15-16 Haziran Eylemlerinden Günümüze (3)
Dünün “hiyerarşik” yapıları işlemiyor, ancak bugünün çok gevşek yapıları da gücü yeterince toplayıp büyütemiyor.
15-16 Haziran eylemleri öncesinde işçi sınıfının varlığı ve öncü rolü üzerine yoğun tartışmalar yaşanmıştı. Olayların akışıyla tartışmalar bir seviyeye varmıştı. Aynı zamanda Avrupa’da “1968 devrimi” yıllarında ve özellikle sonrasında işçi sınıfının varlığı ve oluşu, devletin yapısı, hatta “göreli özerkliği” üzerine Poulantzas ve Miliband arasında önemli polemikler yaşanıyordu. Hareket klasik komünist partilerin dışına taşıyor ve Yeni Sol (New Left) şekilleniyordu. New Left Review dergisi 1960 yılında yayına başlamıştı; Poulantzas’ın ünlü “Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar” kitabı 1968’de yayımlanmıştı.
Felsefe tarihinde “varlık” ve “oluş” hep tartışma konusu olmuştur. 60’lı yıllardaki sınıf tartışması da bu ikilem üzerinde yürüyordu. Sınıfın kendi varlığı ile oluş eylemi bu yılların yoğun tartışma konularındandır. Poulantzas sınıfın varlığını “yeterli etkinlikler” ile bir oluşa dönüştürmek ister. Kendinde sınıfın bir anlamı yoktur. Bu tartışmaların detayına girmek gerekli değil, ancak temelinde yatan bugün hala önemlidir. 1955’ler sonrası kapitalist merkezlerde “refah devletlerinin” şekillenmesi gerçekliğidir. Bunun altında büyük sınıfsal uzlaşmanın yattığı genellikle o günlerin hareketli ortamında unutulmuştur. Sonuç olarak Kıta Avrupa’sında devrimcilerin önünde sağlam bir kapitalist yapı duruyordu. Sınıf, büyük sendikal örgütlenmeler ve günlük çıkarlar ötesinde bir devinime sahip değildir. Böyle bir ortam sınıfın sorgulanmasını getirmiştir.
Tartışmalar Andre Gorz’un “Elveda Proletarya” kitabıyla bir sıçrama yapmış, bu aynı zamanda postmodern dünyaya bir giriş olmuştur. Düşüncenin her kıpırdanışı maddi ortamdaki bir değişime işaret eder. Özellikle kapitalist anayurtlardaki sınıf mücadelesi üzerine tartışmalar da sınıf mücadelesi koşullarında değişimlere işaret ediyordu.
Kapitalizmin, 19. yüzyıl başı ve 20. yüzyılın son çeyreği arasındaki “fabrika kapitalizmi” yılları sınıflar mücadelesi açısından en çarpıcı, tarihsel öneme sahip bir dönemdir. Önceki “manifaktür kapitalizmi” yılları sınıflar mücadelesi açısından henüz bir olgunlaşma dönemidir. Sınıflar mücadelesi adına yaşananlar ve yazılanlar “fabrika kapitalizmi” yıllarının damgasını taşır. Bu dönemin elbette en büyük olayı Ekim Devrimi’dir.
70 yıl süren Sovyet deneyine bakıldığında sınıf mücadelesi açısından iki önemli derse vurgu yapmak yerinde olur. İlki, işçi sınıfının çok kısa sürede iki kente yığılması mücadelenin gelişimi açısından önemli bir etken olmuştur. İkinci ders, iktidar olma ile ilgilidir. 70 yılın deneyinde işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarında büyük iyileşmeler olmuş, ancak sınıfın üretim örgütlenmesi ve geliştirilmesindeki, aynı zamanda siyasal yapıların gereklere göre yenilenmesindeki rolü çok sınırlı kalmıştır. Bunun sonucu kireçlenme ve tıkanmadır. İşçi sınıfının “yıkıcı” ve “kurucu” misyonları arasında bir kopma sosyalizme gidiş yolunda büyük bir handikaptır.
Sınıf mücadelesinin bir dönemi 90’lı yıllarda kapanırken, yeni dönem için bu dersler büyük önem taşıyor.
Yeni dönem içinde yürünürken işçi sınıfının uğradığı yapısal değişimler geleceğin içinde embriyonlarının olduğu alandır. Sınıfın rolü ona ilahi bir kuvvet tarafından ebedi olarak bağışlanmadığına göre, değişimlerin niteliği mücadelenin yeniden inşası ve geliştirilmesi açısından çok önemlidir.
Sınıfın konumlanması büyük bir değişime uğramıştır ve bu devam etmektedir. Fabrika döneminin işçi sınıfı açısından büyük yığınaklar yaratan özelliği gittikçe erimektedir. Robotlar büyük fabrikaların “işçileri” olurken, canlı emek bilgi ve hizmet iş kollarında dağınık bir konumlanmaya sahiptir.
İkinci olarak, Fordizm işçi sınıfını büyük ölçüde niteliksizleştirmişti. Gerek “grup çalışması” (team work) ve gerekse bilgi işçiliğindeki artış, sınıfın bir kesimi için yeniden nitelik kazanma anlamını taşıyor. Bunun sınıf mücadelesine nasıl yansıyacağı ve örgütleneceği içinde bulunduğumuz dönemin en önemli sorunlarından birisidir.
Üçüncü önemli değişim, kapitalizmdeki yapısal değişimin ve sosyalizm deneyinin bir yıkıma uğramasının sonucu ücretli emeğin büyük bir bölümünün bugün “güvencesizler” haline gelmesidir. Önceki dönemin toplu sözleşmelerinde belirlenmiş çalışma süre ve koşulları artık yoktur. İş oldukça çalışma ve iş gününün belirsizleşmesi dönemin çarpıcı özelliğidir. Sınıfın bu kesimi büyük güvencesizliklerle ve işsiz kitleleriyle kuşatılmış olduğu için davranış yeteneği son derece sınırlı hale gelmiştir.
Son olarak, sadece “gelişmekte olan ülkelerde” değil, artık kapitalist merkezlerde de ortaya çıkan “fazla nüfus”tur. Yeni üretim tekniklerinin ve kapitalizmin gelişim sınırlarına dayanmış olmasının bir sonucu olarak “fazla nüfus” ve “temel maaş” en önemli sorunlardan birisi haline gelmiştir.
21. yüzyıldaki mücadele deneyleri, geleceğe bakışı daha netleştirmek için büyük önem taşıyor. Bu mücadeleler önceki yüzyıl deneylerinden oldukça farklı niteliklere sahiptir. Bu konuda üç önemli dalgadan söz etmek mümkündür. İlki, 21. yüzyıl başlarında Latin Amerika’da yaşanan Arjantin, Venezuela ve Bolivya’da yaşanan isyanlardır. İşçi sınıfının sınırlı olarak katıldığı, daha çok işsiz işçilerin, Latin Amerika’nın ünlü bario (varoş) yoksullarının ve yerli halkların öne çıktığı isyanlar “21. yüzyıl sosyalizmi” yolunda parlak adımlar atmışlardır.
İkinci dalga, Arap isyanları özellikle Mısır Tahrir Meydanı’ndaki eylemler, Ortadoğu’nun alın yazısını değiştirme şansına sahiptiler. Emperyalizm bu isyana bütün gücüyle yüklenerek buradan çıkabilecek devrimci enerjiyi tüketip çürüttü. Ancak şimdilik!
Bir diğer önemli dalga Wallstreet işgali, Madrit’de Güneş Meydanı’nın işgali, Yunanistan’da aylar süren eylemler ve Syriza’nın iktidara gelişi ve elbette İstanbul’da Gezi isyanı yeni tip mücadelenin işaretlerini ortaya koyan eylemlerdi.
Bu eylemlerin hiçbirinde tek bir sınıfsal nitelik yoktu. Son olarak Şili’de yaşanan isyanlar ve ABD’de George Floyd’un öldürülmesi üzerine patlak veren eylemlere katılan kitleler tam bir gökkuşağı gibi renkliydi. Kapitalizmin geldiği tıkanma noktası, sokaklara çıkan kitleleri çok renkli hale getiriyor.
Ancak hala günümüz mücadelesinde çözümlenmemiş, büyük olasılıkla çözümü önceki mücadele dönemlerinden farklı olacak iki temel konu vardır. Kapitalizmi aşmak için siyasal bir program ve ortaya çıkıp kaybolan örgütlenmelerden farklı dayanıklı ve sürekli örgütsel yapıların inşasıdır.
Kapitalizmin aşılmasında bugün dünün devrimci partilerinin klasik programlarından çok önemli bir fark, hedefin artık insanlığın bir yıkımdan kurtarılması seviyesine yükselmiş olmasıdır. Bu tüm klasik davranışları, eski alışkanlıkları değiştirecek bir gerçektir. Öte yandan, örgütlü mücadelenin çok zengin biçimlere kavuşması zorunluluğudur. Dünün “hiyerarşik” yapıları işlemiyor, ancak bugünün çok gevşek yapıları da gücü yeterince toplayıp büyütemiyor. Arjantin ayaklanmasında parlayan “horizontalizm” artık daha dayanıklı örgütlenmelere tırmanmalıdır.
Bugün elimizde önceki mücadele süreçlerinden gelen hazır reçete ve formlar yok! Bu yeterince açık. Esas olan günümüz deneylerinden en hızlı biçimde yeni yolları ve araçları yaratabilmektir.