Sınıfın Kadavralaştırılması: Paternalistik ve Patriyarkal İşletme Rejimleri, Modern Çalışma Kampları
Kapitalizmin yapısal-organik kriz momentleri bir yanıyla yeni sermaye birikim rejimlerinin önünü açar, diğer yanıyla yeni emek ve çalışma rejimlerini koşullar.
Finans kapitalin manik karakteri sürekli kâr arzusu üzerinden şekillenir. Bir anlamda kârın sürekliliği ve daha fazla kâr dürtüsü, emeğin sistematik bir biçimde boyunduruk altına alınmasını, emek üzerinde sermayenin sürekli tahakkümünü, emeğin denetim ve disiplin altında tutulmasını gerekli kılar.
Kapital I, aslında emeğin emek gücü haline getirilmesi, 18. ve 19. yüzyıldaki yoğun işçileştirme sürecini ve bu sürece karşı sınıfın direncinin anlatıldığı epik bir eser olarak da okunabilir.
Sermayenin büyük çitleme operasyonu, emekçilerin topraklarından sökülüp atılması, işsizliğin serserilik ve suç olarak görülmesi, hayatın her alanının tam kontrolü ve yine hayatın bir nevi fabrikalaşması, işçilerin fabrikalara ya da düşük yoğunluklu çalışma kamplarına doldurulması, insan eti, teri ve kanıyla dönen sömürü çarkı, emeğin yıkıcı metalaşma süreci, yığınsal ıstırap, açlık, yoksulluk, sefalet kapitalin ruhunu şekillendirir. Sermaye tam anlamıyla kan ve irin içinde doğar ve yine kan ve irin içinde “varlığını” sürdürür. Marx boşuna vampir metaforunu kullanmaz, bu gotik bir figür değil sermayenin ontolojisine ilişkin bir benzetmedir. Sermaye ancak emeği abluka altına aldığında ve kuşattığında var olabilir. Emeğin emek gücü haline getirilmesi vampiri var eden ve yaşatan şeydir.
Marx, kapitalde matematik, cebir, istatistik, ekonomi -politik yorumlarıyla yüksek sofistikasyon yeteneğini gösterirken aynı zamanda bizleri dünya edebiyatının koridorlarında gezdirir. Katmanlı bir kavram bazen edebi bir betimlemeyle ve alıntıyla somutlanır. Bazen işçi sınıfının yaşadığı sefalet, sınıfın ruhu ve öfkesi bir roman kahramanın sözlerinde ifadesini bulur. Aslında kapitalizmin kanlı tarihi kısaca emeğin tahakkümü, disiplin altına alınması ve ehlileştirilmesi tarihi olarak okunabilir. Marx bunu ustaca anlatır. Ve işçi sınıfına “Anlatılan senin hikayendir” der.
Fabrika: Makinenin Tahakkümü
Fabrika kompleks bir sistemdir. Sistem, emeği disiplin altına alma, kontrol etme ve sömürüyü sistematik ve kolektif gerçekleştirme üzerinden işler. Fabrika aynı zamanda bir makine uygarlığının simgesidir. Makinenin emek üzerindeki tahakkümü, canlı emeğin ölü emeğe dönüşüm sürecini ifade eder. En başta emeğin metalaştığı, emek gücüne dönüştüğü alandır fabrika. Bu manada yıkıcı ve yok edicidir. Bu mekanda her şey emeğin zapturapt altına alınması üzerinden kurgulanır. Mekan ve zaman, manasını emeğin en rafine sömürüsü üzerinden bulur.
Sermaye bu süreci son derece soğukkanlı bir şekilde örer. İşçi fabrikanın içine girdiği an zaten ablukanın içindedir. Fabrikanın her alanı onu kuşatır, geçirdiği her dakikada ruhunun ezildiğini hisseder. Bir mahkûm gibi her an denetlendiğini bilir. Yine bir mahkûmun en zor koşullarda bile kendine özgürlük alanları yaratması gibi tahakküme, çalışmanın yabancılaştırıcı yıkıcılığına, boğucu atmosferine karşı farklı direniş biçimleri gerçekleştirir. Bazen makineyi yavaşlatır, bazen kendi yavaşlar, bazen makineyi çalışmaz hale getirir. Farklı sabotaj teknikleri kullanır.
Ve paydos anında işçilerin hapishaneden kaçar gibi fabrikadan dışarı çıkması boşuna değildir. Bir nevi zincirlerin, prangaların ağırlıklarından kurtulma halidir yaşanan…
Sermaye, sınıflar mücadelesinin her momentinde fabrikaları ya da iş yerlerini yeniden düzenledi. İşçi sınıfını her defasında kuşatan ve boyunduruk altına alan teknik ve taktikler geliştirdi. Yeni emek rejimleri bu uygulamaların sistematize edilmiş şekli olarak devreye sokuldu. Böylece sömürünün derinleştirilmesi, sınıfın kontrol ve disiplin altına alınmasını arzuladı.
20. yüzyılın başında hayata geçirilen Taylorizm bu yönde sermayenin gündeme getirdiği “modern” üretim sisteminin ilki ve en önemlilerinden biri oldu. Kâr maksimizasyonunu sağlamak üzerine kurulan sistemin hareket noktası uzmanlaşma ve sert bir iş bölümüydü. Sistemi teorize eden F. W. Taylor’a göre işçiler az çalışma ve tembellik eğilimi içindeydi. Standart iş bölümüne dayalı, işçilerin yetenek ve ehliyetlerine göre iş dağıtımı yapılırsa ve işçiler sıkı bir denetime tabi tutulursa iş verimliliği hızla artabilirdi.
Taylorist sistem işçiyi üretim sürecinin mekanik bir parçası gibi ele alır. İşçi makinenin bir parçası, dişlisi gibi görülür ve işçinin en üst düzeyde çalıştırılması ve denetlenmesi amaçlanır. Taylorist sistemde zaman ve zamanın en verimli şekilde kullanılması stratejik önem taşır. İşçinin azami sömürüsü için birim zaman içinde yoğun çalıştırılması, bir nevi makineyle bütünleşmesi hedeflenir. Sistemin ruhu şu üç cümleye dayanır: En kısa zamanda, en az hata ve en fazla üretim.
Taylorizmin en karakteristik özelliği işçinin üretim süreciyle ilgili bilgi, beceri ve zihinsel faaliyetten koparılması ve vasıfsızlaştırılmasıdır. İşçi bir nevi makinenin işleyişine ve ritmine uyum sağlayan mekanik parçaya dönüştürülür. Pre-Taylorist dönem 1880’lere dayanmasına karşın, sistem en yaygın ve gelişmiş bir şekilde 1910-20’li yıllarda hayata geçirildi.
Fordizm ve Post-Fordizm
Kapitalist kriz ve kâr maksimizasyonu arayışının bir başka üretim tekniği Fordizm oldu. Fordizm emek sürecinin yeniden örgütlenmesinin tipik bir örneği olarak dikkat çekti ve özellikle II. Paylaşım Savaşı sonrasında etkin bir şekilde hayata geçirildi. Ayrıca Fordizm yoğun sermaye birikim rejimi olarak da tanımlanır. Sistemin özü kitlesel üretim ve kitlesel tüketime dayanmaktadır. Sistem Taylorist ilkelere ve akan bant sistemini (ya da hızlı montaj hattını) içerir.
Bu sistemde iş gücü hiyerarşik bir işleyişe tabi tutulur. Nitelikli emek diye tanımlanan kesimler üretimin bilgi ve tasarım aşamalarında yer alabilirken, düz ya da kalifiye olmayan iş gücü bir nevi makinenin parçası gibi hareket eder. Tekrar ve rutin üzerinden kurulan işleyişte yoğun olarak kullanılan işçiler, üretimin hiçbir alanına vâkıf değillerdir. Bu nokta sistemin en önemli özelliklerinden biri olarak dikkat çeker.
Sistemde üretimin hızı önemli bir faktördür. Hız ve hıza işçinin adaptasyonuna azami önem verilir. İşçiden yüksek bir çalışma disiplini istenir. Sistem, sermayeye iş gücü üzerinde tam denetim ve egemenlik kurmasını sağlayacak düzenlemeleri içerir. Fordist sistemin ayırt edici özelliklerinden bir diğeri ise küresel düzeyde yoğun bir proleterleşmenin önünü açmasıdır.
Fordist sistemin işçi sınıfı üzerinde yıkıcı etkileri oldu. En başta işçi ürettiği ürüne bütünüyle yabancılaştı ya da yaşadığı yabancılaşma derinleşti. Ayrıca sistemde yoğun kalifiye olmayan işçinin kullanılması, işten atılmaları kolaylaştırıcı bir faktör oldu. Böylece aktif olmayan iş gücünün yani işsizlerin, sermaye tarafından aktif işgücüne karşı tehdit olarak kullanılmasının nesnel zeminleri oluştu.
1970’lerin ortasında kapitalist sistemin içine girdiği bunalım, sistemin yeniden yapılanma ihtiyacını koşulladı. Bu süreç bir yanıyla da yeni sermaye birikim rejimi inşası anlamına geldi.
Fordizmin krizini de gösteren bu gelişmeler, yeni üretim ve emek rejimlerinin inşasının önünü açtı. Post-Fordizm özellikle 1990’lı yıllarda küresel düzeyde hayata geçirildi. Esnek üretim sistemleri olarak da tanımlanan uygulamalarla, stok sorununu çözen, sıfır hatayı ve zamandan tasarrufu amaçlayan, iş akışkanlığı ve emek yoğunluğunu artıran düzenlemelere gidildi. Finans kapital bu sistemle iki şeyi arzuladı: Maksimum sömürü ve itaatkâr bir işçi sınıfı.
Bu hedefler esnek uzmanlaşma ve Toyotaizm ya da yalın üretim olarak tanımlanan iki model üzerinden gerçekleştirilmek istendi. İki model de işçi sınıfının kolektif kimliğine ve varoluşuna karşı açık bir saldırı olarak şekillendi. Post-Fordist sistemde işçi sınıfı hem makinenin bir dişlisine hem de “organik” parçasına dönüştürülmek istendi.
Küresel Güney ve Yıkıcı Çalışma Rejimleri
2007 ve 2008 kapitalizm yapısal krizi ve içine girdiğimiz pandemi sürecinde, küresel finans kapital sınıfı kontrol etmek, bütünüyle denetlemek, itaatkârlaştırmak ve sermayenin politikalarına tabi kılmak için yeni çalışma ve emek rejimleri inşasına girişti.
Almanya eksenli gelişen sanayi 4.0 ve yapay zekâ tartışmalarının somut yansımaları işçi sınıfının iş yerinde en ayrıntılı bir şekilde ve kompleks biçimde denetlenmesi, emeğin en yoğun ve derin sömürüsü için zamanın ve mekânın bütünüyle yeniden düzenlenmesini içeriyor. Bu uygulamalarda işçinin sadece makinenin dişlisi olması değil aklını, duygularını ve ruhunu makineye/robota vermesi amaçlanıyor. Bir nevi robotik bir işlev kazanması yönünde denetleniyor, yönlendiriliyor ve şekillendiriliyor.
Daha çok merkez ülkelerde gördüğümüz robotik teknoloji ve yapay zekâ uygulamalarının, sınıfa aktüel yansımaları yanında, küresel güney diye tanımlanan coğrafyada küresel sermaye dün olduğu gibi bugün de geri teknolojileri ve ucuz iş gücünü tercih ediyor. Ve kapitalizmin ruhu, işleyişi ve rasyonlarına uygun olarak da tercih etmeye devam edecek.
Özellikle son 30 yıllık süreçte Bangladeş, Hindistan, Endonezya, Çin, Kamboçya ve Vietnam gibi ülkeler bir nevi dünyanın atölyeleri işlevini gördü. Neoliberal kapitalizmin yarattığı tarihin en büyük proleterleşme dalgasının merkezi olan küresel güney, aynı zamanda bir işçi cehennemi olarak dünya piyasalarında yerini aldı. Bu bölgede yer alan ülkelerde işçi sınıfı olağanüstü ağır koşullarda çalışıyor, yoğun bir şekilde sömürülüyor ve son derece az ücret alıyor. En temel insani ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan işçi sınıfı şiddetli bir örgütsüzlük içinde ve enternasyonal bağları hemen hemen yok gibi. Çin/Bangladeş çalışma rejimi diye tanımlayabileceğimiz bu uygulamalar esasta sınıfın ontolojisine yönelik bir saldırıyı ve sınıfı kadavra haline getirmeyi amaçlıyor. Bu çalışma rejimi gücünü sınıfın yaşadığı atomizasyondan, amorfe yapısından, kronik örgütsüzlüğünden ve sınıf kimliğinin zayıflığından alıyor. Çalışma rejimi bir yandan aynı yoğunlukta sınıfı parçalayarak işlev kazanıyor.
Yeni Çalışma Kampları ve Panoptikon Düzenlemeler
Pandemi meta üretimini ve dolaşımını sekteye uğratarak, kapitalist sistemi bloke edecek bir olgunun altını çizdi. Bu yön işçi sınıfının sistem içinde stratejik yönünü, kolektif aksiyon yeteneğinin beslendiği zemini ortaya çıkardığı gibi (Bugün sınıfla kurduğumuz her temasta, ajitasyon ve propagandada bu olgunun altı çizilmeli, yani hayatı gerçek manada işçi sınıfının yarattığının üzerinde odaklanılmalıdır, sınıfın bu olguyu hissetmesi ve kavramasının bilinç ve örgütlenme anlamında muazzam sıçramaları ve sonuçları olacaktır. Tabii ki bu sürecin bir biriktirme süreci olduğu unutulmadan), finans kapitalin de acil önlemler almasını, arayışlara ve çalışma rejimlerinde yeni düzenlemelere girmesini koşulladı.
İkinci kuşak kapitalist bir ülke olan ve bir anlamda küresel güneyin içinde yer alan ve küresel piyasalar açısından tali bir rolü olan Türkiye’de sermaye çevreleri son derece agresif projeler üretmeye başladı. Benzer projeleri hem merkez hem de küresel güney içinde yer alan ülkelerde kısa zamanda görebiliriz.
Siyasal iktidarın organik sermayesi olan ve sermaye fraksiyonları arasında devlet patronajlarıyla palazlanan MÜSİAD, “izole üretim ve yatırım üssü” adını verdiği bir nevi organize sanayi bölgesine benzer ya da onun değiştirilmiş biçimi olarak tasarlanan projesini açıkladı. MÜSİAD, salgın ve benzeri durumlar için tasarlanan bu üretim üslerinin aynı zamanda bir yaşam alanı şeklinde inşa edileceğini, 1000 ailenin ve yaklaşık 4500 kişinin yaşayabileceğini vurguladı. Yaşam alanında her türlü sosyalleşmenin yanında cami, okullar, meslek liseleri bulunuyor. Acil durumlarda dışarıyla irtibatın bütünüyle kesileceği bir sistem düşünülüyor. Hem üretim hem de tedarik merkezi işlevi görecek içerikte bir organizasyondan bahsediliyor.
Modern çalışma kampı niteliğindeki “izole üretim ve yatırım üsleri” sistematik ve derin sömürünün yanında, bir yaşam tarzının inşa edildiği organizasyon olarak dikkat çekiyor. Yeni bir mekân ve yaşam alanı düzenlenmeleriyle işçinin çalışma alanının yanında yaşam alanı ve boş zamanının “örgütlenmesini” amaçlıyor. İşçinin ailesiyle ve hatta yeni jenerasyonlarla sermayeye tam bağımlılığı ve ontolojik olarak yıkımı amaçlanıyor. Emek rejimimin farklı bağımlılık ilişkileriyle derinleştirilmesiyle, sınıfın sermayeye ve şirkete yüksek itaat göstermesinin önünün açılacağı düşünülüyor. Sınıftan doğabilecek tepkilerin yaratılan bağımlılık ilişkileriyle ve siyasal İslam’ın ideolojik mas etmeleriyle başından itibaren nötrleştirilmesi hesaplanıyor. Bundan dolayı sınıf bir nevi patron-klient ilişkisine sokularak farklı işçi örgütlenmelerin önü kesilmek isteniyor.
Bu adımların yanı sıra finans kapitalin en agresif örgütlenmelerinden biri olan MESS de pandemiye karşı fiziki mesafenin korunması için işçilere elektronik kelepçelerin takılması gibi “sosyal sorumluluk” adımları attı. Finans kapitalin bu “masum” açılımının arkasında tabii ki işçi sınıfını her düzeyde denetlemek arzusu ve gözetim stratejileri yatıyor. Bugün yapay zekâ ve farklı dijital uygulamalarla sermayenin yeni denetim ve gözetleme stratejilerini hayata geçirildiği biliniyor. Örneğin iki uluslararası şirkette, Amazon ve Uber’de son derece soğukkanlı bir şekilde hayata geçirilen bu uygulamalar işçinin çalıştığı zamanın bütününü boşluksuz olarak gözetliyor, kontrol ediyor, işçinin aralıksız ve yoğun bir şekilde çalışması isteniyor ve işçilerin ortak hareket etme zeminleri aşındırılarak, aralarındaki rekabet körükleniyor. MESS’in elektronik kelepçeden beklentileri en asgari düzeyde yukarıda belirttiklerimiz olacaktır. Sermaye gruplarının birbirlerine deneyim ve strateji aktardıkları unutulmamalıdır.
Aslında bütün düzenlemeler sermayenin refleks ve rasyonlarını dışa vuruyor ve özünde, geçen yüzyılın başında uygulanan Taylorist sistemle pek fazla ayrışan noktası bulunmuyor. Benzer yorumu Taylorizmden sonraki emek rejimleri için de yapabiliriz. Aslında uygulamalar arasında mantıksal devamlılık görülüyor. Kısaca sınıfın bir nesneler yığınına dönüştürülmesi, sınıfın yoğun bir şekilde sömürülmesi, çalışma zamanının bütününün kontrolü, işin yoğunlaştırılması ve işçinin fiziksel, ruhsal ve duygusal kapasitesinin sonuna kadar kullanılması bu mantıksal örgüyü oluşturuyor.
Patron Klient İlişkisi, Paternalist ve Patriyarkal İşletme Rejimleri
Pandemi finans kapitalin ve farklı sermaye fraksiyonlarının yeni sratejik yönelimler içine girmesine yol açtı. Tefeci-bezirgân köklere sahip, Özal sonrası devlet teşviki ve farklı patronaj olanaklarıyla palazlanan ve özellikle Körfez sermayesi ve Uzak Doğu’yla kurduğu iş bağlantılarıyla küresel piyasalara girerek metamorfoza uğrayan, son 20 yıllık süreçte yine yoğun devlet patronajlarıyla gelişen ve siyasal iktidarın organik sermayesine dönüşen MÜSİAD, yeni süreçte yeni ve agresif hamlelerle (Bu köklerine ve tabiatına uygun bir özelliktir ve geç kalmanın ve hızla büyümek isteyen bir fraksiyonun refleksidir. Bazen bu tavır kapitalist rasyonları zorlamaktadır. Aynı şekilde arkasına devlet ve devletin olanaklarını almanın rahatlığının ifadesidir.) piyasalarda söz sahibi olmak istiyor.
MÜSİAD aslında yeni dönemde siyasal iktidarın sürece bakışı ve Türkiye kapitalizminin yöneliminin sözcüsü gibi hareket ediyor. Siyasal iktidar özellikle pandemiyle birlikte küresel düzeyde Çin’in imaj kaybına uğradığından hareket ederek II. kuşak kapitalist ülkeler içinde yaşanan rekabette bir adım öne geçmek istiyor. Benzer salgın ya da olağanüstü durumların önümüzdeki dönemde de yaşanacağı tahmin edildiğinden, Türkiye’nin coğrafi avantajlarını kullanarak, özellikle AB ve Ortadoğu’nun tedarik merkezi/odağı olabileceğini düşünüyor. Bu yönde steril üretim ve tedarik merkezlerinin önemli olacağı varsayılıyor.
Proje stratejik bir proje olarak düşünülüyor ve özellikle işçi sınıfının kontrolü projenin eksenini belirliyor. Bu yönde kimlik ve kültür politikalarıyla paternalist uygulamalar iç içe geçirilip, sınıf kimliği ve reflekslerinin zayıflatılıp işverenin bir baba, otorite, ekmek veren kutsal biri gibi görünmesi, algılanması sağlanarak, sınıfın yaşadığı her koşula rıza göstermesi hedefleniyor. Modern zamanların patron-klient ilişkisi ya da yaratılan himayecilikle işverene ve şirkete tam tabilik, tam itaat bu organizasyonlarla hayata geçirilmek isteniyor. Ayrıca patriyarkanın işletme rejimimin ruhunu belirlemesi kaçınılmazdır. Hem işletme içi hem de yaşam alanlarında patriyarka sınıfı bölme, iç hiyerarşi yaratma ve tahakkümü içselleştirme anlamında son derece yıkıcı sonuçlar yaratacaktır. İlki Tekirdağ’da açılacağı söylenen ve kısa zamanda sayısının dörde çıkacağı ifade edilen yeni çalışma kamplarında, Çin/Bangladeş çalışma rejimi yeni adımlarla derinleştiriliyor.
Sınıfsal Öfke Birikiyor
Pandemi krizi kapitalist krize, derinleştirici ve şiddetlendirici içerik taşıdı. Küresel düzeyde sınıflar mücadelesinin sertleşeceği, finans kapitalin emeğe, doğaya, kadınlara stratejik olarak saldıracağı yüksek bir konjonktürün içine girdik. Finans kapitalin yeni sömürgeleştirme alanları aynı zamanda direnişin ve öfkenin merkezlerine dönüşüyor. Hatta öfke, yeni karakteri bu zeminler üzerinden yeniden kuruyor.
Bugün George Floyd’un öldürülmesiyle ABD’de ırkçılığa ve diskriminasyona karşı patlayan ve hızla yayılan Siyah Öfke, yeni dönem öfke karakterinin en somut dışa vurumlarından biridir.
2020 yılının ilk aylarında Hindistan’da gerçekleşen, 250 milyon işçinin katıldığı tüm zamanların en büyük genel grevi, yine pandemi öncesi 44 ülkeyi saran neoliberal kapitalizme karşı küresel ayağa kalkış, 2018 yılından sonra dünyayı saran feminist genel grevler, ekolojik yıkıma karşı gelişen direnişler, pandemiyle birlikte birçok ülkede gerçekleşen fiili grevler, makineye dokunmama eylemleri, iş yeri direnişleri, Lübnan, Kolombiya ve Şili’de gerçekleşen açlık isyanları kitlelerin yeni arayışlarını ve neoliberal kapitalizme karşı öfkelerini dışa vuruyor.
Finans kapitalin her kuşatma ve ablukaya alma stratejisi yeni sınıfsal öfke dalgaları yaratacaktır ve yaratıyor.
Türkiye’de sermaye panoptikon fabrikalar, modern çalışma kampları gibi projelerle sınıfa yeni saldırı stratejileri geliştiriyor. Sınıfı ontolojik olarak yıkıma uğratıp kadavralaştırmaya çalışıyor. İşçi sınıfının kendi otonomisine dayanarak, iş yeri komiteleri şeklinde acilen örgütlenmesi artık yaşamsal bir soruna dönüşmüştür. İş yeri komiteleri ve bu komiteler esasına dayalı yeni emek odaklarının, havza, kent, bölge düzeyinde yaratılmasıyla ancak böylesi yıkıcı stratejik saldılar boşa çıkarılabilir. Ve işçi sınıfı kolektif karşı duruşlar gösterebilir.