Küresel Kriz Derinleşiyor: Yıkıcı Depresyona Doğru
Bugün zaten hafif seyreden ya da salınımlı bir depresyonun içinde olduğumuz söylenebilir. Bahsedilen, krizin yeni ve yıkıcı fazıdır. Hatta kriz içinde daha yoğun ve şiddetli bir krizin yaşanmasıdır.
Kapitalizmin 2007-2008 yapısal-organik krizi kendi içinde iç fazlar geçirerek derinleşiyor ve yaygınlaşıyor. Küresel kriz yıkıcı bir faza doğru evriliyor. Yeni bir küresel finans krizinin ya da yıkıcı depresyonun yaşanma olasılığı artıyor.
Krizin birinci fazı ABD’de kendini Mortgage krizi olarak dışa vurdu. Kriz sarsıcı sonuçlar yarattı. ABD’nin gayrisafi yurt içi hasılasında yaklaşık 14 trilyon dolar, Mortgage piyasasında ise 10,5 trilyon dolarlık kayıp yaşandı. MBS, AIG gibi sigorta şirketleri, General Motor, Chrysler, Ford gibi otomotiv tekelleri iflas etti. Kapitalist devlet asli işlevini yerine getirerek bu şirketleri sistem açısından “batamayacak kadar büyük” tanımlamasını yapıp, “kurtarma” operasyonuna girişti.
Krizin emekçi yığınlara yansıması ise korkunç oldu. ABD’de bir kaç yıl içinde 9 milyon kişi işsiz kaldı. 8 milyon konuta icra geldi. FED, senyoraj hakkının yarattığı olanakları ya da doların küresel para konumunu kullanarak piyasalara kademeli olarak 15 trilyon dolar enjekte etti. FED’in parasal genişleme politikaları, içinde birkaç hamleyi taşımaktaydı. En başta finans kapitalin acil ihtiyaçlarının karşılanması ve krizle doğan risklerin (iflaslar dahil) kapitalist devlet tarafından ortadan kaldırılması hedeflendi. İkinci hamle iç piyasayı bir düzeyde toparlayıp, krizi çevre ülkelere ikame etmek şeklinde biçimlendi. Küresel piyasalara bol ve ucuz dövizin enjekte edilmesinin bir başka yansıması ise periferiye aktüel sermaye ihracı anlamına geldi. Bu hamlenin doğal sonucu ise özellikle ikinci kuşak kapitalist ülkelerin borç kapanına girmesi oldu.
Krizin ikinci fazı 2009-2010 yılında AB’de kendini dışa vurdu. Ya da kriz AB’ye bulaştı/sirayet etti. Bulaşma ve yüksek deformasyon yapısal krizlerin temel karakteristik özelliklerinden biridir. Kriz hızla güney Avrupa’yı sardı. AB’nin en zayıf halkası olarak Yunanistan öne çıktı. Yunanistan’da borç çevrimi kırıldı ve ülke iflas etti. Hızla ve senkronize bir şekilde yayılan kriz güney Avrupa’ya yayıldı. Başta İtalya, Fransa, Portekiz, İspanya, İzlanda, İrlanda borç, bankacılık ve emlak krizi içine girdi. Yunanistan’ın yanında Portekiz ve İspanya AB’nin yeni zayıf halkaları olarak dikkat çekti. İzlanda, İrlanda ve Kıbrıs Cumhuriyeti krizden sarsıcı olarak etkilendi. Kriz AB’nin içinde Fransa’yla birlikte dominant ülke olan Almanya’nın hegemonyasını artırması ve bir nevi AB’nin birinci periferisi olarak kabul edeceğimiz coğrafyaları yeniden sömürgeleştirmesi anlamına geldi. İkinci periferi bölgesi olan Doğu Avrupa’da ise Almanya etki gücünü hızla yaydı. Entegrasyonunu derinleştirdi. Yunanistan yeniden sömürgeleştirme politikalarının laboratuvar ülkesi olarak dikkat çekti.
Küresel Likidite Daralması
Krizin üçüncü fazı, 2015 yılında FED ve Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) parasal genişleme politikalarını terk etmesi sonucu, çevre ülkelerde kriz dinamiklerinin açığa çıkmasıyla kendini gösterdi. Özellikle kırılgan 5’li ya da kırılgan 8’li diye tanımlanan ülkeler yeni süreçte ciddi sorunlar yaşamaya başladı. Bu ülkelerin (Brezilya, Endonezya, Hindistan, Güney Afrika, Türkiye, Arjantin, Rusya, Şili yanında Venezuela, Bolivya, Kosta Rika da dahil edilebilir) makro ekonomik tablosu benzer özellikler gösteriyor. Yüksek enflasyon, zayıf büyüme trendi, dış borç açığı, sıcak paraya yüksek bağımlılık gelişmekte olan piyasalar diye de tanımlanan bu ülkelerin ekonomik zaafları olarak öne çıkıyor. Küresel finans kapitalin farklı kurumları özellikle Türkiye’yi uzun zamandan beri en kırılgan ekonomi olarak tanımlıyor. Yaşanan gelişmeler bu tespiti doğruladı. 2018 yılında küresel likiditede yaşanan daralma hızla Arjantin ve Türkiye’yi döviz krizi içine soktu. Bu gelişme krizin üçüncü fazına delalet oldu. Arjantin IMF’yle yaptığı stand-by anlaşması sonucu iflastan kurtuldu. Sosyal yıkım programları karşılığı IMF, Arjantin’e 57 milyar dolarlık kredi açtı. Bu adımlara rağmen Arjantin ekonomisi hali hazırda ciddi sorunlar yaşıyor. Türkiye küresel piyasalardaki gelişmelere bağlı soluk alabildi. 2019 yılında FED’in parasal genişleme politikalarını yeniden devreye sokması, ECB’nin izlediği sıfır faiz politikaları Türkiye’ye krizi öteleme şansı verdi.
İçinde yaşadığımız pandemi sürecinin başlı başına bir kriz olması yanında küresel krizi şiddetlendiren ve derinleştiren bir mahiyete büründü. Krizin pandemi sonrası içine girdiği faz, bir yandan 12 yıldan beri palyetif hamlelerle krizi öteleyen ama krizin yıkıcı enerjisini biriktiren sorunların açığa çıkmasını, diğer yandan pandeminin yarattığı ekonomik anlamda yüksek deformasyonu beraberinde getirdi.
Yeni Küresel Finans Krizi ya da Depresyon
Pandemi kendini en net biçimde talep çöküşüyle gösterdi. Ekonomik faaliyetlerde görülen hızlı düşüş, beraberinde arz sorunları yarattı. Küresel borsalarda sert düşüşler yaşandı. Spekülatif balon tehlikeli bir noktaya ulaştı.
Bir anlamda birbirini etkileyen ve tetikleyen küresel ekonomik döngünün içine girildi.
2007-2008 krizini açığa çıkaran borç ve spekülasyon köpüğü patladığında tablo şöyleydi: Dünya gayrisafi hasılası 55 trilyon dolardı. Finansal balon ise bir yoruma göre 685, bir başka yoruma göre 700 trilyon dolardı. Yani reel durumun yaklaşık 13 katı spekülatif hareket yaşanıyordu.
Bugün dünya gayrisafi hasılası 80 küsur trilyon dolar. Finansal balon ise 1500 trilyon doları geçti. Yani reel durumun yaklaşık 19 katı spekülatif hareket yaşanıyor. Bu realite ve pandemi sürecinin yarattığı üretim ve finansal sektöründeki yıkıcı deformasyonlar, 2020 yılında şiddetli küresel finansal krizin önünü açabilir. Artık bu risk yüksek bir olasılığa dönüşmüştür.
Bunun yanında küresel ekonomik durum hiç iç açıcı bir görünüm vermiyor. Özellikle dünya ekonomisinin 2020’nin ilk çeyreğinde yaşadığı ciddi küçülme ve küçülmenin ikinci çeyrekte de devam etmesi son derece negatif bir tabloyu ortaya çıkarıyor. Ayrıca küresel borç seviyesi 253 trilyon dolara yükseldi. Bu rakam tüm zamanların en büyük borç düzeyini gösteriyor. Bu durum sürdürülebilirlik sınırını zorluyor.
Pandemi sonrası küresel piyasalara FED, ECB, Çin Merkez Bankası- PBoC ve Japonya Merkez Bankası-BoJ 7 trilyon dolar enjekte etti. Yine pandemi sonrası 9 trilyon dolarlık bir ekonomik kayıptan söz ediliyor. ILO’nun nisan sonu raporuna göre küresel düzeyde 305 milyon kişi işini kaybetti. Dünya işgücü kaybı yüzde 10,5’e ulaştı. Pandemiyle birlikte 1,6 milyar insan asgari ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmaya başladı. Kapitalizm merkezlerindeki durum da son derece kötüye gidiyor. ABD’de pandemi öncesi yüzde 3,6 olan işsizlik, son üç aylık periyotta olağanüstü artarak yüzde 16 gibi bir orana sıçradı. Bu arada ABD ekonomisi yüzde 4,8 oranında küçüldü. Fransa ekonomisi yüzde 5,8; Almanya ekonomisi ise yüzde 6,3 oranında daraldı. 2007-2008 krizinde özellikle Çin ve Hindistan ve bazı ikinci kuşak kapitalist ülkeler büyüme oranlarında yükseliş ve ekonomik kapasiteleriyle küresel ekonominin lokomotifi işlevi görüp, krizin şiddetini ve etkisini yavaşlatıcı rolünü üstlenmişlerdi. Yeni konjonktürde Çin yüzde 1,2 gibi son 30 yılın en düşük büyümesini gösteriyor. Hindistan da yüzde 1,9 gibi sınırlı bir büyüme içinde.
II. Kuşak Kapitalist Ülkelerde Senkronize Kriz ve Petrol Krizi
Ve ikinci kuşak kapitalist ülkelerde ciddi ekonomik problemler yaşanıyor. Küresel ekonomideki sert daralma Brezilya, Rusya, Güney Afrika, Şili gibi ülkelerde senkronize krizleri tetikleyecek mahiyete bürünebilir. Özellikle petrol krizi şimdiden Rusya’nın ekonomisinde ciddi tahribat yaratmış durumda. Ayrıca yaşanan petrol krizi küresel krizi yayarak, derinleştirecek boyuta evriliyor. Rusya-Suudi Arabistan arasında şiddetli rekabetin ve küresel ölçekte dolayımlı olarak ABD’nin Rusya’yı kuşatma politikasının bir yansıması olarak nükseden kriz, çok vektörlü sonuçlar yaratabilir. Kriz bir nevi aşırı üretim krizi şeklinde kendini dışa vuruyor. Sektör üzerinde yapılan yüksek spekülasyon, krizi tetiklediği gibi küresel türev piyasalarında aşırı dalgalanmalara yol açıyor. Kriz, aşırı borçlanma ve yatırım nedeniyle Exxon ve Chevron gibi tekelleri iflasın eşiğine getirmiş durumda.
Kısaca pandeminin kontrol altına alınamaması halinde şiddetli ekonomik çöküşlerin yaşanması kaçınılmazlaşıyor ve yıkıcı bir depresyonun yaşanma olasılığı artıyor. Bugün zaten hafif seyreden ya da salınımlı bir depresyonun içinde olduğumuz söylenebilir. Bahsedilen, krizin yeni ve yıkıcı fazıdır. Hatta kriz içinde daha yoğun ve şiddetli bir krizin yaşanmasıdır.
Ortaya çıkan tablonun vahimliği finans kapitalin en rijit kurumu olan IMF tarafından da ifade edildi. IMF’nin baş ekonomisti Gita Gopinath nisan ayında yaptığı açıklamada dünya ekonomisinin görünümünü 1929 bunalımıyla karşılaştırdı ve depresyon vurgusu yaptı. Gopinath, iyimser tahminle dünya ekonomisinde yüzde 3’lük bir küçülme beklendiğini söyledi. Bu durumun 2008 krizinden, 30 kat daha etkili bir kriz anlamına geldiğini ve yaşanan küçülmenin II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan en büyük küçülme olduğunu vurguladı. Pandeminin yayılmasının durdurulamaması halinde ise 2020 yılının ikinci altıncı ayında daralmanın yüzde 3 daha artacağını yani 2020 yılı içinde beklenen daralmanın yüzde 6’ya yükselebileceğini belirtti. Eğer süreç 2021 yılına kadar uzarsa daralmanın yüzde 8 oranını aşabileceğini yani 2021 yılında totalde yüzde 11 küçülme beklendiğini açıkladı. G7 ve G20’nin acil ortak hareket etmesi gerektiğini de vurguladı.
2020 ve 2021 yıllarının son derece kritik yıllar olacağı şimdiden söylenebilir. Pandemi ve yıkıcı bir depresyon ya da yeni bir küresel finansal kriz büyük alt üst oluşları yaratacaktır. Bütün bu süreç olağanüstü bir momentuma ya da yüksek bir konjonktürün içine girdiğimizi gösteriyoruz. Bu tanımlama aynı zamanda sert sınıf savaşları manasına gelmektedir.