Arkadaşa Notlar | Belirsizlikler Dünyasında İrade Felci ve Sürüklenme
İrade felci, epeyce bir zamandır günümüz insanının oldukça yaygın görülen bir kişilik özelliği. Tarihsel, toplumsal derinliği olan sosyolojik bir olgu.

İrade, devrimci yaşamın altı çizilen kavramlarından. Sosyalistlerin kelime hazinesinin en kıymetli parçası. “Devrimci kişilik” üzerine yazılan yazıların değişmeyen alt başlığı. Devrimci örgütün ve tek tek devrimci kadroların taşıması beklenen bir nitelik. Değişimin, dönüşümün, özneleşmenin dinamosu. Bugün bu konuda yolunda gitmeyen bir şeyler var…
İradi davranış, beyindeki düşünme, tasarlama sürecinin sonucunda açığa çıkar. Düşünce ve davranış arasındaki bağ, irade üzerinden sağlanır.
İnsan beynindeki karar alma sürecinde, öznel ve nesnel çok sayıda faktör aynı anda çalışır. Maddi gerçekliğin diyalektiği, beynimizdeki bu süreçte yansımasını bulur. Devrimci irade, çatışan seçenekler içerisinden devrimci dönüşüme hizmet edende karar kılmayı ve davranmayı sağlar.
Devrimci irade, gücünü bilinçten alır. Kadronun zihnindeki iç çatışmada devrimci seçenekten yana karar verme süreci, bu seçeneğe olan inancın gücü oranında gelişir.
Devrimcilik, kapitalist sistemin çok boyutlu şiddetinin ve ideolojik hegemonyasının karşısında konumlanmak, tüm bunların üzerine yürümektir. Deyimi farklı bir anlamda kullanırsak, devrimci kadronun eylemi, akıntıya karşı kürek çekmektir. Durmak, yavaşlamak, düzenin akıntısında sürüklenmeyi getirir. “Daha güçlü! Daha güçlü asıl küreklere!” iç sesidir irade.
Bu ses susmadıysa da cılızlaştı. Geliştirici iç çatışma, belirsizlikler dünyasında yalnızlaşan bireyin tarif edemediği iç huzursuzluklara ve depresif ruh haline yerini bıraktı. Günümüz dünyasında bireyin iradesi felç oldu; geriye, “sürüklenen yaşamlar” kaldı…
Bir şeyi yapmaya karar vermek ama bir türlü yapamamak… İsteksizlik, enerjisizlik, yoğunlaşamama ve sürekli erteleme… Bir süre sonra ya yapmaktan vazgeçme ya da yapmış olmak için yapma… İradenin ortadan kalkması, düşünce ve davranış bağının kopması… Hafızamızı yokladığımızda ne çok örnek buluyoruz bu konuda.
Neden? Yaşanan, bir tembellik hali mi? Bir psikolojik sorun mu? Ya da egemenlerin şiddetinden duyduğumuz korku mu bizi adım atmaktan alıkoyan? Bütün bunların ötesinde bir durumla karşı karşıyayız. İrade felci, epeyce bir zamandır günümüz insanının oldukça yaygın görülen bir kişilik özelliği. Tarihsel, toplumsal derinliği olan sosyolojik bir olgu.
Bir şeyle karıştırılmamalı bu durum. Yapılacaklar konusunda her zaman bir öncelik sırlaması vardır. Bu sıralamayı, bireyin ideolojik formasyonu belirler. Zaman yetmez ve alt sıralardaki işler ertelenebilir ya da iptal edilebilir. Erteleme ya da vazgeçme kararı iradeyle alınır. Burada en fazla bir planlama hatasından söz edilebilir. Normal bir durum bu ve tartıştığımız mesele bu değil.
* * *
Devrimci ortamda karşılığını bulan irade felcinin nedenleri tartışılırken ilk işaret edilecek olan, devrimci dönüşüme inancın yitimi ya da zayıflamasıdır. Postmodern ideolojinin karanlığında gelecek hayalini yitiren insanlığın aklı, verili olanın sınırlarını aşamıyor. İradenin, gücünü bilinçten aldığını ifade etmiştik; inanç zayıflayınca irade de gücünü yitiriyor. Postmodernizmin, bilinçlerde yarattığı en ciddi yıkım bu.
Postmodernizmin kutsadığı kavramlardan birisi de belirsizlik. Bu batak ideoloji, gücünü insanlık tarihinin içinden geçtiği belirsizlik halinden alıyor. Bir çağ değişiminin eşiğindeyiz. İnsanlığın aklının, fikrinin, doğrularının, yanlışlarının, değerler sisteminin şekillendiği endüstriyel kapitalizm dönemi kapanıyor. Olanca yenilik, toplumsal yaşamın bünyesine nüfuz ediyor. Eskiyle yeni çatışıyor, yeniye denk düşen normlar henüz oluşamıyor, bir “normsuzluk” durumu yaşanıyor. Yaşamımıza giren yenilikler elektrikli scooterlar gibi. Yaşamın parçası haline gelmiş durumda; fakat kaldırımdan mı gidecek, yoldan mı? Eski yasal düzenlemeler ve fiziksel alt yapı, bu yeniliği karşılamıyor.
Kapitalizm, elektrikli scooter sorununu çözecek dönüşüm kapasitesi ortaya koyabilir. Fakat çözüm üretemediği sorunlar var. Sağlıktan gıdaya, her şey metalaşırken, metalara erişme şansı olmayan çoğunluk… Üretim ve tüketim süreçlerinden koparak kapitalist sistemin dışına düşmüş, kapitalist akla göre “fazlalık” olarak nitelenen ve giderek büyüyen kalıcı işsizler, zorunlu göçmenler, yaşlılar, engelliler … Sermayenin sürekli büyümesi pahasına yaşanan ekolojik yıkım ve gezegenin yok oluşa sürüklenmesi… Bütün bunlar kapitalizmin kendi eseri ve bu noktalarda sistem duvara dayanmış durumda. Hal böyleyken, “çağ değişimi, kapitalizmin sınırları içerisinde yaşanabilir mi?” sorusu ağırlığını artırıyor. Kapitalist sistem, bu soruya yanıt üretemediği oranda bir çürüme sürecini de yaşıyor.
Kapitalist sistemi güncelleyebilecek sistem içi irade giderek zayıflıyor. Devrimci dönüşümü sağlayacak devrimci sosyalist irade de gelişemiyor. Çağ değişiminin “geçiş süreci” uzuyor. Hiçbir şey dikiş tutmuyor… Her şey çok akışkan, geçici, uçucu… Netlik yok, denge yok, istikrar yok… Eskiyle yeninin birbirine karıştığı bu kaotik ara dönemde belirsizlik tablosu güçleniyor. Belirsizlik, insanlığın geleceği tasarlama yetisini ve dolayısıyla iradesini zayıflatıyor.
İnsanlık tarihinde hayatın olağan akışını sekteye uğratan olağanüstü olaylar ve bu olayların neden olduğu belirsizlik dönemleri yaşandı. Salgın hastalıklar, savaşlar, doğal afetler olağanüstü olaylara birer örnek. Bu anlamda belirsizlik yepyeni bir durum değil.
“Ancak bugünkü belirsizliğin garip yönü, bunun hiçbir korkunç tarihi felaket olmadan var olmasıdır; belirsizlik güçlü kapitalizmin gündelik işleyişine sinmiştir. İstikrarsızlık normal durumdur.” (Richard Sennett, Karakter Aşınması)
Kapitalizmin kurumları da sistemin kılcal damarlarına sinen bu belirsizlik hali konusunda kafa yoruyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Eylül 2022’de bir rapor yayımladı. Raporun başlığı tartıştığımız konu açısından oldukça anlamlı: “Belirsiz Zamanlar, Huzursuz Yaşamlar: Dönüşen Dünyada Geleceğimizi Şekillendirmek”
Geleceği şekillendirme, her sınıfın derdi. Kapitalist sistemin bekası için burjuvazi de aklını ve iradesini güçlendirmeye çalışıyor. Aklını güçlendirmek için onun da “belirsiz zamanlar”la uğraşması gerekiyor.
* * *
Aydınlanma çağıyla birlikte akla ve bilime tutunan insanlık, gözlerini gökyüzündeki yaratıcılardan yeryüzündeki gerçek hayata çevirdi. Artık insan, aklını kullanarak yaşamın iplerini eline alabilirdi. İradeye, özneleşmeye ve özgürleşmeye işaret eden bu gelişme, düşüncenin vardığı önemli bir seviyeydi. İnsanlığın yaşamına “devrim” fikrini sokan 1789 Fransız Devrimi, insan iradesinin gücünü kanıtlayan muazzam bir tarihsel olaydı.
Aydınlanmayla parlayan akıl, gelişen burjuva sınıfının aklıydı. Bu akıl, kapitalizmin kuruluşuna çalıştı. Akıl ve irade gücüyle hayata yön verme, özneleşme, özgürleşme, burjuva azınlıkla sınırlı kaldı.
Marksizm, bu sınırları aştı; özneleşme ve özgürleşme şansını azınlığın elinden alıp çoğunluğa sundu. “Aslolan dünyayı değiştirmektir” parolasını yükseltti ve değişimin öznesi olarak çoğunluk işçi sınıfını işaret etti. Bir bütün olarak insanlığın ve doğanın kurtuluşuna çalışan bu akıl, sosyalizmi kurdu.
Sosyalizm deneyimleri yenildi. Çoğunluğun iradesi kırıldı. İnsanlık, “değiştirebiliriz” fikrinden uzaklaştı. Postmodernizm, aydınlanma çağıyla yüceltilen aklın, bilimin, iradenin üzerinde tepindikçe tepindi. Yaşadığımız bu ara dönemde akıllar epeyce karıştı.
Bugünün devrimcisi, akılların karıştığı bu belirsizlikler dünyasında yol almaya -ya da yolunu bulmaya- çalışıyor. Devrimci kadronun iradeyle yaşadığı sıkıntının böylesi bir arka planı var. Aklı ve iradeyi güçlendirmek, dünden daha zorlu bir iş. İşin zor olması, bu konuda daha fazla emek harcanması gerektiğini bize anlatıyor.
* * *
İrade felcini tartışırken bir önemli konuya daha değinmemiz gerekiyor. Dominic Pettman’ın ifade ettiği “sonsuz dikkat dağınıklığı” durumu. Johann Hari bu durumu, dikkatlerin dağılmasından ziyade, “dikkatlerin çalınması” olarak nitelendiriyor.
“Odaklanma becerimizi kaybediyoruz, çünkü hepimiz zayıf iradeli bireylere dönüştük. Dikkatiniz dağılmadı, çalındı.” (Johann Hari, The Guardian, 2 Ocak 2022)
Belirsizliklerle karakterize olan bu ara dönemde burjuvazi, iktidarını sürdürmek, pekiştirmek, sermaye birikimini artırmak için belirsizlik durumundan faydalanıyor. Burjuvazinin geliştirdiği yeni iktidar tekniklerinde internet teknolojisinin yeri oldukça önemli. Kapitalist devletlerin toplumu denetleme mekanizmalarından, şirketlerin esnek çalışma modellerine, bu teknoloji egemenlerin çok işini görüyor.
Burjuva iktidarlar açısından olabildiğince toplumsal meşruiyet sağlamak, her zaman tercih ettikleri bir durum. Sopa hep ellerinde olsa da salt zora dayalı bir hegemonya, onlar için çok daha riskli. İnternet teknolojisi, toplumsal rıza üretiminde muazzam olanaklar sunuyor ve burjuvazi bunu çok iyi değerlendiriyor. Dijital dünyada görece daha özgürlükçü; hatta bireysel özgürlükleri kışkırtıyor. Bir anlamda, çok canımızı acıtmadan bizi teslim alıyor.
“Bizi teşvik eden ayartan özgürlükçü, dost çehreli iktidar, talimat ve emir veren, tehdit eden iktidardan daha etkilidir. Mührü ‘like/beğendim’ simgesidir. Tüketerek, iletişimde bulunarak, hatta like’ı tıklayarak tabi oluruz tahakküm ilişkilerine.” (Byung-Chul Han, Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri)
Dikkatlerin çalınarak irade felci halinin derinleştirilmesinde de yine internetin rolü var. İrade felcine uğramış bir toplum, sistemin kanallarında sürüklenmekten kurtulamıyor.
Beyin, duygu ve düşüncelerimizin şekillenerek davranışa tercüme edildiği organımız. Duyu organlarımız tarafından toplanan uyaranlar, beyin hücrelerinin kendi aralarındaki haberleşmeyle beyinde işlenir ve düzenlenir. Gelen uyaranlar üzerinden beynimizde oluşan duygu ve düşünce durumuna göre karar alır ve uygularız.
Saatlerce gözümüzü ayırmadan sosyal ağlarda gezinirken, birbiriyle ilgisi olmayan sayısız paylaşımın büyük bir hızla ve düzensiz bir sıralamayla akışını izleriz. Sevimli kedi videoları, politik haberler, şiddet görüntüleri, etkinlik duyuruları, insanların duygu durumu paylaşımları… Art arda, karmakarışık, ışık hızında bir akış.
Bu karmaşada her bir paylaşım beynimize farklı bir uyaran gönderir ve uyaran bombardımanına uğrayan beyin düzenleme işlevini sağlıklı yürütemez. Donuklaşan gözlerle ve hipnotize olmuş bir biçimde baktığımız ekrandan gelen uyaranların yarattığı etki aynılaşır. Düzenleme bozukluğu yaşayan beyin, davranış üzerindeki kontrolünü kaybeder, irade felç olur.
Diğer yandan, bitmek bilmeyen bu gezintilerimizde yaşamımızın her yönüne dair sayısız ayak izi bırakırız. Bu veriler toplanır ve bir algoritma üzerinden işlenir. Algoritma, burjuvazinin aklıyla oluşturulmuştur ve işlem sonucunda sürükleneceğimiz tüketim kanalları belirlenir. Arama motoruna “spor ayakkabısı” yazdığımızda, tarayıcımızın sağında solunda gözümüze sokulurcasına beliren ayakkabı reklamlarının peşimizi bırakmaması, işin en basitidir. Özgürlük hissiyle ağlarda yaptığımız gezintilerin sonucunda, hepimiz çok benzer kalıpların içerisinde buluruz kendimizi.
“Tuşlara basan ve bir şeyler beceren kusursuz birer Mozart’mışız gibi gelse de devasa bir org misali çalınan aslında bizleriz.” (Dominic Pettman, Sonsuz Dikkat Dağınıklığı)
Türkiye’de insanlar, uyanık olduğu sürenin yaklaşık yarısını sosyal ağlarda geçiriyor. Çarpıcı bir veri bu. Her şeyimizi internet üzerinden gerçekleştirir olduk, bir anlamda dijital dünyada yaşıyoruz.
Kitle çalışması yürüten devrimci kadroların telefonlarında kaç whatsapp grubu kayıtlı? Geçmişte devrimci kitle çalışması için mahallelerde, işyerlerinde, okullarda zaman geçirilirdi. Şimdi zamanın çok daha fazlası sosyal ağlarda harcanıyor.
Sayısız whatsapp gruplarından bitmek bilmeyen paylaşımlar. Ayrıca twitter, instagram ve diğer sosyal ağlardaki uzun gezintiler. Bu mecralardan yağan bildirimler. Bütün bunları bir anlığına takip etmesek yaşamdan kopuyormuşuz saplantısı. Bu saplantının motive ettiği korkunç bir bağımlılık. Eskiden toplantı aralarında sigara içmeye koşulurdu; şimdi bir iki saat ayrı kalmanın yarattığı büyük hasretle telefonlarımıza sarılıyoruz. Hangi bağımlılık sağlığa daha zararlı; sigara mı, telefon mu?…
Kuşkusuz bu teknolojiyi reddedecek değiliz. Sağladığı olanaklar müthiş. İşlerimizi çok kolaylaştırıyor. Fakat mesele bunlardan ibaret değil. Düşünme, odaklanma yetimizi ve dolayısıyla irade gücümüzü yitiriyoruz. Hayatı değiştirme çabasının öncüleri de sürüklenmeye başladığında, burjuvazinin eli çok güçleniyor.
* * *
İnsanlık, sosyalizmin yenilgisinin ardından kapitalizmin yarattığı korkunç yıkımı deneyimledi. Bu süreçte postmodernizmin tarumar ettiği akıl, hakikat sonrasının yalanlarına, safsatalarına inanacak dip noktalara kadar düştü.
Kapitalizmin gezegendeki canlı hayatın bütününü tehdit altına aldığı günümüzde, Fidel’in “ya sosyalizm ya ölüm” sloganı çok daha anlam kazanıyor. Postmodern ideolojinin bataklığında debelenen bilinçlerde, yaşadığımız bu tarihsel ara dönemden çıkışın arayışları mayalanıyor.
Bu arayışta çıkışın yolunu gösterecek kılavuz yine devrimciler. Rolün hakkının verilmesi için aklın ve iradenin güçlendirilmesi, iradeyi felç eden iktidar teknikleriyle sistemli bir mücadele yürütülmesi gerekiyor.