Faşizmin düğümü savaş-yoksulluk sarmalında gizli

…“dengeyi değiştirebilecek gelişme” pahalılık ve yoksullaşmanın politik karşılığının işçi sınıfının farklı katmanlarının eş güdümlü mücadelesiyle ortaya konması olduğu açıktır. Devrimci seçeneğin güçlenmesi sağa sola yönelik retorik salvolarla değil işçi sınıfının bağrında güçlü örgütlenmeler mevziler yaratmakla, yoksullaşmaya ve pahalılığa karşı direnişi büyütmekle mümkün olacaktır.

“İtalyan Komünist Partisi’nin (İKP) Mussolini’ye karşı demokratik muhalefete dair yaklaşımını, devam eden devrimci konjonktüre dair inancı belirliyordu. Dolayısıyla temel tartışma, Mussolini’nin yıkılması sonrasında ne tür bir rejimin takip edebileceği ekseninde yürüyordu- burjuva demokrasisine bir dönüş ya da proletarya diktatörlüğü. Togliatti’nin gözlemlerine göre bu sorunun cevabını olaylar ve sınıflar arasındaki güç dengesi belirleyecekti. Ancak yine de bu bir strateji tartışması olarak kaldığı sürece İKP’nin tutumu burjuva demokrasisinin restorasyonu için çalışan güçlere karşı çıkmak olmalıydı. Gramsci bunun sebeplerini güçlü bir biçimde ortaya koyuyordu: burjuva muhalefetle anlaşmak Mussolini’nin iktidarı ele geçirmesine rıza verenlerle ittifak yapmak anlamına gelecekti, demokrasi artık onlar için kabul edilebilir bir duruma gelmişti çünkü faşizm işçi sınıfını bütünüyle etkisizleştirmeyi ve örgütsüzleştirmeyi başarmıştı (“faşizm, demokrasiye yeniden var olma şansını sağlamıştı”) demokrasinin restorasyonunu kabule eden reformistler, bir gün faşizmin yeniden sahne almasını mümkün kılacak bir kısır döngüye onay vermiş olacaklardı. Bu sebeplerle İKP kendisini Sosyalist Parti’yle ittifaktan uzak tutmaya ve onları karşı devrimci olarak nitelemeye devam etti (ancak Togliatti’nin özellikle vurguladığı gibi sosyalistlere faşist de denemezdi)” (Beetham, 1983: 15).

Faşizmi yenmek mi yoksa faşizmden sonraki olası rakipleri bertaraf etmek mi öncelikli güncel politik hedef olmalıdır? Faşizmin ilk kurumsal iktidarının inşa edildiği ülke olan İtalya’da komünistlerin bugün açısından da son derece güncel bir tartışma yürütmüş olmalarının oldukça anlaşılır sebepleri vardır. İtalyan komünistleri daha Sosyalist Parti çatısı altından henüz kopmuşlardı, Alman sosyal demokratların ihaneti ve Rosa’ların katli daha çok sıcaktı, Ekim Devrimi’nin zaferi tescillenmiş, İtalya’nın kızıl yıllarının ve fabrika işgallerinin üzerinden ise birkaç yıl geçmişti. Tek başına devrim gerçekleştirebilecek bir komünist hareketin, ya da daha genel bir etiketle devrimci demokrasi güçlerinin; muhalif liberal burjuvazinin hegemonyasına tabi olmaksızın faşizmden demokratik çıkış mücadelesinin bir parçası olması nasıl mümkün olabilirdi? Liberal burjuvazinin uysal bir takipçisi olmak ve bütün inisiyatifi ona vermek devrimci demokrasi güçlerinin kendilerini bir politik özne olmaktan ilga etmesine yol açabilecek kadar yıkıcı sonuçlar üretebilecekken faşizmi yıkmak gibi bir öncelikli hedefte daha geniş kesimlerle birleşememek faşist diktatörlüğün giderek kurumsallaşmasına yol verebilecektir. İtalya’da restorasyon tehdidine karşı gösterilen büyük uyanıklık faşizmin yenilmesi konusunda bir başarıya yol açmamış, Mussolini iktidarı özellikle Sosyalist Milletvekili Matteotti suikasti sonrasında önemli oranda sallansa da muhalefetin akıl almaz taktik hataları dolayısıyla ayakta kalmayı ve 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar bir biçimde devam etmeyi başarmıştır. Basiretsiz muhalefetin etkisizliğiyle “Rakiplerimiz ne haldeler, ne yaparlar? Genel grev, hatta mahalli grevler mi düzenliyorlar? Ordu içinde isyan çıkarmaya mı çalışıyorlar? Hiçbiri değil; basın kampanyalarıyla yetiniyorlar!” diyerek dalgasını geçen Mussolini iktidara gelmesinin 3 yıl sonrasında çok önemli bir tehdidi savuşturmayı; muhaliflerinin parçalı, dağınık yapısı, eylem gücü yaratamaması sayesinde başarmıştır. 20 yıldan fazla iktidarda kalması komünist direnişçiler tarafından cezalandırılmasına engel olamadıysa da tarihsel gerçek buydu.

Saray faşizmi yarattığı toplumsal buhranın enkazı altında kalmaya mahkûm mu? Son birkaç aydır yaşananlar böylesi bir zorunluluğun bulunmadığının işaretleriyle dolu. Bütçe olanaklarının zorlanmasıyla seçime kadar işçi sınıfının çeşitli katmanlarına yönelecek göz boyama hamleleri devletin derin mahfillerinde pişirilen provokasyonların olası politik etkileriyle de birleştiğinde iletişim araçları, hukuk sistemi ve zor aygıtı üzerinde mutlak tahakküm kurmuş ve giderek bir narko-suç örgütüne dönüşmüş iktidarın seçimlerde bir biçimde ayakta kalması imkânsız olmayacaktır. Rojava’ya dönük bir hava harekatının kara operasyonuna dönüşmesi kısa vadede zor görünse de siyasi sonuçları itibariyle burjuva muhalefetinin HDP tabanının gözünde daha da itibarsızlaşmasına yol açtığı görülebiliyor. İktidarın son dönem hamlelerinin tamamı muhalefetin çeşitli biçimlerinin türlü yöntemlerle dağıtılması ve parçalanmasına dönüktür, bu konuda muhalefet içindeki ortaklarının da katkısıyla belli bir mesafenin kat edildiği de anlaşılmaktadır. İktidarın güçlendiği görüntüsü esas olarak burjuva muhalefetteki dağılma havası tarafından desteklenmektedir.

“Demokratik diktatörlük, geniş işçi kitlelerinin burjuvaziye karşı kendi çıkarlarını savunabilecekleri örgütsel formlar yaratmak için bir fırsattır. Komünistler demokrasinin veya demokrasiden yoksunluğun değerini tartışırken önce bu demokrasinin hangi sınıfın egemenliğini zayıflattığını belirlemelidirler. Burjuvazi açısından pekiştirici bir etkisi mi yoksa yıkıcı bir etkisi mi vardır? Sosyal demokrasinin demokratik reformlar için verdiği sözde mücadelenin tipik niteliği daima burjuvazinin güçlenmesine ve devrimin engellenmesine yönelik olmasıydı. Oysa demokratik diktatörlüğün her sloganı, kitlelerin harekete geçirilmesi ve burjuvazinin saflarının dağıtılması açısından değerlendirilmelidir” (Lukacs, 2016: 272).

Burjuva muhalefetin çapsızlığıyla umutsuzluğu büyüttüğü, egemen sınıfın ve emperyalizmin çeşitli kanatlarının faşist rejimle devam eğilimini ortaya koydukları momentte devrimci demokrasi güçlerinin faşizmden çıkış yönünde yeni bir momentumum inşasında inisiyatif alması gerekmektedir. İktidarın eline yüzüne bulaştıra bulaştıra yürüttüğü provokasyonlarının teşhiri için savaşa karşı geniş kesimlerin birlikte itiraz edebileceği etkinlikler, yoksulluk ve pahalılığa karşı kitlesel mitingler, asgari ücretin yoksulluk sınırının en az yarısı kadar olmasını hedefleyen kampanyalar faşizmden birlikte kurtulma umudunu büyütecek çabalar olacaktır. HDP’nin kendi cumhurbaşkanı adayını şu anda tartıştırmayı öncelikli bir başlık haline getirmesi bundan bir sene önce burjuva muhalefete tutum belgesiyle, gerekebileceğinden çok önce verdiği açık çekte olduğu kadar hatalı bir tutum olacaktır. Devrimci demokrasi güçleri faşizmi şu veya bu araçla yenme iradesini bir biçimde ortaya koymuş güçlerin birbirine yaklaşmasını önceleyen bir tutumdan geri adım atmamalıdır. Devrimci demokrasi güçleri faşizmin yenilmesini önceleyen politik tutumlarını her zeminde güçlü bir biçimde ifade etmeli, bu inisiyatifin kendisine kazandırdığı müdahale kapasitesini de demokrasinin sınırlarının işçi sınıfının güçlü örgütlenmelerinin önünü açacak ve savaş politikalarına karşı güçlü takozlar üretecek, kadınlara yönelik saldırıları hafifletecek biçimde genişlemesi yönünde kullanmalıdır. Faşizm toplumun direnç üretebilecek kesimlerinin örgütsüzleştirilmesiyle mümkün olur ve bu dağınıklığı derinleştirerek var olmaya devam eder. Bugün yaşanan birçok sıra dışı olaya rağmen oluşan toplumsal tepkilerin son derece sınırlı kalması bu örgütsüzlüğün yansımasıdır. Faşizmin kurumsallaşması önlenemediği sürece bu durumun devamı mümkündür. HDP’nin merkezinde bulunduğu devrimci demokrasi güçleri, burjuva muhalefetin yaşadığı dağınıklığın kimi kesimlerde faşizmin yenilemeyeceği bilincini oluşturmasına müsaade etmeyecek bir kıvraklık göstermelidir.  Bu kıvraklığın gösterilebilmesi için, HDP içindeki yüzü öncelikle Kürdistan’a ya da Batı’ya dönük eğilimlerin birbirini tamamlayacak değil de yıpratacak biçimde konumlandırılmalarına yol açacak suni tartışmalardan, yüzeysel polemiklerden kaçınmak gereklidir. Son dönemde HDP’nin kendi kendisini yıpratmasına, belli unsurlarının hızla itibarsızlaştırılmasına yol veren tartışmaları teşvik eden bir eğilim var ve pek de hayırlı bir rol oynamıyor. Saray rejiminden kurtuluşun yaratabileceği büyük toplumsal enerjinin devrimci demokrasi saflarına akıtılması, dönüşümün enerjisinin restorasyonla sönümlendirilmesine karşı da işçi sınıfının, ezilen halkların ve kadınların en büyük güvencesi olacaktır.

“2015’te kitleler sadece sandıkta değil sokakta da tepki verebilecek, taleplerini ifade edebilecek kadar örgütlüydü. 2015’ten 2017’ye kadar uzanan bir zaman dilimi içinde kitlelerin gücü şiddet ve şiddet korkusuyla ezildi.  Mevcut rejim bu güç dengesinin üzerine inşa edildi ve ancak bu dengeyi değiştirebilecek bir gelişme ülkeyi demokratikleştirebilir” (Siyasette Zorun Rolü, M.S. Birdai, Evrensel, 23 Kasım). Alıntıda bahsedilen “dengeyi değiştirebilecek gelişme” pahalılık ve yoksullaşmanın politik karşılığının işçi sınıfının farklı katmanlarının eş güdümlü mücadelesiyle ortaya konması olduğu açıktır. Devrimci seçeneğin güçlenmesi sağa sola yönelik retorik salvolarla değil işçi sınıfının bağrında güçlü örgütlenmeler mevziler yaratmakla, yoksullaşmaya ve pahalılığa karşı direnişi büyütmekle mümkün olacaktır. Bu stratejik hedefle faşizmden kurtuluşu önceleyen politik tutumu birbirini gölgeleyecek değil birbirini güçlendirecek bir biçimde konumlandırmanın yollarını bulmalıyız. Sosyalistlerin etkisizleşmesinin en önemli sebebi işçi sınıfının toplumsal buhranın yarattığı tüm olanaklara rağmen enerjik bir yönelişle siyasal İslam’ın hegemonyasından mutlak ve görünür biçimde koparılamamasıdır. Faşizmin attığı düğümü çözebilmek için savaş ve yoksulluk politikaları arasındaki bağı, sömürü ve tahakküm ilişkilerinin birbirini yaratan doğasına karşı mücadeleyi esas alan bir yaratıcı ısrara ihtiyacımız var.

Seçimle inşa edilen faşizmden kurtulmak için seçimlerin işlevsiz olacağını vaz eden laf ebeliklerinden de, seçimin kazanılabilmesi için halkın tribünde kalması gerektiği pısırıklığından da savaş-yoksulluk sarmalına kayıtsızlıktan da uzak durmakta fayda var. Faşizm ancak yoksulluk ve pahalılığın hesabını sokakta soran işçilere yenilirse sandıkta da kaybedecektir.