Umut Yeniyi Görme ve Yaratma Cesaretinde – M. Sinan Mert
Görsel: Lincoln Agnew
Sosyalizm işçi sınıfının gündelik sorunlarının çözümü ile ilişkilendirilecekse bugün temel halkanın yaşamak için çalışmak zorunda olanların geleceğe güvenle bakabilmelerini sağlayacak bir güvence programının dövüştürülmesinin gerekli olduğu çok açık.
Toplumsal hareketlerin zayıflığı ile konjonktürel gelişmelerin çok köklü dönüşümlere yol açacağı beklentilerinin yaygınlığı arasında doğru orantı olduğu söylenebilir. Belirleyici bir güç haline gelemeyen ezilenler, kendilerini kurtaracak mucize beklentisinden kopuşamıyorlar. Bu yaşamın renksizliği, süreğen güçsüzlük duygusu ve altta yatan derin umutsuzlukla başa çıkabilmek için geliştirilen bir savunma mekanizması olsa gerek.
Covid-19 günlerinde bu düşünüş tarzının farklı biçimlerine tanık oluyoruz. Dünya ölçeğinde neoliberalizm çağında kamusal olanın erozyona uğratılmasının salgının maliyetini ne oranda arttırdığı ortada. İtalya’nın bu ölçüde kayıp vermesi Berlusconi döneminde yaşanan sağlıkta özelleştirmelerin doğal bir sonucu. İspanya’da hastanelerin hızla kamulaştırılması ve evrensel temel gelir uygulamasına dönük girişimler toplumun ortak çıkarlarının, süper zenginlerin servetleri dışında yaşamın her öğesine zarar veren neoliberal uygulamaları devre dışı çıkaracağı beklentilerini arttırıyor. Oysa şu anda karantinayı en kapsamlı bir biçimde uygulayan ülkeler bile en kısa sürede işçi sınıfını üretime döndürmenin hazırlıklarını yapıyor. Eğrinin sırt vermesi sağlanır sağlanmaz, pandemi tam olarak kontrol altına alınamasa da Almanya da, Fransa da, ölü sayısının 11.000’i geçtiği, New York’un parklarının bile mezarlık haline dönüştürülmesinin planlandığı ABD de bile üretime geri dönülmesi planlanıyor. Güncel duruma uyum sağlamayı gerektirecek bazı nüanslar gündeme gelecek olsa da köklü bir rasyonalite değişiminin gerçekleşmesini ummak gerçekçi değil.
Benzer bakış açısının Türkiye siyasetine yansımaları da Erdoğan’dan bir kez daha “farklı” tutumlar beklemek olarak ortaya koyuyor kendisini. En son infaz yasası ve Grup Yorum üyelerinin ölüm orucuna yönelik tutum, rejimin toplumun geniş kesimlerinin vatandaşlık haklarının askıya alınması konusunda hiçbir değişiklik olmadığını gösteriyor. Bir taraftan krizin tüm yükünün işçi sınıfına, özellikle de mavi yakalı olanlarına çıkarıldığı tespit edilirken bir taraftan da her “Bilim Kurulu” toplantısı sonrasında genel bir sokağa çıkma yasağı ilanı beklentisi de ifade ediliyor. Saray’ın büyükşehir belediyelerine yönelik tutumu da “bu zamanda bile siyaset yapıyor” denerek eleştiriliyor. Pandemi koşullarında HDP’li belediyelere kayyumların atanmaya devam edilmesi de “etik” bulunmuyor.
Bu bilinç durumlarının toplumun en politik kesimlerinde bile gözlenmesi rastlantı değil. Egemen sınıfların her noktada üretim ilişkilerini yeniden üretme ve yönetme krizi yaşadığı, Covid-19 salgınının krizi daha da derinleştirdiği günlerde öfkenin ve devrimci enerjinin taşıyıcısı sınıfların belli bir program ekseninde örgütlenememesi, her açıdan kendisini tahkim etmeye çalışan gözetlemeci devlet karşısında onu felç edecek ağ örgütlenmeleri yaratamaması giderek bir insanlık krizine dönüşüyor.
“Her şey yıkılıyor, bel vermiş ortadirek;
Kargaşalık salınmış yeryüzüne,
Yükseliyor kana bulanmış sular, ve her
yerde
Sulara gömülüyor suçsuzluğun töreni;
İyiler her türlü inançtan yoksun,
Oysa yoğun bir tutkuyla esrik kötüler.” (W.B.Yeats, “İkinci Geliş”, 1919, İspanyol Gribi günleri)
20. yüzyılda benzeri krizlerin insanlığın kurtuluş umudu haline gelebilmesini mümkün kılan dünyanın her yerinde sosyalist-devrimci hareketler oldu. Bu hareketler büyük oranda alt-orta sınıf aydınlarla proleterlerin işçilerin bir koordinasyonuna ve ortak hareketine dayanıyordu. Örgütlenmenin ve devrimci bilinçlenmenin harcı genelde aydınların üretimi olan ideolojik çıktı iken mücadelenin maddesi ise büyük oranda proletaryanın yaşadığı gündelik sorunların aşılması ile ilgili çabalardan besleniyordu. 20. yüzyılın bütün büyük devrimleri aydınlarla ezilenlerin birbiri ile alışverişinin son derece dinamik bir biçimde gerçekleştiği tarihsel momentlerin, muazzam mücadelelerin sonucunda ortaya çıktı. Aydınların hareketin geleceğini temsil eden, görece ütopik, “yeni bir düzen kurma” telaşı ile işçilerin, köylülerin ve kadınların gündelik sorunlarının çözümünü bu yeni düzende görme bilincinin sentezi devrimin nüvesini oluşturuyordu.
Bugün yaşanan tıkanma büyük oranda bu hemhal olma halinin ve zenginleştirici sentezin yaratılamamasından kaynaklanıyor. Hareketlerin önemli bir kısmı 1968 sonrası oluşan akademik Marksizm hegemonyasının etkisiyle tamamen doktrinerleşip halk gerçeğinden koparken önemli bir kısmı da giderek teoriyi kurutan, onu basit bir ezbere dönüştüren, günceli anlama ve güncele etkin müdahale edebilme aracı olma vasfını ortadan kaldıran bir gündelikçi işgüzarlığına dönüştü. Halk hareketleri ise küçük kazanımlar ile yetinmenin ve “ütopik” düşüncelerle bağ kuramamanın aşırı gerçekçiliğinde boğuluyor.
Sosyalizm işçi sınıfının gündelik sorunlarının çözümü ile ilişkilendirilecekse bugün temel halkanın yaşamak için çalışmak zorunda olanların geleceğe güvenle bakabilmelerini sağlayacak bir güvence programının dövüştürülmesinin gerekli olduğu çok açık. Artık sosyalistlerin önünde iktidar olduklarında üretime rekor kırdırmak, üretici güçleri göklere çıkarmak, ağır sanayi hamleleri gerçekleştirmek yok. Yıllarca üretilmiş serveti yeniden paylaştırarak toplumun geniş kesimlerine güvenceli bir yaşam sunmak, kar hırsının doğayı ve yaşamlarımızı yağmalamasının önünde kuvvetli çitler oluşturmak var.
Buradan devam edeceğiz.