriyle devam edelim:

“…Yabancılığı vurgulamak, Tante Rosa’da asıl anlatılanın, nerede ve ne zaman yaşıyor olursa olsun, her kadının içinde varolabilecek ‘kadınca bilemeyişlerin’ hikâyesi olduğunu gözardı etmek olur. Tante Rosa’da, okuyan her kadına tanıdık gelen bir kadınlık hali vardır; Tante Rosa, sanki kadınlığın kimliğe bürünmüş halidir…”

Evet, ‘aykırı’ bir karakter olan Tante Rosa üzerinden kadına biçilen rollerin, “kadınlık hallerinin” çocukluktan başlayarak nasıl inşa edildiği anlatılır, okuyan her kadına tanıdık gelecek duygularla.

11 yaşındaki Tante Rosa’nın at cambazı olmaya karar vermesiyle başlar hikâye. At cambazı olamayacağını anlayınca rahibeler okuluna gider.

Yasaklarla tanışır rahibeler okulunda, arzularına gem vuramayan günahkâr bir kız olduğunu ve içini öldürmesi gerektiğini öğrenir. “Ben içimi öldüremem” der oysa ve atılır mahzene.

Vücudunun kötü bir şey olduğunu öğrenir sonra, süsüne, güzelliğine düşkün bir günahkârsın denilerek cezalar alır üst üste ve atılır en sonunda rahibeler okulundan.

Savaştan ve yıkıcı etkilerinden bahsetmekten de geri durmaz Soysal: “Yemek odasında, yüznumarada ve tavan arasında savaş vardı. Aile mutfakta, yatak odasında ve bodrumda savaşın eksilmesini bekliyordu. Savaş eksilmiyordu, önce babalar eksildi, sonra ağabeyler eksildi, savaş eksilmedi.”

“Sizlerle Başbaşa” adlı aile dergisi sık sık karşımıza çıkar kitapta. İlk sevişme sonrası hamile kalıverir örneğin dergideki kadınlar gibi. “Namusu kirlenmiş” bir aile kızı olmamak için evlenir. Hiçbir şeyin Sizlerle Başbaşa dergisindeki aşk romanlarında yazılanlara benzemediğini anlar sonra ve başlar karşı çıkmaya toplumun kurallarına.

Evliliğinin yedinci yılında, her pazar öğleden sonra gelen kocasına kilitler kapıyı. “Kapı zorlanıyordu, alışılmış kapıları alışılmış günlerde açmaya alışık eller şaşkın, zorluyorlardı… Adam kapıyı yumrukluyordu, düzenini bozan kapıyı yumrukluyordu.”

Bir mektup bırakır ardından Tante Rosa, üç çocuk bırakır, her pazar sabahı kiliseye giden, her pazar öğleden sonra koynuna giren kocayı bırakır. Uyanmıştır Rosa, gider ve aforoz edilir kilise tarafından. Ve sürecektir hayat boyu bu gidişler…

“Bir elmanın bir meyve olduğu, bir babanın baba, bir savaşın savaş olduğu, bir gerçeğin gerçek olduğu, bir yalanın yalan olduğu, bir aşkın aşk olduğu, bir bıkmanın bıkma olduğu, bir başkaldırmanın başkaldırma olduğu, bir sessizliğin bir sessizlik olduğu, bir haksızlığın bir haksızlık olduğu, bir düzenin bir düzen ve bir evliliğin bir evlilik olduğu, olacağı günler gelecekti, inanıyordu Tante Rosa.”

Yeni başlangıçlar, sakarlıklar, becerisizlikler, düşüp yeniden kalkmalar, yenildikçe güçlenmeler, her defasında umutla sarılmalar hayata, pes etmemeler başlar Rosa için. Kendi ayaklarının üstünde durmayı, hayatı üzerinde söz hakkı sahibi olmayı öğrenir, hiç bitmez arayışları, ısrar eder yaşamakta.

“Yaşamak zorunda olmak, sürdürmek, ısrar etmek. Bu Tante Rosa demektir.”

Ne iş bulsa yapan Rosa; gazete bayii çalıştırır önce, mezarlık temizliği yapar, pansiyon işletmecisi olur, boş şişe toplar…

Kendisiyle dalga geçmeyi de bilir. Kimse sevmese de onu dert etmez, eskiciden ucuza kapattığı gitarı alıp eline “Tante Rosa, Tante Rosa, I Love You” diyerek kendisi için aşk şarkıları söyler.

Ve ölür Tante Rosa, ölümü de ironiktir. Ölüsü bile ait olmaz hiçbir yere. Yakılır bedeni ve külleri bir vazo içinde son kocası Mathes’e teslim edilir. Eve gelince vazoyu büfenin üstüne koyar Mathes ve Rosa’dan kalan tek miras olan kedilerden biri vazoyu devirir; diğer kedi de Rosa’nın küllerinin üzerine işer.

“…Ben unutmam ama, Tante Rosa’nın öldüğünü bir ben unutmam. Onu o dehlizden ben soktum çünkü. O Rosa ki her dehlize sokulabilir. O Rosa ki istenirse yaşar ve ölür. O Rosa ki şu şartlarda ya da bu şartlarda da yaşar. O Rosa ki acıklı da, gülünç de olabilir. O Rosa ki ne bir nokta ne de bir virgüldür. O Rosa ki başkası tarafından verilmiş bir ad, başkası tarafından çektirilmiş acılardır. O Rosa ki beceriksizliklerde ısrarlıdır. O Rosa ki kimseye bir şey öğretemeyip kimseden bir şey öğrenemeyendir. O Rosa ki düşünde kendi cenazesine gelenleri görüp kendi ölümüne ağlar. Onlar ki hep kendi ölümlerine ağlarlar. Kendi yalnızlıklarına, kendi kadersizliklerine ağlarlar. İşte bütün onları, o Rosa ile birlikte öldürdüm noktayı koyup düğümü çözmek için…”

Tante Rosa’nın unutulup gitmesinden ve anlaşılamamasından korkar Sevgi Soysal ve vasiyet eder: “Tante Rosa’ya sahip çıkın!”

Ataerkil sisteme başkaldırının, içinde bulunduğumuz toplumsal düzenle hesaplaşmanın, meydan okumanın, çekip gidebilmenin, özgürlüğün, cesaretin, yaşama direncinin, umudun, vazgeçmemenin, tüm kadınların, tüm Tante Rosaların kitabı…

Ne yabancı ne aykırı, biziz Tante Rosa!

Yazarın Diğer Yazıları