Koronavirüs Tek Adamlarla İttifaka Yanaşır mı? – Salih İncesoy

Teknolojik olanakların da kullanımıyla insanlık tarihinin en etkin denetim sistemi kurulmaya çalışılıyor. Salgın, bu sürecin zeminini güçlendiriyor. Ölümcül tehdidin yarattığı korku ve kapanma eğilimiyle, insanlar adeta özgürlüklerinden gönüllü olarak feragat ediyor.

“Pandemi öncesi dünya nasıldı?” Sanki çok gerilerde kalmış gibi geliyor bazen. Fakat bugünü kavramak için hatırlamakta fayda var; zira dünden köklü bir kopuş henüz yaşamadık…

Kapitalizmin krizi… Kayganlaşan ve kaotik bir hal alan dünya güçler dengesi… Neoliberalizmin iflası… Burjuva siyasi iktidarların otoriterleşmesi… Akıl ve ruh sağlığı şüphe yaratan tek adamlar… Yükselen sağ popülizm ya da neo faşizm… Parlayıp parlayıp kaybolan, fakat giderek dünyaya yayılan halk isyanları… Ve çivisi çıkmış bir dünya…

Salgın günlerine dünya kapitalizmi nasıl bir tabloda girmişti? Durumu karakterize eden ana denklemi hatırlayalım: “Küresel ekonomik kriz ve otoriterleşme.” Ellerindeki sermaye birikim modeli iflas eden, yenisini yaratamayan finans kapital, rıza üretme kapasitesini yitirdikçe otoriterizme yöneliyordu. Akıl sağlığı şüphe uyandıran “çılgın” liderler, kapitalizmin bugünkü aklını temsil ediyordu.

Salgın, kapitalizmin yarattığı çok boyutlu yıkıma dair gerçekleri çıplak bir şekilde açığa çıkarttı. Bu tablo, bir dizi tartışmayı beraberinde getirdi. Sosyalist ortamda -tüm dağınıklığına karşın- “aklın yolu birdir” özdeyişini doğrularcasına değerlendirmelerin önemli ölçüde ortaklaşması dikkat çekici. Güncel yakıcı taleplerden, geleceğe yönelik projeksiyonlara epeyce noktada ortak şeyler söyleniyor. Bunlar oldukça değerli.

Komünist Manifesto’nun hayaleti, tarihsel rolüne uygun pozisyon almak için aklını/adımlarını güçlendirmeye çabalarken, kapitalizm aklı bugün nasıl işliyor? Tek sözle; “finans kapital, otoriterleşme yolunda kaldığı yerden devam ediyor.”

*   *   *

Son birkaç ay içerisinde yaşananlar, otoriterleşme sürecinde totaliterleşmeye doğru nasıl vites yükseltildiğini gösteriyor. Pandemi gerekçesiyle ortaya konulan politikaların ana mantığı halk sağlığıyla ilgili olmaktan çıkmış durumda. “Sağlık önlemleri” adı altındaki uygulamalar, baskıcı rejimlerin konsolidasyonunda araçsallaştırılıyor. Bu doğrultuda atılan adımlar, tüm dünyaya virüs kadar hızlı yayılım gösteriyor.

Burada bir noktanın altını çizelim; “halklara yönelik baskı, denetim ve kısıtlamalar artarken, sermayenin dokunulmazlığı devam ediyor.”  Emekçileri tehdit eden tüm yaşamsal risklere karşın üretimin sürdürülmesi için her yol deneniyor. Acil tıbbi gereç gereksinimi varken, üretim, sermayenin istekleri doğrultusunda sürüyor. Kitlesel işsizlik ve yoksulluk hızla büyürken, dolar milyonerlerinin servetlerine konulması gereken verginin lafı bile edilmiyor.

Salgın, kamusal alanın ortadan kaldırılmasına makul bir gerekçe sunuyor. Tüm dünyada sınırlar kapalı. Ulaşımda büyük kısıtlamalar var. İnsanların toplu olarak bir araya gelmesi yasak. Birçok ülkede seçimler askıya alındı; parlamento çalışmaları durdurularak yetki, tek adamlara devredildi.  Basına yönelik sansür, yine yayılan bir uygulama. Yalnızca “kral çıplak” diyenler değil, soru soranlar bile gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.

Tüm kıtalarda devletler, “büyük bir deneyim paylaşımıyla” akıllara ziyan işler yapıyor.

Macaristan Başbakanı Viktor Orban, sınırsız süre ülkeyi kanun hükmünde kararnamelerle yönetme yetkisi aldı. “Asılsız haber” yayanların beş yıla kadar hapisle cezalandırılması ve seçimlerin ertelenmesi de bu yetkilere dâhil.

Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte, altı ay süreyle olağanüstü hal ilan etti. Bu karar, tüm yetkilerin Duterte’de toplandığı bir sıkıyönetim anlamını taşıyor. Covid-19 önlemlerine uymayanlar için “vur ve öldür” emri çıkartmak, Duterte’nin ilk icraatlarından.

Bir örnek de İsrail’den. Hakkında yolsuzluk suçlamaları bulunan başbakan Binyamin Netanyahu, salgın gerekçesiyle mahkemelerin çalışmalarını durdurarak kendisini yargılanmaktan kurtardı. Ayrıca Netanyahu, halkın izolasyon kurallarına uyup uymadığını denetlemek üzere, istihbarat örgütüne, terörle mücadelede kullanılan istihbarat araçlarını kullanma yetkisi verdi.

Paris’in yoksul mahallelerinde halk sokaklara çıkarak saatlerce polisle çatıştı. İsyanın nedeni, devletin kendilerine yönelik ayrımcı uygulamaları. Pandemi sürecinde bu uygulamalar daha da artmış durumda ve salgının en fazla vurduğu kesim de yine bu yoksul insanlar.

Çin ve birçok ülke daha, cep telefonları aracılığıyla tek tek insanların denetlenebileceği bir sistemi uygulamaya soktu. Çin’de kullanılan denetim sisteminin adı Wechat. Bu sistemle, tüm cep telefonlarına gönderilen “sağlık kodu” üzerinden insanların hareketleri kontrol altında tutuluyor.

Türkiye’de de benzeri bir uygulama başlatıldı. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın “hayat eve sığar” sloganıyla yürütüleceğini açıkladığı cep telefonu uygulamasıyla, diğer ülkelerdekine benzer şekilde insanlar dakik izlenebilecek. Teknolojinin sunduğu olanaklara karşın halka maske dağıtmayı beceremeyenler, aynı teknolojik olanakları kullanarak insanları denetleme konusunda maharetlerini sergiliyor.

Pandemi sürecinde geliştirilen bu gözetleme sistemine bir katkı da Google’dan geldi. Şirket, 131 ülke ve bölgede insanların hareketlerini gösteren konum bilgilerini hükümetlerle paylaşacağını duyurdu.

Salgın gerekçesiyle geliştirilen bu mekanizmayla insanlar sistemli bir şekilde denetim altında tutuluyor. Kişisel veriler, dakik bir şekilde oluk oluk devletlerin bilgi havuzuna akıyor.

Bu sistemlerin yalnızca salgın sürecinde kullanılacağı söyleniyor. Devletler, depoladıkları kişisel verilerin, sağlık dışında farklı bir amaçla kullanılmayacağına inanmamızı bekliyor.

Özet olarak, teknolojik olanakların da kullanımıyla insanlık tarihinin en etkin denetim sistemi kurulmaya çalışılıyor. Salgın, bu sürecin zeminini güçlendiriyor. Ölümcül tehdidin yarattığı korku ve kapanma eğilimiyle, insanlar adeta özgürlüklerinden gönüllü olarak feragat ediyor.

*   *   *

Türkiye’de de bu süreç ziyadesiyle yaşanıyor. Basına yönelik sansür katmerlenmiş durumda. Sosyal medya denetim altında. Toplumsal muhalefete yönelik operasyonlar, gözaltılar, tutuklamalar sürüyor. Bilgi, tek merkezden yayılıyor. Yardımlar, yine tek merkezden dağıtılıyor. Bunun dışındaki girişimler suç olarak tarif ediliyor. Ceza infaz düzenlemesi de, tam olarak otoriterleşme sürecine hizmet ediyor. Çete liderleri hapishanelerden salıveriliyor; boşalacak yerlere muhaliflerin doldurulması hedefleniyor.

Otoriterleşme süreci, aynı kutuplaştırma siyasetiyle sürdürülüyor. “Biz bize yeteriz” sloganı da buna denk düşüyor. Toplumsal kutuplar, “biz” ve “bizin dışında kalanlar” şeklinde kuruluyor.

Bu süreçte kullanılan dil de manidar. “Koronayla savaş…” “Cephede savaşan sağlık çalışanları…” “Koronaya karşı vatan savunması…” Bu militarist söylem, otoriterleşme sürecinin ruhunu yansıtıyor.

Tüm bunlar olurken, bütün dünyada olduğu gibi sermayenin çıkarları esas alınıyor. Kapitalist sistemin ve siyasi rejimin bekası için işçiler zorla çalıştırılıyor. Ekonomik ve siyasi zorlanma içerisindeki sistem, kendisi ölümcül noktalara sürüklenmemek için emekçileri ölüme sürüklüyor. “Evde kal” çağrıları, toplumsal muhalefetin izolasyonunu sağlamaya dönük bir nitelik kazanıyor.

*   *   *

Yazımızın başlığındaki soruyu kısaca tartışarak değerlendirmemizi tamamlayalım.

Koronavirüs, tek adamlarla ittifaka yanaşır mı?

Evet, pandeminin açığa çıkarttığı durum, baskıcı rejimlere güç katacak etkin bir denetim mekanizmasının kurulmasına fırsat sağlıyor. Fakat adeta çoklu organ yetmezliğine sürüklenen kapitalist sistem, ömrünü yalnızca denetim ve zor yoluyla ne kadar uzatabilir?

En baskıcı rejimler bile, bir şekilde toplumsal dayanak yaratmaya gereksinim duyar. Tarihte bunun örnekleri var. Toplumun en azından bir kesiminin rızasını almadan, tümü üzerinde yalnızca zor yoluyla iktidar olmak, hem ekonomik değildir, hem de uzun soluklu olamaz.

Kutuplaştırma siyasetinin, toplumun bir kutbunun rızasını alarak sisteme meşruiyet sağlamanın bir yöntemi olduğunu biliyoruz. Salgının -ve yeryüzünü kapıda bekleyen yeni yıkımların-  açığa çıkartacağı sonuçların, toplumun tümünü vurarak kutuplaştırıcı argümanların etki gücünü zayıflatıcı bir rolü var. Geniş kitlelerce, kapitalist sistemi ve o sistemin siyasi rejimlerini sorgulamanın zemini güçleniyor. İkna edebilirliği zayıflayan baskıcı rejimlerin elinde giderek zordan başka bir şey kalmıyor. Belirttiğimiz gibi, bu durum da çok fazla sürdürülebilir değil.

O zaman sorumuza yanıt olarak şimdilik şunu söyleyelim; “tek adamların virüsle ittifakı o kadar da kolay görünmüyor.”

İngiltere’nin tek adamının Covid-19’la el sıkışmak isterken virüsü eline yüzüne bulaştırıp nasıl hastanelik olduğunu da buraya bırakalım…

*   *   *

Son sözümüz meclisten içeri.

Sosyalistlerin, salgını ciddiye aldıkları kadar otoriterleşme sürecini de ciddiye almaları gerekiyor.  Yok edilmeye çalışılan kamusal alanın bu koşullar altında da genişletilmesinin yollarının bulunması ve ezilen toplumsal dinamiklerle etkileşim olanaklarının yaratılması şart.

Dijital platform, bunu sağlamak için yeterli değil. Ayrıca, denetlenebilirliğinin de kolaylığını unutmayalım.  İnternetin sunduğu olanaklar, olsa olsa -doğru kullanıldığında- asıl olana güç verecek bir yardımcı unsur. Asıl olan, ne olursa olsun doğrudan fiziksel etkileşim. Günümüz için de bu böyle.

Sosyalistler, fiziksel etkileşim alanlarını/yöntemlerini yaratmak zorunda. Zira virüsün ölümcül tehdidinden kendimizi korurken, siyasi bir ölüme sürüklenmemek için bu önemli…

Yazarın Diğer Yazıları