Brifing Haftalık

Geçtiğimiz hafta açıklanan büyüme verilerine göre 2020 yılında GSYH %1.8 arttı.

İktidar sözcüleri pandemi yılında ekonominin büyümesini dünya çapında bir başarı olarak ballandırmaya çalışsalar da veriler büyümenin topluma ödettiği bedelin ne kadar ağır olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

❓Kasım ayında tasfiye edilen ekonomi çarı Albayrak’ın adının yeniden geçmeye başlamasının yarattığı çalkantının sonraki haftasında açıklanan veriler bir başarı hikayesi anlatıyorsa gerçekten, “o zaman onu yaratan politikaların mimarı neden kazığa çekildi?” sorusu ise askıda duruyor.

Ekonominin son yıllarda yaşadığı çöküşün ve bireysel yoksullaşmanın en önemli göstergelerinden birisi kişi başına düşen milli gelirin düzenli olarak azalması.

2020 yılında 8599 dolara inen kişi başına düşen milli gelir 2009 yılında 8980 dolardı. 2000’lerin ilk on yılında hayata geçirilen Derviş-AKP programı yıllarında hızlı sermaye girişleri sonrasında Türk lirasının aşırı değerlenmesi ile rekor üstüne rekor kıran milli gelir, 2008 krizi ve 2013 FED kararları sonrasında ise aynı ivmeyle çakılmaya devam ediyor.

?Egemen sınıfların faşist programın arkasına dizilmesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi Saray rejiminin bu çöküşün faturasını halkın üzerine yıkma konusundaki becerisi. Pandemi sürecinde ileri kapitalist ülkelerde milli gelirin %12.7’sine, orta gelişmişlikteki ülkelerde ise ortalama %3.6 seviyesine ulaşan doğrudan gelir destekleri Türkiye’de yoksul ülkeler ortalamasının yarısına yakın bir seviyede, %1.1’de kaldı.

?️‍?️Saray rejimi kimlikler alanından devşirmeye çalıştığı hegemonyasını finans kapitalin karlarını güvence altına almak adına onun ayaklarına sunabildiği için iktidarını koruyor ancak bu alanda da tatlı yaşamın sona yaklaştığının emareleri artmakta. Ekonomideki bozulmanın çökerttiği hegemonya, politik ve hukuki düzenlemelerle iktidar değişimini imkânsız hale getirmeyi amaçlayan girişimleri hızlandırıyor.

Büyümenin artık şaşırtıcı olmayan boyutlarından biriyse istihdamı küçültmesi. Türkiye’de istihdam dünyadaki trende uygun ama ondan çok daha hızlı bir biçimde azalıyor.

?Geçtiğimiz yıl ekonomi %1.8 büyümesine rağmen istihdam yıl içinde % 4.5, fiili çalışan sayısı ise %10.3 azalmış durumda. Bu durum işçi üretkenliğinin %10’un üzerinde artması ile mümkün olabilmiş.

Ancak emek gücünün verimliliğindeki artış toplumsal zenginliğin paylaşımında işçiler lehine bir düzelmeye yol açmıyor. İşgücü ödemelerinin milli gelir içerisindeki payı geçtiğimiz yıla göre 1.8 puan gerileyerek %33’e düşerken işletme kârları 1.9 puan artarak % 49.4’e ulaşmış durumda.

?️‍?️Hem pandemi süreci doğrudan gelir desteği hem de işgücü ödemelerinin payı konusunda yaşanan sonuç sermaye ile işçi sınıfı arasındaki politik güç dengesinin bir yansımasıdır. Bu tablonun “ekonomik nesnellik” olarak okunabilmesi mümkün değildir.

?️‍?️İşçiler pandemi sürecinde temel gelir güvenceleri olmadığı için ölüm riskini göze alarak çalışmaya devam etmiş ancak bunun karşılığında daha çok işsiz ve daha çok yoksulluk üretilmiştir. Şirketleri korumayı, emekçiyi ise ateşe atmayı esas alan iktidar politikası binlerce zombi şirket ve derin bir yoksulluk yaratmıştır.

İşçilerin yoksullaşmaya da tüketmeye de devam etmesini sağlamak için bulunan yöntem ise kamu bankaları eliyle şişirilen bir kredi balonunu büyütmek olmuştur. Halk borçlanarak tüketmiş, özel tüketim harcamaları kağıt üzerinde bir büyüme yaratmış ancak dövizi baskılamak için yakılan merkez bankası rezervleri tükenince kredi balonuyla gerilen yay çok daha şiddetli bir biçimde geri teperek yeni bir kur zelzelesine yol açmıştır.

?Mart ayında ilan edilen enflasyon rakamları merkez bankasını yeni bir faiz artışına zorluyor. Ancak faiz artışları hem sermaye sınıfı içinde gerilimleri yükseltiyor hem de iç talebi kısarak büyümeyi yeniden negatif sahaya doğru çekiyor.

Sermaye toplumsal zenginliği yeniden dağıtmaya yanaşmadığı için birikim rejimi krizinden çıkamıyor. Sermaye değersizleşmesinin tekelci müdahalelerle engellenmesi ve oluşan aşırı üretim kapasitesinin yok olmaması hem yatırımlar hem de yeni istihdam oluşumunu engelliyor. Piyasaları paraya boğma politikasının da sonunun yakın olduğuna dair beklentiler dünya piyasalarında da sürekli bir yüksek tansiyona yol açıyor.

?️‍?️Kapitalizm kendisinin aşılması için tüm koşulları yaratıyor ancak bu koşulların alt sınıflar tarafından bir dönüşümün zemini haline getirilmesini de siyasi zor ve ideolojik şapşallaştırma saldırıları ile engellemeye çalışıyor. Durumun en kısa özeti budur.

Erdoğan’ın eylem planı

Cumhurbaşkanı Erdoğan İnsan Hakları Eylem Planı’nı kamuoyuna açıkladı.

Plan iki yılda gerçekleştirilmek üzere 11 ilke, 9 amaç, 50 hedef ve 393 faaliyet içeriyor. Erdoğan’ın söylemiyle “özgür birey, güçlü toplum, daha demokratik bir Türkiye” hedefleyen Eylem Planı’nın 11 ilkesi, insanların doğuştan sahip oldukları temel haklara ve yargının bağımsızlığına değiniyor.

⚖️Kabaca bakıldığında bile neredeyse BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan en temel hakların sıralanmasından ibaret olduğu gözleniyor. İki yıl içinde gerçekleştirilmesi hedefleneceği söylenen plan için kamuoyundan yükselen ilk tepkiler, 19 yıldır iktidarda olan ve iktidar olduğu süredeki bütün uygulamaları bu temel hakları ayaklar altına almak olan hükümetin gayri ciddi ve gayri samimi olduğu şeklinde idi. Özellikle 2010 sonrası hukuksuzluklar, baskılar, faşist uygulamalar saymakla bitirilemeyecek kadar çok ve tüm toplumsal kesimlerin hafızalarında taze.

  • İmzalamış olduğu uluslararası sözleşmelerin gereği olan AİHM kararlarını bile uygulamamakta ayak direyen (en bilinen örnekleri Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala davaları olmak üzere yüzlerce dava var bu şekilde),
  • Yargıyı iktidarın emir ve komuta sisteminde bir aparatçık haline getiren,
  • En temel anayasa hükümlerine bile uyma gereği duymayıp ihtiyacına yeterince hizmet etmediğinde Anayasa Mahkemesi’ni hedef tahtasına oturtan,
  • Bu eylem planının açıklandığı gün önü ilikli yargının bir tezahürü olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı eliyle kapatma davasına kadar götürülebilecek olan HDP için inceleme başlatan

tek adam diktatörlüğünün daha demokratik bir Türkiye özlediğini düşünmek ancak akıl ve izandan yoksun olmakla mümkün olabilir.

Anlamı ne olabilir?

Kamuoyundan gizlenen, bu planın bir AB projesi olması.

1 Eylül 2019’da başlayan ve Mart 2021’de tamamlanması hedeflenen, AB ve Avrupa Konseyi tarafından finanse edilen ve Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı’nın yararlanıcısı olduğu “İnsan Hakları Eylem Planının Uygulanmasını ve Raporlanmasını Destekleme Projesi” nin hedefleri Eylem Planı adı altında kamuoyuna sunulmuş görünüyor.

?Ama daha önemlisi, zamanlaması.

Açıklama, AB’nin Türkiye ile ilişkilerini değerlendireceği AB liderler zirvesi öncesinde getirilmiş durumda. Erdoğan’ın vize serbestisi umudunu dile getirmiş olması bu planın AB ülkelerinde olumlu bir izlenim yaratması beklentisine oturuyor. Yani dış politika açısından anlamı, önümüze koyduğunuz hedefleri unutmadık, iki yıl içinde yapmayı hedefliyoruz vaadimize karşılık vize serbestisi istiyoruz pazarlığı…

⚡Dikkat çekici bir diğer konu hiç beklenmedik bir yerde, “daha güçlü bir insan hakları koruma sistemi” başlığı altında geçen siyasal partiler ve seçim yasalarında yapılacak değişiklik “vaadi” gibi görünüyor.

?️‍?️Bu düzenleme hedefinin arkasındaki temel yönelimin tek adam rejiminin bekası olduğunu/olacağını 19 yıllık tarih herkese öğretti. Kitleler karşısındaki meşruiyetini seçimlerle inşa etmeyi sürdüregelen rejimin azınlığa düştüğü noktada da seçimleri kazanabileceği bir yasal mimari inşa çabası belki de bu eylem planının en önemli motivasyonudur.

Aynı gün, bu projenin önündeki en önemli engel olan HDP hakkında kapatmaya kadar gidebilecek bir Yargıtay incelemesi başlatılmasını bu hedefteki kararlılığın bir göstergesi olarak okumak gerekir.

Her bir madde için tek tek okuma yapmaya çalışmanın anlamı yok. 19 yıllık iktidar, “reform” ve “müjde” olarak açıklanan faşizmin kurumsallaşması sürecinin kısa tarihi…

“Kartal Belediyesi’nde greve değil, grev yapma hakkına müdahale edildi”

Genel-İş İstanbul Anadolu Yakası 1 No’lu Şubenin örgütlü olduğu Kartal Belediyesi’nde toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmelerinde anlaşma sağlanamamış ve Genel-İş üyesi işçiler grev kararı almıştı. Kartal Belediyesi’nde greve saatler kala Genel-İş Genel Merkezi toplu iş sözleşmesini imzaladı.
Kartal Belediyesi önünde toplanan Genel-İş İstanbul Anadolu Yakası 1 ve 2 No’lu Şube yönetici ve temsilcileri, Kartal’da doğrudan grev hakkına müdahale edildiğini belirterek, “İşçinin en doğal hakkı olan grev hakkına müdahalenin kabul edilir tarafı yoktur” dedi.


Migros Depo’da direnişe devam eden kadın işçilerden 8 Mart çağrısı

Migros Deposu önünde direnişleri devam eden DGD-SEN’li kadın işçiler bugün yaptıkları açıklama ile 8 Mart’ta alanlarda olacaklarını duyurdu.
Kocaeli Çayırova’da bulunan Migros Depo’da çalışan 70 işçi çalışma koşullarının iyileştirilmesi için örgütlenip mücadeleye geçince işveren “ücretsiz izin” silahını kullanmış, bunun üzerine işçiler işyeri önünde çadır kurarak direnişe geçmişti.

Çanakkale’de maden ocağında göçük; Bir işçi iş cinayetinde yaşamını yetirdi.

Çanakkale’nin Yenice ilçesinde üç gün önce göçük meydana gelen maden ocağında mahsur kalan işçinin cansız bedenine ulaşıldı.
‘İşçi sağlığı ve iş güvenliği devletin ve işverenin görevidir’
TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu, 3 Mart 1992’de grizu patlaması sonucu 263 madencinin yaşamını yitirdiği facianın yıldönümünde basın açıklamasında bulundu. İş cinayetleri ve kazalarının büyük çoğunluğunun önlenebilir olduğuna vurgu yapılan açıklamada, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanmasının öncelikle devletin ve işverenin görevi olduğu hatırlatıldı.

Oyak Renault üretime bir hafta ara verdi

Oyak Renault 2021 yılının başından beri her ay üretime bir hafta ara veriyor.
Üretime verilen araların yıllık izinden kesileceğini söyleyen Renault işçileri, “Salgın sürecinde yıllık izinlerini çoğu insan kullandı nasıl olacağı belirsiz. Yılbaşından önce yoğun bir şekilde çalışıyorduk, mesailer bile vardı ama şimdi her ay bir hafta ara veriliyor. İnsanlar fabrikada tedirgin yarının ne olacağı bilinmiyor” diyor.