Devrimin Alevi: Rosa Luxemburg
Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, SPD’nin ihaneti ve devrimci dalgayı bastırma talimatıyla 15 Ocak 1919’da katledildiler. Bu iki devrimci komünistin katli, reformizm ve devrimci çizgi arasındaki uzlaşmazlığı simgelemektedir. Rosa devrimci Marksizm’in en önemli simalarından biridir. Rosa yaşamı, ruhu, kimliği ve karakteriyle sarsıcıdır. Rosa, yüksek bir entellektüel kapasite, militan bir ruh ve yaşam sevinci demektir. Bugün hala ona Rosa diye seslenebiliyorsak boşuna değildir. O kızıl Rosa’dır, o arkadaş Rosa’dır. 19 Ocak’lar bu anlamda öfke ve mücadeleyi anlatır. Nazım’ın dediği gibi “…yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz.”
1918-1923 Alman Devrimi, tarihe “gerçekleşmeyen” devrim olarak geçti. 5 yılı kapsayan ve büyük alt üst oluşları içeren bu süreçte, Almanya’da aralıklarla yaşanan devrimci durumlara karşın, işçi kitlelerinin mücadelesine nüfuz edecek, bu mücadeleye yön verecek ve şekillendirecek güçlü ve yaygın bir devrimci partinin olmaması, devrimin yenilgisini kaçınılmaz kıldı.
Kasım 1918 ve Ocak 1919 ayaklanmalarında, işçi ve asker konseylerinin kitleleri mobilize eden sürekli ve etkin bir güç olamaması, Kapp Darbesi sonrası oluşan koşulların lehte kullanılamaması ve yeterli düzeyde değerlendirilememesi, KPD-Almanya Komünist Partisi’nin Mart 1921 ayaklanmasında konjonktürden yararlanamaması, gücünü abartarak erken müdahale etmesi ve bu olumsuzluğun etkisiyle 1923’te tam tersi bir şekilde tereddütlü davranması, “gerçekleşmeyen” devrimin zeminlerini ördü.
Alman Devrimi, reformizmin ihanetini, reform ve devrim arasında uzlaşma aramanın kaçınılmaz trajedisini göstermesi açısından derslerle dolu oldu.
Alman devrimci solu, sosyal demokrasiye karşı 1912’den beri ilkeli bir muhalefet sürdürmesine, bunu izleyen süreçte, 1914’te SPD- Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin ihanetinin açığa çıkmasına ve 1916’da bir grup -Spartakistler Birliği- oluşturmasına rağmen, SPD içinde kalarak, sosyal demokrasiden gerektiğinde kopamadı; disiplinli, ortak politikalara sahip devrimci bir partiyi zamanında oluşturamadı.
1918-1923 “devrim yılları” arasında, işçi hareketiyle bütünleşmiş reformizmin hegemonyasını parçalayacak, devrimci bir partinin olmamasının sıkıntıları şiddetle hissedildi.
Alman Devrimi, devrimde öznel öğe ve iktidar sorununu yakıcı olarak ortaya koydu.
Alman Devrimi’nin yenilgisi daha büyük bir yenilgiye kapı aralayarak, Hitler faşizmine giden yolu açtı. İşçi hareketinin paralize oluşu, sosyal demokrasinin ihaneti, kitlelerin yaşadığı demoralizasyon faşizmin iktidarının önünü açtı. Almanya devrim ve karşı devrim diyalektiğinin somutlandığı bir ülke oldu.
Bu yenilgi aynı zamanda Ekim Devrimi’nin gelişimini de etkiledi. Dünya devrimi yalıtıldı. Çünkü Ekim Devrimi dünya devriminin bir parçası, bir başlangıç noktasıydı. Ekim Devrimi bir dünya devrimi olarak gelişti, devrimci dalga kısa sürede Almanya, İtalya, Avusturya ve Macaristan’ı sardı. Özellikle Almanya’da gerçekleşecek bir devrim, dünya devrimini kapılarını aralayacak içerikteydi. Yenilgi bu manada son derece sarsıcı oldu ve sadece Almanya’yı etkilemedi. Ekim Devrimi’nin tamamlanmamış bir dünya devrimi olarak kalmasına yol açtı. Ekim Devrimi ulusal sınırlara hapsoldu. (1)
“Gerçekleşmeyen” Alman Devrimi, her şeye rağmen gelişmiş kapitalist bir ülkede devrimin olanaklı olduğunu göstermesi açısından büyük önem taşıdı.
Alman Devrimi’nin en önemli adı Rosa Luxemburg’tu. Onun ideolojik-teorik mimarisi aynı zamanda devrimin yoluydu. Alman Devrimi’nin her momenti Rosa’nın teorik gücünü geliştirdi. Konsepsiyon yeteneğini artırdı. Devrimci sürecin her momentinde Rosa Luxemburg’u görmek mümkündü. Rosa’nın ideolojik-teorik mimarisi bir yanıyla Alman Devrimi’nin anatomisi, diğer yanıyla Marksist teorinin önemli katmanları oldu.
Rosa Luxemburg: İhtilalin kızı
Rosa Luxemburg’un siyasal kimliğinin oluştuğu ve oturduğu dönem imparatorluklar çağına denk düşer. Hobsbawn açılımıyla bu çağ 1875’lerde başlar 1914’te sona erer. Kapitalizmin tranformasyonunu içeren bu süreç bir yanıyla kapitalizmin serbest rekabetçi döneminden emperyalizm çağına geçiş sürecini, diğer taraftan küresel düzeyde üst yapıda yaşanan büyük alt üst oluşları işaretler. Uluslararası işçi hareketinin giderek toplumsal maddi bir güç oluşunun koşulları da bu süreçte ortaya çıkar.
Bu dönem aynı zamanda 20. yüzyılın niteliğini oluşturan bütün olguların köklerinin ortaya çıktığı 40 yıllık bir kesittir. Rosa Luxemburg bu olağanüstü ve paradokslarla dolu yılların içinde entelektüel gücünü ve o mükemmel politik dehasını inşa etti. Yine aynı süreç, onu asi bir baş haline getirdi, kuşku ve eleştiriyi silaha dönüştürme yeteneği kazandırdı.
Rosa’ya göre, sosyalizm engin bir yenilenme ve zenginleşme kaynağıydı. Gücünü ve derinliğini eleştirinin yıkıcı ve yaratıcılığından almaktaydı. Eleştirel ve analitik bir bakışın olmadığı, diyalektik yöntemin es geçildiği yerde dogmatizm ve statükoculuk kaçınılmazdı, bu da sosyalizmin yaşayan ruhunu kadavraya çevirdiği gibi onu gericileştiriyordu.
Rosa Luxemburg Marx’ın “varolan her şeyi insafsızca eleştirme” yöntemini benimsedi. Sosyalizm düşüncesi içinde tartışılamayacak hiçbir konunun olmadığını ileri sürdü. Kişisel tarihinde de tüm kavramları, kurumları ve kişileri tartışabilecek ve eleştirebilecek teorik kapasiteye ve cesarete sahip olduğunu gösterdi.
Sosyalizm mücadelesi içinde Rosa Luxemburg kadar eleştiriyi silaha dönüştüren, teorik yenilenmenin bütün risklerini kimliğinde taşıyan ve bunu salt bir teorisyen olarak değil, mükemmel bir pratisyen olarak da gerçekleştiren başka bir kimlik yoktur desek abartmış olmayız. Daha 1900’lerin başlarında, SDP’nin “görkemli” bir yapı olarak görüldüğü, Kautsky ve Bernstein’nın parti içinde tartışılmaz güç ve teorik etkiye sahip olduğu, sendikaların sosyal demokrasinin “kaleleri” olduğu koşullarda partinin niteliğini, kofluğu ve çürümüşlüğünü ilk tespit eden Rosa Luxemburg’tur. Rosa Luxemburg partinin, heybetli görünümünün altındaki hantallığı, bürokratik kastlaşmayı ve sistem tarafından ıslah edilişini teorik sezgileriyle çözümledi ve bütün siyasal riskleri göze alarak ilk ifade eden oldu.
Almanya Sosyal Demokrat Partisi ve II. Enternasyonal kapitalizmin transforme olduğu, işçi sınıfının ayrıcalıklı, aristokrat bir işçi sınıfına dönüştüğü koşullarda siyasal varlıklarını inşa etti. Aynı koşullar bu iki yapının ruhunu, reflekslerini ve politikalarını belirledi. SPD, Marksizm’in ihtilalci özünü rededip, sistem içi bir yapı haline geldi. Aslında SPD başından itibaren (işçi sınıfıyla ilişkili, Marksizm’den etkilenmiş bir parti olsa da) devrimci bir parti değildi. İdeolojik, teorik ve pratik sorunların yanında nesnel koşullar, mücadelenin seyri, sınıf dinamikleri ve dönemde yaşanan büyük alt üst oluşlar, Prusya devletinin yüksek manevra kabiliyeti ve sınıf mücadelesini bir düzeyde kontrol edebilme yeteneği, SPD’nin legalist, parlamentarist, reformist bir partiye dönüşmesinin zeminlerini hazırladı. Öyle ki reformizm partinin bütün ruhunu ve sistematiğini belirledi. Sendikalarda etkin örgütlenme, parlamenter başarılar tek politika yapma biçimi haline geldi. İşçi sınıfı devrimci dönüşümü sağlayacak kolektif bir özne olma özelliği es geçilip, bir seçmen olarak ele alındı. Ekonomik mücadele tek mücadele biçimi olarak görüldü.
Parti bir nevi bürokratik heyulaya dönüştü. Bernstein bu durumu son derece ileri götürerek Marksizm revizyonunu açık bir şekilde savunmaya başladı. Kautsky her ne kadar parti içinde merkezci bir tutum sergilese ve en azından bir dönem Marksist argümantasyonlara bağlı kalsa da, indirgemeci ve devrimci özünü aşındıran tutum içinde oldu. Devrim ve reform sarmalında partinin ana klikleri reform içinde konumlandı. Bu bir sistem içileşme süreciydi ve bu siyasal konumlanış Prusya devletinin ve finans kapitalin tolerans sınırlarındaydı.
Rosa Luxemburg partinin tartışılmaz vizyon sahibi olduğu koşullarda partinin niteliğini ve politikalarını net bir şekilde tartışmaya çalıştı. Kendisi bir statüko düşmanıydı. Dönemin tartışılmaz isimlerine karşı aldığı tutum ve teorik tavır bu özelliğinin somut göstergesi oldu.
Rosa Luxemburg, teorinin devrimcileştirilmesinin savaşçısıydı. Aynı zamanda eylemin teorileştirilmesinin savaşçısı olduğu gibi…
Sosyal reform mu sosyal devrim mi?
1890’lar Almanya’nın toplum ve devlet ilişkilerinde bir dizi değişimin yaşandığı yıllar oldu. Alman kapitalizmi, geç kalan bir emperyalist güç olarak dünya pazarlarında söz sahibi olmak için son derece atak ve agresif politikalar izledi.
Alman kapitalizmi, 1873 durgunluğunu aşmasıyla birlikte, emperyalist amaçlar doğrultusunda Afrika’dan Büyük Okyanus havzasına, Osmanlı topraklarından Avusturya-Macaristan’a kadar geniş bir coğrafyada çok boyutlu hamleler yaptı. Bu coğrafyalarda ekonomik ve nüfuz alanlarını geliştirmeye amaçladı. Hızlı militarizasyon ve agresif dış politikaya uyumlu, ülke içi politikaları gündeme aldı. Aslında yapılan Alman kapitalizminin makro plana uygun bir restorasyon projesiydi ve bu noktada işçi sınıfının etkisizleştirilmesi ve atomize olması son derece stratejik önem taşımaktaydı. Bu yönde işçi sınıfını paralize ve amorfe edici politikalar Alman devleti tarafından son derece rafine bir şekilde hayata geçirildi. İşçi sınıfı içinde özellikle vasıflı işgücüne stratejik bir tavırla yaklaşılıp, farklı ücret politikaları uygulandı. Sendikaların önü bir noktada açıldı. Sendikaların temel örgütlenme alanı ve refleksleri ayrıcalıklı işçilerinin ihtiyaçlarına göre şekillendi. Sendikal bürokrasi bu sürecin en atak savunucuları oldu. Çünkü sendikal bürokrasinin varlık zemini emek ve emek arasında çelişki üzerinden biçimleniyordu. Finans kapitalin politikaları sendikal bürokrasiye güç kazandırdı. Sendikal yapılar sınıfın devrimci enerjisini absorbe etmeye çalıştı. Finans kapital sınıf içinde rekabeti körükleyerek ve vasıflı işçilere ayrıcalıklı politikalar izleyerek sınıfın bu kesimini işçi sınıfından kopartarak, sınıfın bilincini kırmayı, sınıf kimliğini, eylem ve örgütlenme kapasitesini aşındırmayı hedefledi. Böylece işçi aristokrasisi ya da Engels’in ifadesiyle ayrıcalıklı işçiler yaratılıp, işçi sınıfının birleşik gücü parçalanmak isteniyordu.
İşçi sınıfı içinde bir müddet sonra oluşan bu kast ya da aristokrat kesim, SPD’nin parlamenter çizgisiyle bütünleşti. Hatta SPD varlığını ve politikalarını aristokrat işçi sınıfına dayandırdı. Sosyalizm ve devrim artık bir söylem ve bir jargona dönüştü. Nesnel koşullar vurgusu, hatta sınıfın ahlaki ve psikolojik yapısı ve düzeyinin sosyalizmi olanaklı kılabileceği yönünde yorumlar yapılmaya başlandı. İlerlemeci bir tarih anlayışı partinin temel çizgisine dönüştü. Marksizm’in devrimci özü aşındırıldı, Marksizm bir sosyal analiz yöntemi olarak ele alındı. Bunun siyasal alana yansıması kapitalizmden bir kopuşu değil, saf bir reformizmi ifade etti.
Bu eğilimin en önde gelen sözcüsü Bernstein’dı. 1896-1898 arasında Bernstein, Kautsky’nin yönettiği Die Neue Zeit gazetesinde “Sosyalizmin Sorunları”nı içeren yazılarıyla “yeni politik” açılımlarda bulundu. Bernstein, “Evrimci Sosyalizm” diye de tanımlanan temel görüşlerinde, kapitalist toplumun gelişiminin sınıflar arası çelişkiyi yumuşatacağını, kapitalizmi ehlileştireceğini ve sendikal mücadeleyle kapitalist sömürünün ortadan kalkacağını ileri sürmekteydi. (2)
Rosa Luxemburg, Bernstein’ın tezlerine karşı çıkıp, parti yönetiminin de bu revizyonist görüşlere (bütün kuşkusuna rağmen) tavır almasını istedi. Çünkü Rosa, SDP üzerindeki Kautsky’nin ağırlığının farkındaydı. Her ne kadar Kautsky partinin örgütlülüğünü korumayı amaçlasa da eylemsizliği savunuyordu. Rosa, Kautsky’nin sosyalizme bakışındaki problemleri daha o günlerde görüyordu.
Rosa Luxemburg 1899’da yayımlanan Sosyal Reform mu Devrim mi? adlı çalışmasıyla Bernstein’ın revizyonist görüşlerine yönelik eleştirilerini dile getirdi. Böylece SDP içinde reformizm ile devrimci çizgi arasında en sert biçimde devam edecek mücadele net olarak taraflarını bulmaktaydı. Luxemburg bu çalışmasında, kapitalizmin çelişkileri, devrimci mücadele içinde sendikaların rolü, parlamentarizm, karma hükümetler, devrimci şiddet, açlık ve devrim gibi konuları inceleyerek işçi sınıfının kurtuluşunun sosyal reformlarla değil, sosyal devrimle mümkün olacağını savundu.
Rosa’nın entelektüel yeteneklerinin konsantre ifadelerinden biri olan bu çalışma, onun çıkarsama gücünü ve eleştiri silahını kullanmadaki cüretini ortaya koydu. Rosa, SDP’nin hızla büyüdüğü ve herkesin bu büyüme karşısında büyülendiği koşullarda, partinin karşılaşacağı sorunları alenen gösteriyordu. Parti içinde sendikalara ve sendikacılara (sendikal bürokrasiye) yönelik eleştiri mahiyetinde hiçbir şeyin söylenemediği bir dönemde Rosa Luxemburg, sendikaları bir emek sisyphos’u olarak değerlendirdi: “Sendikalar, karın saldırısına karşı, emek gücünün savunma örgütü olmaktan başka bir şey değildir. Çalışan sınıfın kapitalist ekonominin baskısına karşı direnişini ifade eder.” Kısaca, Luxemburg sendikaların ancak ücret sistemini etkileyebileceğini, fakat ücretli emek sistemini değiştiremeyeceğini, yıkamayacağını belirti.
Rosa’nın bu çalışması sendikal yapılara ilişkin literatürde ilk mesafeli duruş ve eleştirel yaklaşım olarak dikkat çekti. Ayrıca çalışmada sınıfın ehlileştirilmesi, kontrol altına alınması sürecini ve ekonomizm ile reformizmin bağını yetkin bir şekilde ortaya koydu. Devrim ve sınıfın ihtilalci ruhu arasındaki rezonansın altı çizildi. Anti-kapitalist kopuş ve sosyal devrim arasındaki diyalektiğin üzerinde duruldu.
Kitle grevleri
Rosa Luxemburg’un siyasal sistematiğinde kitle hareketi büyük önem taşır. Rosa, bu konuyla 1890’ların sonlarında ilgilenmeye başladı. Özellikle Belçika işçi sınıfının anayasal haklar elde etmek ve seçim sistemini değiştirmek yönünde, önce 1891’de daha sonra 1893’te, gerçekleştirdiği kitlesel grevler uluslararası düzeyde sarsıcı etkiler yaratmıştı. Rosa bu eylemler üzerine eğilerek önemli çözümlemelerde bulundu. Kitle grevlerini, proletaryanın özel savaş silahı olarak değerlendirdi. Kitle inisiyatifine büyük önem verdi. 1905 Rus Devrimi düşüncelerini daha sistematize etmesine yaradı. İşçi sınıfının iktidar mücadelesinin temel yönteminin, siyasal ve ekonomik nedenli kitle grevleri olduğunu belirtti.
Rosa’ya göre, kitlelerin siyasal önderliğinin burjuvazinin elinde olduğu, devrimin kapsamının hükümet değişikliği ile sınırlı tutulduğu geçmiş burjuva devrimlerinde, barikat savaşları belirleyici mücadele biçimiydi. Ama işçi sınıfının, var olan siyasi iktidarı almak ve kapitalist sömürüyü sona erdirmek için yürüttüğü devrimci mücadelede ise temel mücadele biçimi kitle grevleriydi. Rosa için, kitle grevleri, işçi sınıfının kendini örgütleme kapasitesi ve faaliyetiydi. Aynı zamanda işçi sınıfını harekete geçirme ve şekillendirme anlamında doğal bir işlev görüyordu. Kitle grevleri devrimci hareketin kendiliğinden oluşan biçimiydi. Rosa için farklı Marksist çevrelerce yapılan kendiliğindencilik eleştirileri, Rosa’nın kitle grevleri ve sınıfın nesnel ve öznel şekillenme süreçlerine ilişkin tezleri ve düşünceleri kavranmadan ileri sürülen argümantasyonlar olarak dikkat çeker.
Rosa, geçmiş burjuva devrimlerinin ana hareket biçimi olan barikat savaşlarını da bu süreçte devrimci mücadele hattının bir anı olduğunu ifade eder. Ayrıca Rosa, Rusya’daki kitle grevlerini değerlendirerek, devrim döneminde işçi sınıfının siyasal mücadelesi ile ekonomik mücadelesinin birbirini etkilediğini ve beslendiğini belirtir. Birinin diğerinin doğuşunu ve yaygınlaşmasını sağladığı gibi, öbürünün de benzer şekilde etkide bulunduğunu ileri sürer. Bu bağın neden ve sonucu arasında sarmal ve değişken bir ilişkinin varlığına vurgu yapar. Bunun yanında Rosa, kitle grevlerinin işçi sınıfının örgütsel kapasitesini arttırdığı gibi, entelektüel gelişmesini de sağlayacağını söyler ve ek olarak kitle grevlerinin hazırlıksız ve zamansız gerçekleşen bir dizi ayaklanma sonucunda, yaşanan kısmi yenilgilerle olgunlaşan, işçi sınıfının devrimci ayağa kalkışını gösteren açık bir ayaklanma olduğunu ifade eder.
Rosa işçi sınıfının sınıf mücadelesi içinde yaratıcı yıkıcılığına inanır ve sınıfın kurucu bir özne olarak devrimci mücadelenin taşıyıcı gücü olduğunun altını her fırsatta çizer.
Kitle grevlerini bu manada anti-kapitalist mücadelenin en önemli hamleleri olarak değerlendirir. Kitle grevlerinin işçi sınıfını hem sınıf ve hem de kitle olarak nasıl kavradığını ve sınıfın yıkıcı enerjisini nasıl açığa çıkardığını analiz eder. Kısacası kitle grevleri işçi sınıfının mücadelesini devrimcileştiren temel momentlerdir.
Sermaye birikimi
1873-1896 krizi kapitalizmin organik krizi olarak önem taşıdı ve kapitalist sistemin tranformasyonunu işaretledi. Kapitalist sistem, serbest rekabetçi dönemden emperyalizm çağına geçiyordu. 1903 krizi süreci daha hızlandırdı. Bu dönem Marksist literatürde önemli araştırmaları ve analizleri beraberinde getirdi. Finans kapitalle simgelenen emperyalizm analizleri bir anlamda devrim ve sosyalizm yaklaşımlarını da ifade ediyordu.
En dikkat çeken çalışmalardan biri 1910’da yayınlanan Hilferding’in Finans Kapital adlı çalışmasıydı. SPD kuramcılarından biri olan Hilferding bu çalışmasıyla Marksist ekonomi kuramına önemli ve özgün bir katkı yaptı. Emperyalizmin temel parametreleri çalışmada ele alındı. Özellikle sermayenin merkezileşme eğiliminin yeni biçimlenişi üzerine analizler ve finans kapital tespitleri son derece önemli çıkarımlardı. Hilferding yüksek performans gösterdiği ekonomik analizlerinin yanında siyasal çözümleri ciddi problemliydi. Hilferding, SPD’nin genel siyasal yöneliminin dışına çıkamadı. Son derece zayıf ve reformist içerikte çözümlemeler yaptı.
Buharin Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi adlı çalışmasını I. Paylaşım Savaşı devam ederken kaleme aldı. Buharin çalışmasında emperyalist özneler arası rekabet ve savaşın kaçınılmazlığı ve sermayenin uluslararasılaşmasının çelişkili doğasını analiz ediyordu. Lenin çalışmadan övgüyle bahsetti. Ve önsözü kaleme aldı.
Kautsky “ultra emperyalizm” kuramını, yeni savaş koşullarında yazdığı makalerde geliştirdi. Kautsky sermayenin ikili yapısı üzerinde durarak, sanayi sermayesinin serbest ticaretten yana bir yaklaşım içinde olduğunu, mali sermayenin ise devlet müdahalesinden yana olduğunu ileri sürdü. Emperyalist politikaların ardında mali sermayenin arzularının yattığını ifade etti. İşçi sınıfının emperyalist politikalara karşı sanayi sermayesinin ve serbest ticaretten yana politikalara dikkat etmesi ve tavır alması gerektiğini vurguladı. Ayrıca emperyalizm ultra-süper emperyalizme dönüşerek aralarındaki çatışma eğiliminin ortadan kalkabileceğini yazdı.
Lenin’in 1916’da yazdığı Emperyalizm çalışması da dönemin analizini içeren bir başka çalışmadır. Çalışmada ağırlıkla her ne kadar iktisadi gelişme ve yönelimler analiz edilse de aslında çalışmanın politik muhtevası sarsıcıdır. Çalışma Lenin’in bütün yazılarında olan emperyalizm üzerine yazılmış (siyasal içerik ve çözümlemeleri içeren) diğer makalelerini içeren, emperyalizm üzerine notlar ya da defterlerle birlikte okunmalıdır. Çalışma, kapitalizmin hem sistem olarak ve hem de sistem içinde yer alan tek tek ülkeler arasındaki eşitsiz gelişim yasasını analiz etti ve ileri sürdügü zayıf halka formülasyonuyla devrimin güncelliğine vurgu yapıp, devrimin koordinatlarını değiştiren bir içeriktedir. Ve son derece sarsıcı bir kitaptır.
Rosa’nın Sermaye Birikimi kitabı da bu konjonktürde kaleme alınan, bir başka çalışmadır ve Marksist ekonomi kuramına önemli bir katkıdır.
Rosa Luxemburg 1913’te yayımladığı Sermaye Birikimi adlı kuramsal çalışmasıyla Marksist öğretiye önemli katkılarda bulundu. Luxemburg, bu çalışmasında sermaye birikimi üzerine klasik Marksist şemayı inceleyerek, bu şemaya bazı eleştiriler getirdi. Kapitalizmin, sömürge ülke pazarlarına doğru genişlemesinin nedenlerini ortaya koydu. Bu genişlemenin (sermaye ihracının) kapitalist ekonomik sistemin iç çelişkileri ve çatışkıları üstüne ne tür etkileri olduğunu çözümledi.
Rosa, Sermaye Birikimi’nde emperyalizm karakterini ve niteliği üzerine son derece yaratıcı ve özgün çözümlemelerde bulundu. Kapitalizmin artı-değeri realize etmede kapitalizm dışında kalan üretim biçimlerine gereksinim duyduğunu, realizasyon sorununa çözüm bulmak için bu üretim biçimlerine nüfuz ederek onları dağıttığını açıkladı.
Rosa, emperyalizmi dışsal bir değişken değil, daha çok biriktirme dürtüsüyle hareket eden kapitalist üretim biçiminin ayrılmaz parçası olarak gördü. Emperyalizmi tanımlamaya yönelik “ekonomik açıklamanın” kapitalizmin işleyiş mekanizması içinde mana kazanacağını belirtti.
Rosa, kapitalizmi ve kapitalizm dışı üretim arasındaki ilişkileri ortaya koyarak, azgelişmişlik ve emperyalizm bağlamını kurdu. Emperyalizm ve militarizm arasındaki içkin ilişkiye de özel vurgu yaptı.
Savaş ve emperyalizm ilişkini son derece iyi çözümledi, emperyalist özneler arasındaki çatışmanın kaçınılmazlığının altını çizdi. “Düzeltici savaşlar” vurgusu emperyalist savaşların pazar, ilhak ve işgal savaşları olarak analizinde temel argümantasyon olarak kullanıldı.
Sermaye Birikimi adlı çalışmaya Marksist düşünürler farklı düzeylerde eleştiriler getirdi. Yine de bu eser “Kapital’in kategorik sistemini, yeni çağın ışığında ve dünya boyutunda yeniden düşünüp geliştirmede, en radikal ve özgün çabayı simgeledi.” (Rosa Luxemburg, Sermaye Birikimi; Belge Yay., 2004, s. 8.)
G. Lukacs’a göre Luxemburg bu çalışmasıyla “… ipliğin ucunu Marx’ın bıraktığı yerden yakalayıp (emperyalizm) sorununu Marx’ın ruhuna uygun bir şekilde çözdü”. (age., s. 19)
1917 Ekim Devrimi
Ekim Devrimi sırasında tutuklu olan Luxemburg, Bolşevikleri ve Lenin’i yürekten destekledi. Bolşevik Parti’yi Rus ihtilalinin motor gücü olarak gördü. “Lenin’in partisi gerçekten devrimci partinin misyonunu ve görevini kavramış tek partiydi; ‘bütün iktidar proletarya ve köylülerin ellerine’ sloganıyla devrimin sürekli ilerlemesini güvenceye alıyordu. Bolşevikler bu sayede, Alman Sosyal Demokrasisi’nin üstüne kabus gibi çöken ‘halkın çoğunluğunu kazanma’ sorununu çözmüşlerdi… Ancak nasıl önderlik edileceğini, yani olayların nasıl ileri götürüleceğini bilen bir parti fırtınalı zamanlarda destek toplar.” (Peter Nettl, Rosa Luxemburg; Ataol Yay., cilt 2, 1996, s. 201)
Rosa, Rus Devrimi adlı çalışması Ekim Devrimi üzerine yazılmış en konsantre yazılar olarak dikkat çeker. Enternasyonal bir komünist olan Rosa Ekim Devrimi’nin ruhunu anlayan ve onun bir dünya devriminin başlangıcı olduğunu kavrayan ve Alman proletaryasının acil ve yakacı görevlerini ortaya koyan bu broşürü son derece önemli bir çalışmadır. Dönemin uluslararası sosyalist hareketin otoritesi kabul edilen Kautsky ise temel ve önemli çalışmalarından biri olan Proletarya Diktatörlüğü adlı kitabında Rusya koşullarının sosyalist devrime ve sosyalizm için uygun olmadığı üzerine vurgular yapmaktaydı. Rosa bu anlamda SPD içinde son derece özel bir yerde durmaktadır. Otoriteye kafa tutan ve mekanik materyalizmle arasına net bir mesafe koyup, tarihin ve pratiğin karşısında materyalizmin esnekliği ve zenginliğiyle hareket edip, diyalektik yöntemi ustaca kullanmaktadır.
“Savaş sırasındaki gelişmeler ve Rus Devrimi herkese göstermiştir ki, söz konusu olan Rusya’nın devrime hazırlıksız olması değil, Alman proletaryasının tarihsel görevini yerine getirmeye hazır olmamasıdır. Ve bu noktanın tüm boyutlarıyla anlaşılması Rus Devrimi üzerine yapılan eleştirel bir incelemenin temel anahtarıdır.” (Rosa Luxenburg, Rus Devrimi; Yazılama, 2018, s. 19)
Rosa Bolşevikleri devrimci parti olarak görür ve selamlar.
“Gerçek devrimci partinin yetkisini ve görevlerini yüklenen ve ‘Bütün iktidar işçilere ve köylülere’ sloganıyla devrimin geleceğini garanti altına alan Lenin’in partisiydi.” (age., s. 26)
Ve Bolşevizm’in tarihsel rolünün altını çizer.
“… Bolşevikler tamamlanmış, uzun erimli bir devrimci programı hayata geçirmeyi iktidarı almalarının temel amacı olarak belirlediler. Bu programla, önlerine bir hedef olarak burjuva demokrasisinin bir koruyucusu olmayı değil, sosyalizmi gerçekleştirecek bir proletarya diktatörlüğünü kurmayı koyduklarını da ilan ettiler. Böylece ilk defa sosyalizm hedefini pratik siyasetin doğrudan programı ilan ederek silinmez tarihi bir fark yarattılar.” (age., s. 26)
Rosa, Ekim Devrimi’ne ve Bolşeviklere son derece olumlu yaklaşımının yanında uyarılar yapmayı ve olası risklerden bahsetmeyi unutmadı. Sözünü sakınmama karekteri Ekim analizlerinde kendini dışavurdu. Devrimci eleştiri silahı Rosa’nın karakteristik bir özelliğiydi.
“Rus Devrimi’nin eleştirel bir gözle analiz edilmesinden, sırf devrime duyulan saygıyı ve devrimin çekici gücünü zayıflatabilir diye korkmak büyük hata olur. Sadece böyle bir eleştirel analiz Alman kitlelerinin önüne geçilemeyen ataletini kırabilir. Hiçbir şey eleştiriden korkmak kadar yanlış olamaz.” (age., s. 20)
Rosa, devrimin muhteşem günlerinde olağanüstü sezgi gücüyle önemli analizler yaptı. Öne çıkardığı temel konulardan biri devrimin giderek demokrasiyi devre dışı bırakması ve dejenere olma riskiydi.
Sosyalist demokrasinin kitle inisiyatifine dayandığını ve yasaklarla işçi demokrasinin ruhunun zedeleneceğini vurguladı. Demokrasi ve siyasi hayatın canlılığının devrimin zenginliği ve devrimin yaşayan ruhu olduğunun altını çizdi. Yasakların olduğu ve kitle inisiyatifin olmadığı koşullarda bürokratikleşmenin kaçınılmaz olduğunu vurguladı.
Rosa’ya göre, önemli olan devrimin tüm aşamalarında kitlelerin bizzat işin içinde olmaları ve daha önce burjuva iktidarında kullanamadıkları her türlü özgürlüğü sonuna kadar kullanabilmeleriydi.
“Luxemburg, Lenin’den farklı olarak, parti yaşamıyla toplum yaşamını, partiyle devrimden sonraki toplumu ayırmıyordu; onun gözünde sosyalist devrim, sosyalizmin partiden bütün topluma genişlemesinden başka bir şey değildi.” (Peter Nettl, age, s. 207)
Luxemburg, bir düzine aydının masa başında sosyalizmi kuramayacağını, sosyalizmin kitlelerin yaratıcı gücüyle inşa edileceğinin altını özellikle çiziyordu.
“Evet, evet: Diktatörlük! Ama bu diktatörlük bir demokrasi uygulamasıdır, demokrasinin ortadan kaldırılması değildir. Burjuva toplumunun köklü haklarına ekonomik ilişkilerine yönelik güçlü ve kararlı saldırılarla örülüdür. Bu saldırılar olmadan sosyalist dönüşüm gerçekleştirilemez. Ama bu diktatörlük sınıf adına hareket eden küçük bir yönetici azınlığın değil, sınıf işi olmalıdır – yani kitlelerin aktif katılımıyla adım adım ilerlemelidir; kitlelerin doğrudan etkisine açık olmalı ve tam bir halk etkinliğinin denetimine tabii kılınmalıdır; halk kitlelerinin artan siyasal eğitiminden doğmalıdır.” (Rosa Luxemburg, age., s. 56)
Böyle olmaması durumunda devrimin asıl dinamosunu (kitleleri) kaybedeceğini ve toplumun ağır bir “uykuya çekileceğini” belirtti.
Rosa, kitle inisiyatifine son derece önem vermekteydi. Ona göre devrimci işçi hareketinin eylem içinde yaptığı hatalar, en iyi merkez komitesinin yanılmazlığından daha değerliydi.
Rosa’nın bu yaklaşımı kitlelerin gücünü abartma ya da kitle kuyrukçuluğu değildi. O kitlelerin örgütlü bir önderliğe ihtiyacı olduğunu savunuyordu. Ama bu önderliğin kitlelerle bütünleşen, kitlelerle soluk alıp veren ve kaynaşan bir niteliği olması gerektiğini vurguluyordu.
Devrim her ne kadar parti liderliğinin dışında kendiliğinden başlayan bir hareket olsa da, “tüfeğin tetiği çekildikten sonra” başka bir evreye giriyordu. Rosa işte bu noktada “gelecek her yerde Bolşevizmdir” diyordu.
Rosa ile Lenin arasında sınıf ve parti anlayışı üzerine yer yer farklı görüşler, sert tartışmalar olsa da burada dikkat edilecek en önemli nokta, Rusya ile Almanya’nın toplumsal maddi şartlarının farklılığı, Alman işçi hareketinin özellikleri, “gelişmişlik” düzeyi ve Rosa’nın SDP gibi bürokratik merkeziyetçi bir yapı içinde faaliyet yürütmesinin etkileri vardı.
Rosa ulusal sorun üzerine ilginç tespitlerde bulundu. Polonya merkezli çözümlemelerinde, kapitalizm altında, ulusal bağımsızlık sloganının hiçbir ilerletici değeri olmadığını vurguladı. Ayrıca Bolşeviklerin milliyetler sorunu yaklaşımını da eleştirmekteydi.
“Sınıflı toplumun kaba gerçekliğinin ortasında, sınıf çatışması en uç noktaya ulaşacak kadar keskinleştiğinde, kendi kaderini tayin hakkı burjuva sınıf iktidarının bir aracına dönüştürülüyor. Bolşevikler kendilerinin ve devrimin gördüğü zarardan yola çıkarak kapitalizmin hakimiyetinde ulusların kendi kaderlerini tayin etmesinin söz konusu olmadığını öğrenmeliydiler. Sınıflı bir toplumda, ulusun her sınıfı “kendi kaderini” farklı biçimlerde belirlemeye çalışır ve burjuva sınıfları için ulusal özgürlük sınıf hakimiyetine tamamen tabidir. Fin ve Ukrayna burjuvazisi, eğer ulusal özgürlük Bolşevizm’e bağlı ise, Almanya’nın vahşi yönetimini tercih etmek konusunda aynı fikirdeler.” (age., s. 35)
Rosa’nın ulusların kendi kaderini tayin hakkı sloganı yerine önerisi şöyleydi: “… Bir devrim alanı olarak Rus İmparatorluğu’nun birliğini dişiyle tırnağıyla savunarak ve her türlü ayrılığa cephe alarak, imparatorluk alanı içindeki devrimci güçlerin sağlam birliği, dayanışma ve Rus Devrimi alemindeki bütün topraklarda yaşayan proleterlerin ayrılmazlığı için çalışmak.” (Tony Cliff, Rosa Luxemburg, Anadolu Yay., 1968, s. 86)
Rosa toprak sorununa ilişkin olarak da önemli açılımlar yaptı. Rusya’da Ekim sonrası toprak sorununa ilişkin düşünceleri şöyleydi: Toprak mülkiyetinin köylüler arasında paylaşılmasının, kırsal alanda özel mülkiyetin gücünü artıracağını ve böylece gelecekte sosyalist dönüşümün önünde büyük engeller oluşabileceğini belirtti.
“Lenin ve arkadaşlarının kısa ve kesin sloganına göre -‘Topraklara el koyunuz!’- toprakların ele geçirilmesi, büyük toprak sahipliğinin birdenbire ve kaotik biçimde küçük köylülerin toprak sahipliğine dönüşmesine neden olacaktı. Bu durumda ortaya çıkan toplumsal mülkiyet değil özel mülkiyetin başka bir biçimi, yani büyük mülklerin orta ve büyük mülkler halinde bölünmesi veya görece gelişmiş büyük ölçekli üretimin firavunlar zamanından kalma teknik araçlar kullanılan ilkel küçük işletmelere bölünmesidir.” (Rosa Luxenburg, age., s. 31)
Fakat Ekim Devrimi’nin ilk on yıllık kesitinde yaşananlar Rosa’nın toprak sorununa ve milliyetler sorununa ilişkin temel açılımlarında yanıldığını gösterdi. Buna rağmen milliyetler sorununa ve toprak sorununa ilişkin geliştirdiği bir çok tezi de hayatın zengin pratiği içinde doğrulandı.
Rosa’nın Rus Devrimi çalışması, Ekim Devrimi üzerine yürütülecek bir tartışmada, okunması gereken vazgeçilmez bir çalışmadır ve son derece erken bir dönemde devrimin diyalektiğinin kırılma dinamiklerini tespit etmesi ve uyarılarda bulunmasıyla dikkat çekmektedir.
O, keskin bir kılıç, canlı bir devrim aleviydi
Rosa Luxemburg mükemmel bir beyindi. Devrimci savaşa üstün entelektüel yeteneklerini ve yüreğini koydu.
İşçi sınıfının mücadelesini her şart altında geliştirmeye ve yükseltmeye çalıştı. Bu mücadelenin sistem içine çekilerek eritilmesine, sosyalizmin deforme edilerek kapitalizmin restorasyon aracına dönüştürülmesine karşı eylemin ve kuramın militanı oldu. Reformizme karşı, devrimin savunusu yaptı. Fabrikayla sokak arasındaki diyalektiği kurdu, sokağın ve fabrikanın manifestosunu yazdı. Spartakistler’in devrimi istediğini haykırdı.
Eleştiri ve sözünü sakınmamayı silah haline dönüştürdü. Marksizm’in dogmatikleştirilmesine karşı, deforme edilmesine karşı devrimin kartalı gibi hareket etti. Yıktı ve yeniden yaptı.
O, sosyalizm tarihinde bürokratizme, sekterliğe ve ikameciliğe karşı en ciddi uyarıları yapandı.
Kitlelerin yaratıcı gücüne inandı ve kitlelerden öğrenmeyi esas aldı. “Sosyalizmin tepeden inme emirlerle” kurulamayacağını ve işçi demokrasisinin yaşamsal önem taşıdığını belirtti.
Tarihi insan eylemin bir sonucu olarak gördü. Rosa’ya göre kapitalizm, sosyalizmin bekleme odası ya da barbarizmin uçurum kenarıydı.
20. yüzyıl tarihi Rosa’nın bu düşüncesini bütünüyle doğruladı.
“Ya sosyalizm ya barbarlık” şiarının bugün dünden daha anlamlı bir yerde durması boşuna değildir.
O hep asi bir baş olarak kaldı.
Burjuvazinin karşısında devrimin yılmaz savunucusu olduğu gibi, “yanılmaz otoriteler”e karşı da hiçbir zaman boyun eğmedi.
Ona devrim ve işçi sınıfı yol gösterdi.
O devrimin yolunu izledi. Rosa’nın bu otorite tanımaz tutumu ve eleştiriyi militanlaştıran tavrı, uzun dönem sol çevrelerin kendisine karşı mesafeli olmasına yol açtı. Rosa yok sayıldı.
Rosa’nın sistematiği anlaşılmadan ve bilinmeden, Rosa üzerine spekülasyonlar yapıldı. Rosa’nın savaş açtığı dogmatizm, Rosa’nın düşüncelerinin kavranmasına da engel oldu.
Fakat o, Lenin’in dediği gibi “devrimin kartalıydı”.
Derin bir insan sevgisi, gerçeği bulma isteğinin sınırsız arzusu, cesaret ve özveri, militan mücadele Rosa demekti.
Rosa, arkadaşı Sonia’ya (Karl Liebknecht’in eşine) hapishanede yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Her şeye rağmen görev başında, bir sokak çatışmasında ya da dar ağacında can vermek isterim.”
Öyle de oldu. 1918 Aralığındaki Spartakist ayaklanma bastırıldı. Sosyal demokrat hükümet kazanmıştı. Bütün ısrarlara rağmen Rosa, Berlin’i terk etmedi. Spartakist kıyım başlamıştı. Rosa ve Karl Liebknecht bir müddet sonra tutuklandı. Cezaevine götürülürken askerler tarafından dipçik darbeleriyle katledildiler (15 Ocak 1919). Alman devriminin önderleri sosyal demokrasinin kurbanı olmuşlardı. Rosa yine haklı çıkmıştı. O, sosyal demokrasinin ihanetle sonuçlanan yönelimlerini yıllar önce tespit etmişti.
Rosa’nın yakın arkadaşı Clara Zetkin’in onun ölümü üzerine yazdıkları hala manasını korumaktadır: “Rosa Luxemburg’ta sosyalist fikir, hem kalbin, hem beynin hiçbir zaman sönmeden yanan güçlü ve egemen bir ihtirasıydı. Bu şaşırtıcı kadının büyük amacı sosyal devrim yolunu hazırlamak, sosyalizme giden tarih patikasını temizlemekti. Devrim denemesi, devrim için çarpışmak onun en büyük mutluluğuydu. Bütün hayatını ve varlığını sosyalizme vakfetti… O, keskin bir kılıç, canlı bir devrim aleviydi.”
Dipnotlar:
1) Ekim Devrimi sonrası kıtayı saran devrimci dalga ve konsey deneyimleri için daha geniş bilgi için bakınız;
Volkan Yaraşır, Uluslararası İşçi Hareketleri, Tümzamanlar Yayıncılık, 1997.
2) Bernstein’ın “Evrimsel Sosyalizm” adlı açılımları bir pratik vurguyu içermektedir. Bu, SPD’nin sistemle iç içe geçen, hantal ve statükocu, durgun “devrimi bekleyen” tavrına yönelik bir anlamda “eleştiridir”. Aslında Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin yaptığını tanımlamakta, sistemle uyumunu açıkça ifade etmektedir. Bernstein son derece pragmatik olarak kapitalizmi yıkmayı değil, kapitalizmi ehlileştirmeyi hedef alır. Ona göre “işçi sınıfını kalkındıracak ve devleti demokrasi anlamında dönüştürebilecek reformlar (için) mücadele” esas alınmalıdır. Bernstein’in teorileri özünde, işçi sınıfının devrimci gücünün nötrleştirilmesini ifade eder. Bu teori, sınıfın nesneler yığını haline getirilmesinin teorisidir.
KAYNAKLAR
Berstein, Evrimsel Sosyalizm, Kavram Yay., 1991
Kautsky, Karl, İktidara Giden Yol, Yazılama, 2015
Kautsky, Karl, Proletarya Diktatörlüğü, Yazılama, 2008
Luxemburg, Rosa, Seçme Yazılar, Dipnot, 2013
Luxemburg, Rosa, Rus Devrimi, Yazılama, 2018
Luxemburg, Rosa, Sevgili’ye Mektuplar, Kaynak Yayınları, 1985
Luxemburg, Rosa, Spartakistler Ne İstiyor, Belge Yayınları, 2012
Luxemburg, Rosa, Sermaye Birikimi, Alan Yayıncılık, 1986
Luxemburg, Rosa, Kitle Grevi Parti ve Sendikalar, Z Yayınları, 1990
Luxemburg, Rosa, Sosyal Reform mu Devrim mi?, Belge Yayınları, 1984
Cliff Tony, Rosa Luxemburg, Anadolu Yayınları, 1968
Felsefe Logos, Rosa Luxemburg, Sayı 52, 2014
Nettl, Peter, Rosa Luxemburg, Ataol Yayınları, 1996
Bu yazı Yol Dergisi’nin Kış 2020 sayısında yayımlanmıştır