Faşizmle Uzlaşmanın Laneti – M.Sinan Mert

“Senaryo tıkır tıkır işliyor, herkes kendisine biçilen rolü başarıyla oynuyor ve olağanüstülük artık olağanlaşıyor” tespiti daha yönünü tam olarak tayin etmemiş bir eğilimi kemale ermiş gibi görmek ve göstermek gibi bir eksikliğe sahiptir.

Martin Heidegger ve Max Planck, 20. yüzyılın önemli filozof ve bilim insanları arasındadır. Alman olmaları dışındaki ortak özellikleri ise Nazi iktidarı ile belli bir dönem için olsa bile iş birliği yapmış olmalarıdır. İkisi de bütün zihinsel kapasitelerine rağmen Prusya’nın devletçi geleneğinin tutsağıydılar. Heidegger, 1933’te Freiburg Üniversitesi’nin rektörlüğünü kabul ettiğinde Nazilerle iş birliğinin,  felsefesinin doğal bir sonucu olduğunu ilan etmişti çünkü “Nasyonal sosyalizm Almanya için önceden çizilmiş bir yoldu”. Planck da tam anlamıyla Nazi olmamasına rağmen onları “uzlaşarak diginleyebileceğini” düşünüyordu. Einstein, Schrödinger, Hertz gibi Yahudi bilim adamları ülkeden sürülürken kendisi dönemin saygın Kaiser Willhelm Gesellschaft (KWG) topluluğunun başkanıydı. 1944’te Hitler’e suikast düzenlemekle suçlanan oğlunu kurtarması için “rejime bağlılık ve sadakat belgesini imzalaması” teklif edildiğinde bunu kabul etmemesi ve oğlunun idamına tanık olması bile önceki iş birliğini unutturmadı.

Heidegger ve Planck, Nazizm’le iş birliklerinin laneti ile birlikte hatırlardalar hala.

Geçtiğimiz hafta Erdoğan’ın Fazıl Say konserine gitmesi geniş çaplı bir tartışmaya yol açtı. Fazıl Say muhalif bir sanatçı mıdır? Gezi süresince kimi karşı çıkışları olsa da genel olarak böyle değerlendirilmesi için fazlaca sebep yoktur. Ancak partisinden beklediği muhalifliği göremeyince kendi zihninde muhalif idoller yaratmayı pek seven Kemalistler nezdinde kendisinin sembolik bir anlamı olduğu da anlaşılmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla bir taziye telefonu sonrasında gelişen diyalog, Say ile Erdoğan’ı yakınlaştırmıştır. Erdoğan’ın bu ilişkiyi Gezi’den bu yana üzerindeki etkisini tamamen kaybettiği kesimlerin kafasını karıştırmak ve meşruiyetini arttırmak için kullanmak istediği açıktır. İşin, daha kapsamlı bir planın parçası olduğu ise Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın yardımcısının yaptığı açıklamalardan da anlaşılmaktadır. Bahçeli “sanatın siyasetteki sertlikleri yumuşatacağını” umduğunu söylemektedir. Fuat Oktay da “kutuplaşmanın derinliğinin olmadığının” konserde anlaşıldığını belirtmiştir. İktidardaki faşist blok, kendisine şimdiye kapıları net bir biçimde kapatmış olan ama Kürtlere ve devrimcilere de mesafeli duran kesimlere, kentli orta sınıflara nüfuz edebilmek açısından Say’ı bir kapı olarak kullanmak istemektedirler. Say ise kendisinin önemsenmesinden duyduğu gereksiz heyecanla, konu ile ilgili yaptığı açıklamasında “toplumsal uzlaşının olması ve dostluk elinin uzatılması gerektiğini” vurgulamaktadır.

Oysa ortada bir toplumsal uzlaşmadan bahsetmek mümkün değildir. Söz konusu olan faşizme biat etmek ya da bu lanetten, faşizmle iş birliği günahından uzak durmaktır.

Say’ın toplumsal uzlaşma arayışı sahici bir arzudur. Ancak bundan anlaşılması gereken ülkenin farklı kültürel kimliklerden beslenen emekçilerinin, yoksullarının, ezilenlerinin arasındaki duvarları aşmalarını sağlamak;  kültürel farklılıkların emekçileri egemen sınıfların askeri haline getiren hakim biçimlerini aşmaktır. Ancak toplumun neredeyse yarısını iğreti vatandaş olarak gören, kendisine biat etmeyen her kimse karakola çektiren, yasal bir hak olan grevleri yasaklamakla övünen, Anayasa’yı fiilen askıya alan bir diktatörle anlaşarak bu uzlaşma sağlanamaz. Çünkü faşizmin kendisini yeniden üretmesi büyük oranda bu kültürel çatışmanın gerektiği zamanlarda gereken biçimlerde yoğunlaştırılması ile sağlanmaktadır.

Say’ın bu tavrı daha genel bir toplumsal eğilimi temsil ediyor olabilir mi? Olabilir, faşizmin kendisini kurumsallaştırma yönünde attığı adımlar ve buna karşılık toplumsal muhalefetin genel zayıflığı, Gezi süreci sonrasında yaşanan kopuşu doğal olarak aşındıracaktır. 24 Haziran seçimleri sonrasında yaşanan hayal kırıklığının da bu aşınmayı güçlendirdiği düşünülebilir.

Fakat İrfan Aktan’ın “senaryo tıkır tıkır işliyor, herkes kendisine biçilen rolü başarıyla oynuyor ve olağanüstülük artık olağanlaşıyor” tespiti daha yönünü tam olarak tayin etmemiş bir eğilimi kemale ermiş gibi görmek ve göstermek gibi bir eksikliğe sahiptir. Ortada tamamlanmış bir süreç olmadığı gibi faşist blok, başta ekonomi ve dış siyaset olmak üzere birçok alanda ciddi bir baskı altındadır. Şu andaki güçlü hali kendi gerçekliğinden değil karşıtlarını etkisizleştirebilme yeteneğinden kaynaklanmaktadır.

Toplumun direnme ve biat etmeme ruh halini koruması, bunu bir karşı örgütlenmeye dönüştürebilmesi ise devrimcilerin oynayacağı role bağlıdır. Toplumun direnme potansiyeli hala çok güçlüdür ancak bu durumun ne kadar süreceği ve hangi biçimlerde kuvveden fiile geçeceği,  bunu örgütleme iddia ve yeteneğindeki aktörlerin 2019 yılını nasıl değerlendirebileceklerine, faşizm koşullarında kitlelerin direnme arzu ve kapasitesini geliştirme yolları bulup bulamamalarına, özellikle de ekonomik krizin yansımalarını nasıl mücadeleye tercüme edebileceklerine bağlıdır. İşsizliğin TÜİK rakamlarında bile %20’lere yaslanacağı günler yakınken tüm bu felaketin faşizme fatura edilmesini başarabilen bir devrimci hareket, uzlaşma eğilimlerini tuzla buz edecektir. 

Sonuç olarak aklı olan Heidegger ve Planck’ın hikâyelerinden ders çıkararak yaşamayı seçecektir.

Yazarın Diğer Yazıları