Arkadaşa Notlar: Kuşak Tartışmaları Üzerine – Salih İncesoy

X, Y, Z adlandırmalı kuşak çalışmaları, insanların düşünce ve davranış özelliklerinin kaba ve sınırlı bir fotoğrafını vermekten öteye gitmiyor. Böylesi bir sosyolojik çalışma, tarihsel materyalist bakış açısının uzağında gerçekleşiyor.

Z kuşağı olarak etiketlenen gençliğin keşfe çıkıldığı günlerden geçiyoruz. Analizler analizleri kovalıyor. “X, Y, Z” adlandırması üzerinden yapılan kuşak tariflerinin ağırlıklı bölümü kopyala/yapıştır kertesinde ortak. Google’dan bakılabilir; burada tekrar hepsini tek tek sıralamaya gerek yok.

Bu hararetli gündemin nedeni malum; Erdoğan’ın YouTube üzerinden gençlerle yaptığı video konferansta maruz kaldığı durum. Gençler, deplasmanda sahaya çıkan cumhurbaşkanını “#OyMoyYok” golleriyle fena mağlup etti. Zira sosyal medya onların kendi sahası. Dindar/kindar nesil yaratalım derken, gelinen durum başa bela…

Gençlerin “oy moy yok” tavrı, siyasi iktidarı epeyce tedirgin ettiği gibi, muhalefetin de ilgisini çekmişe benziyor. 2023 seçiminde yedi milyona yakın gencin ilk kez oy kullanacağı dikkate alınırsa, bu çok normal. Bu rakam, ülkede uzunca bir süredir yaşanan siyasi kilitlenmeyi açabilecek anahtar niteliğinde. Kilit açıldığında, siyasi iktidar aleyhinde ciddi bir kırılma yaşanabilir. 2018 seçiminde ilk kez oy kullanan gençlerin yüzde 76,6’sının Cumhur İttifakı’na oy vermediği de hatırlanırsa, siyasi partilerin gençlere yönelik -kaygılı ya da umutlu- ilgisi daha iyi anlaşılabilir.

X, Y, Z adlandırmalı kuşak çalışmaları, daha çok şirketlerin ihtiyaçları üzerinden gelişiyor. Bu çalışmalarda bireylere ya “tüketici” ya da şirkette istihdam edilecek “personel” gözüyle bakılıyor. Birinde satış, diğerinde çalışanların performansının arttırılması hedefleniyor. Dolayısıyla, toplumsal gruplara dair bütünlüklü bir değerlendirmeye hizmet etmesi bağlamında, bu çalışmalar sınırlı bakış açısıyla ciddi anlamda eksiklik ve hata barındırıyor. Şirket endeksli saha araştırmalarının sunduğu verilerden, belirttiğimiz kaydı düşerek yararlanmak gerekiyor.

Bu çalışmaların çoğu, insanların düşünce ve davranış özelliklerinin kaba ve sınırlı bir fotoğrafını vermekten öteye gitmiyor. Kuşakların özellikleri alt alta sıralanıyor; “neden böyle” sorusu tartışılmıyor; ya da sorunun yanıtına aynı sınırlılıkla dokunulup geçiliyor. Ortaya çıkan sonuçlara, “yaşam tarzlarıyla, yaşam tarzlarının şekillendiği maddi koşullar arasındaki ilişki” üzerinden bakılmıyor. Kısacası, böylesi bir sosyolojik çalışma, tarihsel materyalist bakış açısının uzağında gerçekleşiyor.

“Maddi üretim ilişkileriyle toplumsal bilinç arasındaki diyalektik bağ” atlanınca, sıralanan verilerin nedenleri gölgede kalıyor. Oldukça kaba, genel ve ortalama bir tablo, araştırma sonucu olarak önümüze koyuluyor. Konu edilen kuşağın tamamının, sunulan o özellikleri bire bir aynı şekilde taşıdığı varsayılıyor.

Örneğin, Z kuşağı için “öz güvenleri yüksektir” tespiti yapılıyor. Neden? Öz güvenlilik denilen kişilik özelliği Allah vergisi bir şey değil; maddi yaşam koşullarının bir sonucu. Tarihsel materyalizmin abecesiyle haşır neşir olmuş herkes bunu bilir. Bireyin öz güveninin gelişmesine yol açan maddi koşullar tarif edilmediğinde, elimizde genel geçer bir şablondan başka bir şey kalmıyor. Hangi koşullar, bu kişilik özelliğinin gelişmesine yol açıyor? O kuşağın tüm bireyleri, öz güvenin gelişmesine zemin hazırlayan maddi koşullara aynı oranda mı ayağını basıyor? Ya o koşullara hiç sahip olmayanlar? Aynı kuşak içerisinde, her adımında güçlendirile güçlendirile öz güveni arşıâlâya tırmandırılanlar olduğu gibi bu şansa hiç sahip olamamış bireyler de bulunmuyor mu? Aynı aile içerisinde bile çocuklar, öz güven konusunda taban tabana zıt özelliklere sahip olabiliyor.

Verdiğimiz örnek, bu çalışmaların bir diğer önemli eksikliğine işaret ediyor. Toplumların sınıflara, tabakalara ayrıldığı gerçeği atlanıyor; ya da yok sayılıyor. Gençlik, homojen bir yapı gibi ele alınıyor. İçinde bulunulan dönem, gençliğin bütününü kesen ortak özellikler açığa çıkartsa da ayrı sınıfsal kimliğe sahip olan gençlerin ortak olmayan yönleri daha fazla.

Yine örneğimizden hareket edecek olursak; bireyin güçlendirileceği koşullar, o bireyin sınıfsal pozisyonuyla doğrudan ilgili bir durum. Evlerine asgari ücretin altında gelir giren ailenin genciyle, bir holding patronunun çocuğu, güçlendirilme koşullarına aynı oranda sahip olamıyor. Korona günlerinde evlere servis yapan kurye gençler de vardı; istediği hizmeti evine getirebilme ve evde kalmaktan dolayı sıkıntıdan patlama şansına sahip olan gençler de. Bu kapitalist sistem de zaten, birine “çalış,” diğerine “evde kal” demedi mi? Her iki gence bir bakın bakalım; şirket endeksli çalışmaların sıraladığı özelliklerin kaçta kaçında ortaklaşıyorlar…

“Kuşak çalışmaları yalnızca bir fotoğraf ortaya koyuyor” dedik. Her fotoğraf gibi bunlar da yaşamın dondurulduğu o anı yansıtır. Çalışmaların bir diğer önemli eksikliği de budur. Maddi üretim ilişkileriyle yaşam tarzı ve toplumsal bilinç arasındaki diyalektik ilişki son derece devingen bir süreçtir. Sabitlenmiş veriler, bu değişim/dönüşüm dinamiklerini de ıskalar. O sabitlenmiş anda “tüketici” kitleye bir markayı pazarlayacakların böyle bir derdi olmayabilir ama yaşamı kavrayacak, müdahale edecek ve dönüştürecek politik özneler için, aslolan bu dinamik sürecin yakalanmasıdır.

Örneğin, Y kuşağı “özgürlüğüne düşkün” olarak tarif edilir. Neden? Yine bu sorunun kayda değer cevabı yok ve yalnızca bir fotoğraf sunulmuş bizlere.

Şirketler bu özelliği, kendi sınıfsal çıkarlarına uygun olarak değerlendiriyor. Tüketici kitleye, “şu şu metalara sahip olursan daha özgür olursun” diyor. Özgürlük kavramı, tüketimi körüklemenin aracı olarak kullanılıyor. Ya da şirket çalışanına “özgürce çalışabileceği” iş koşulları sunuluyor; sanki o koşullarda sömürü yokmuş gibi. Şirketler için tüketebilme ve o işte çalışabilme şansı olmayanlar yok sayılıyor. Kuşağa dair sunulan fotoğraf, bu kadarlık haliyle şirketlerin işini görüyor.

Sosyalistler bu özelliğin nedenlerini tarihsel materyalist bakış açısıyla anlamaya çalışır. Buradan hareketle gençliğin bireysel özgürlük arayışını tarihsel ve toplumsal zemine oturtarak, toplumsal özgürleşme yolunu açacak politik kimliği -öncelikle şirketlerin yok saydığı- gençliğe kazandırmanın çabasına girişir. Yani yaşamı yalnızca yorumlamaz; değiştirir…

*   *   *

Ortalığı kaplayan kuşak tartışmaları, Erdoğan’ın maruz kaldığı “oy moy yok” olayından daha kapsamlı nedenlere dayanıyor. Bu olayın kendisi de aynı nedenlerin yarattığı bir sonuç aslında. Hepsinin kaynak aldığı temel neden “toplumsal düzende yaşanılan köklü değişim süreci.” Kapitalizm; ekonomik ve politik yapısı, düşünce ve değerler sistemiyle çürüyor. Yeryüzü yeni bir tarihsel doğumun sancılarını yaşıyor.

Gençlik üzerine yürütülen tartışmalar burada önem kazanıyor. Eskiyen yapı gençliği içerisine alamıyor; gençliğin aklı sistemin kalıplarına sığmıyor. Bu yönüyle gençlik, yeninin ipuçlarını bünyesinde barındırdığı gibi yenilenmenin de belirleyici dinamiği haline geliyor.

Türkiye’de bu sürecin “Gezi gençliği” olarak adlandırılan kuşakla sıçrama yaptığını belirlemek doğru olacaktır. Yani kuşak çalışmaları yapanların “Y kuşağı” olarak tarif ettiği bireyler. O günlerden bugünlere, gençliğin sistemle doku uyuşmazlığı gelişerek devam ediyor. Gezi’de sokakları, meydanları kaplayan genç isyan, bugün -şimdilik- en fazla sosyal medya üzerinden kendisini ortaya koyuyor…

*   *   *

Günümüz gençliği ağırlıklı olarak kentli. Kapitalizmin gelişimiyle kentleşme hız kazandı; nüfus çok büyük oranda kırlardan kentlere aktı. 80’li yıllarda hız kazanan bu sürecin ardından yeni kuşaklar gözlerini büyük kentlere, metropollere açtı. Bu durum, tüm sınıfları kesen ortak bir özellik. Kentleşmenin ve metropolleşmenin yarattığı önemli sonuçlar var. Köylerin, kasabaların homojen/tekçi kültürel kodları, metropolün renkli/çoğulcu yapısına dayanamıyor, çözülüyor. Çok farklı kimlikler metropollerde etkileşim içerisine giriyor. Gençler, geçmiş kuşakların ezberlerini tekrar etmiyor.

Fakat Bekir Ağırdır’ın belirttiği gibi; “Metropolleri de, ‘varoşlar-standart kentsel alanlar-siteler ve lüks alanlar’ olarak ayırmak gerekiyor. Çünkü varoşlar ile lüks alanlar arasındaki kültürel ve ahlaki kodlar kır ile metropoller arasındaki fark kadar büyük.”

Farkı ortaya koymak açısından küçük bir örnek; varoşlarda yaşayan gençler dövüş sporlarına eğilim duyarken lüks alanlardaki gençler “yaşam koçları” eşliğinde geleceğe hazırlanıyor.

Bir diğer özellik, internet teknolojisinin yaşamın parçası haline gelmesi. Bu teknolojinin de getirdiği çok yönlü sonuçlar var. Etkileşim evrensel ölçeğe taşınıyor. İletişim/etkileşim/bilgiye erişim hızı muazzam artıyor. Farklılıklar arasındaki kalın duvarlar sosyal ağlar üzerinden aşılıyor. Artık internet bir araç değil yaşam alanı. Gençler sosyal ağlarda yaşıyor; sosyal ağlar üzerinden çok farklı kimliklerle sosyalleşiyor, politikleşiyor. Politik etkinliklerin bir kısmı internet üzerinden gerçekleştiriliyor. Bu özellik de her sınıfsal pozisyondan gencin ortak noktası.

İşsizlik ve gelecek güvencesinden yoksunluk, gençliğin ağırlıklı kesiminin önemli bir sorunu. Kendi geleceği karanlık olan kapitalist sistem gençlerin geleceğini de karartıyor. Bu tablo, gençliği ciddi anlamda tedirgin ediyor.

Gençler “özne” olmak istiyor. Kırda bireyselliği sınırlı gelişen, kapalı toplumun ortak kimlik potası içinde eriyen gençler kentlerde “kendi olma” yoluna çıkıyor. Düşüncesinin dikkate alınmasını çok önemsiyor. “Ben” kelimesi, kentli gençliğin gündelik dilinde daha fazla yer tutuyor.

Önceki örneğimizde de belirttik; “özgürlük” kavramı öne çıkan bir değer. Gözlerini açtıkları andan itibaren otoriter yapının boğucu iklimiyle karşı karşıya olan bir gençlik söz konusu. Metropolleşmenin tek kimlikli yapıyı çözmesi, gençleri yeni seçeneklerle buluşturuyor. Dünyayı küresel bir köye çeviren internet teknolojisi, bu seçenekleri zenginleştiriyor. Gençler, kimlik arayışlarında karşılaştıkları baskıya, özgürlük kavramına tutunarak karşılık veriyor. Kendi tercihleri olarak benimsedikleri yaşam tarzlarına dokunulmasını istemiyor.

Aynı nedenle, dindar nesil yaratma projesi de dikiş tutmuyor. Gençler, otoriter yapının zorla içine sokmaya çalıştığı şablonları kırıp atıyor. Dini muhafazakâr kimlik, gençlik içerisinde eriyor.

Ayrıca gençler, çürüyen kapitalist sistemin akıllarına yatmayan taraflarına itiraz ediyor. Hizaya gelmeleri için kendilerine ne kadar parmak sallanırsa sallansın, onlar bildiğini okuyor. Kapitalizm ikna ediciliğini/kapsayıcılığını yitirdikçe gençliğin -sistemin sınırlarının ötesine taşan- arayışları ferman dinlemiyor.

Gençlerde “eşitlik, adalet ve haksızlıklara karşı olmak” anlayışı göze çarpan özellikler. Birçok nedenin bileşkesi olarak bu tablo açığa çıkıyor. Çok kimlikli metropol yaşamında o kimliklerle yakın temas ve etkileşim, kimliklerin aşağılanmasına, dışlanmasına karşı bir bilinç gelişmesini sağlıyor. Kimlikler üzerinden kutuplaştırıcı siyaset tarzı gençliğin ağırlıklı kesiminde karşılık bulmuyor. Kapitalist sistemde bugün muazzam bir boyut kazanan eşitsizliklerin çok çarpıcı fotoğraflarla göze batar hale gelmesi gençlerde bu duruma karşı da tepki yaratıyor. Otoriterlikten totaliterliğe tırmanan rejimde siyasi iktidarın zincirlerinden boşanan keyfilikleri gençlerin haksızlıklara karşı duruşunu güçlendiriyor.

İnsanlığın yeni bir tarihsel eşikte olduğunu söyledik. Çözülen yapının eski doğruları anlamsızlaşıyor; fakat yenileri henüz yaşamlara yön verecek ağırlığa erişmiş değil. Hangisi doğru, hangisi yanlış; kafalar karışık. Bir ölçüde “normsuzluk” hali yaşanıyor. “Ben” olmaya çabalayan gençlik, benliğinin şekillenmesi sürecine “bireysellik yönü ağır basan özgürlük kavramına tutunarak, zengin etkileşim olanaklarına sahip olarak ve kafası karışık bir halde” giriyor. Cinsel kimlikten kültürel kimliğe, kimliğinin çok yönlü oluşum süreci artık kolayca etkileşebildiği zengin seçenekleri deneyimleyerek gelişiyor. Bu süreç bazen, üzerindeki baskıdan kurtulan yayların bir anda sağa sola fırlaması gibi kontrolsüz patlamalar halinde de yaşanabiliyor.

“Ben” olma çabasındaki gençle “biz” arasındaki diyalektikte, “ben” çoğu zaman baskın tarafı oluşturuyor. Bireyleşme sürecinde “bencillik” sınırı sıkça aşılıyor. Kolektifin çıkarıyla kendi çıkarı terazinin kefelerine konulduğunda, gençlerin önemli bir kesimi için “ben” daha ağır basıyor.

Gençler, kapitalizmin çok yönlü yıkımının açığa çıkarttığı yeni mücadele dinamikleriyle daha kolay bağ kurabiliyor. Geçmişin zihinsel kalıplarından yoksun olmak, böylesi bir avantaj sağlıyor. Örneğin, ekolojik yıkıma karşı gelişen mücadelenin ana gövdesini gençler oluşturuyor.

*   *   *

Yalnızca Türkiye’deki siyasi iktidarın değil, bir bütün olarak küresel kapitalist sistemin, gençliğin bütününü sistemlerine entegre edebilme şansı yok. Sistem karşıtı konumlanış, “güçlü bir gelecek tasarımına sahip örgütlülük” düzeyine taşındığında sarsıcı sonuçlar yaratacaktır. O günler çok uzakta görünmüyor…

Yazarın Diğer Yazıları