Saray rejimi çatlıyor mu?
M. Sinan Mert yazdı: Toplumsal muhalefet kendi planına odaklanmalı, iktidar içi çatlak tartışmalarına gereğinden fazla anlam yükleyen tutumlardan kaçınmalı, faşizmin kendi içinden dönüşebileceğine dair rüyalardan ebediyen uyanmalıdır.

Erdoğan 50+1 tartışmasını hangi politik hedeflere ulaşmak için yeniden gündeme getirmiştir?
Fetullahçıların devlet içinden temizlenmesi sonrasında bunun en iyi değerlendirenin MHP olduğu açık. Özellikle devletin zor aygıtı içerisinde, yargıda ve genel olarak bürokraside önemli noktaları tutmayı başardıkları görülüyor. MHP’nin kurulduğundan bu yana siyasi gücünü devlet içinde bu düzeyde maddileştirebildiği bir dönem yaşanmamıştı. Esas olarak Türkeş’in 1980 öncesi stratejisi de bir askeri diktatörlük marifetiyle devlet kadrolarını ele geçirmekti, bu yüzden dehşet verici katliam ve suikastlerle hem devrimci halk hareketlerinin ivmesini kıracak hem de genel kamuoyunda askeri darbeye meşruiyet kazandırabilecek işlere imza attılar. Bunu ne kadar kendi öznelikleriyle ne kadar emperyalizmin maşası olarak yaptıkları, bu tartışma özelinde talidir. Esas olan bir askeri darbe eliyle (12 Eylül yerine 15 Temmuz) farklı bir yoldan da olsa MHP’nin bürokrasi üzerindeki denetiminin zirveye çıkmış olmasıdır. Faşizmin olağan hallerinden birisi olan bürokrasinin büyümesi de MHP’nin patronaj ağlarının gelişmesine destek olmaktadır. Rahmi Koç’un devlet personelinin sayısıyla ilgili demeci daha ziyade finans kapitalin neo-liberal ezberi ekseninde tartışıldı ancak son dönemdeki kadro şişmesinin politik anlamıyla ilişkisi de düşünülebilir.
50+1 tartışmasının MHP’nin devlet içindeki konumuyla doğrudan ilişkili olduğu açıktır. Bu tartışmanın bir biçimde gündeme gelmesi ve Bahçeli’nin kızara bozara yaptığı Meclis grup toplantısı da geri plandaki tansiyon ile ilgili bir resim ortaya koymaktadır. Erdoğan’ın İYİP içindeki çelişkileri derinleştirmek ve bu hareketten olabildiğince geniş bir kesimi kendi yanına çekmek gibi bir arayışı olduğu açıktır. Klasik sağ siyasetin paraya ve iktidara yaklaştıkça gözünün kaşının ayrı oynamasına örnek teşkil edecek biçimde İYİP denen organizasyon da sarsıntı üzerine sarsıntı yaşamaktadır. Erdoğan, mayıs seçimlerini kazanmış olmanın ve bu kazanımın seçeneklerini çoğaltmış olmasının verdiği rahatlıkla hareket etmektedir. İYİP’in burjuva muhalefet saflarından Sarayın manyetik alanına mutlak biçimde girmesi yerel seçimde büyük şehirlerin garantilenmesine yol açacak, MHP’nin ittifak içi talepleri törpülenecek, Batı ile onarılmaya çalışılan ilişkiler açısındansa daha gerçekçi bir restorasyon tablosu ortaya çıkabilecektir. Tabii İYİP denen siyasi partinin tek parça kalmayı başararak bu geçişi yapabilme kapasitesi son derece sınırlıdır. Şimdiki gerilimler dahi burjuva siyasetinin kirli çamaşırlarını görmek isteyen gözlerin önüne sonuna kadar sermeye yetmiştir. Erdoğan Batı ile yakınlaşmaya ne kadar ihtiyaç duymaktadır ve MHP’yi böylesi bir arayışın önünde bir engel olarak mı görmektedir? Son dönemde bu gözlemi doğrulayan çok fazla işaret ortaya çıkmış olsa da hayatın bu yönde akışa geçmesi için köprülerin altından daha çok suların akması gerektiği açıktır.
İktidar bloğu içerisindeki çatlak imajının, Erdoğan’ı restorasyonun mimarı bir beyaz atlı prens olarak gören liberal hayalleri azdırdığı ise rahatlıkla tahmin edilebilir. Belirli dönemlerde 2015 sonrası yaşananların tüm vebalini “derin devlete” ve MHP’ye ihale eden ve “buradan bir çıkış olacaksa yine Erdoğan sayesinde olabilecek” diyen bir anlatı maalesef ki güçlenmektedir, çatlak imajı bu anlatının duyulma frekansını önemli oranda artırmaktadır. Anti-faşist hareketin ataletinin bir kısmını da bu anlatının etkisi açıklayabilmektedir. Toplumsal hareketin örgütsüzlüğü ve kendi öz gücüne güvensizliği, kendisine ait bir planının bulunmaması Erdoğan’ın ittifak ortağıyla ilişkisinin gerilimini yöneterek eşzamanlı bir biçimde muhalefetin farklı merkezlerinin kararlılık seviyesini de belirleyebilmesini mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla bu zafiyete düşmemek için toplumsal muhalefet kendi planına odaklanmalı, iktidar içi çatlak tartışmalarına gereğinden fazla anlam yükleyen tutumlardan kaçınmalı, faşizmin kendi içinden dönüşebileceğine dair rüyalardan ebediyen uyanmalıdır.
Asgari ücretin enflasyon beklentisine göre yılda bir kez belirlenmesi girişimi halka açılmış bir savaş olarak görülmeli ve işçi havzalarından başlayarak insanca yaşanacak ücret talebi güçlü bir biçimde örgütlenmelidir.
AKP’nin düzenlediği ‘Sezai Karakoç – 2. Yeni’yle ilişkilendirilen ancak ne Turgut Uyar’ın ne de Süreya’nın eline su bile dökemeyecek bir meczup- etkinliğinde öğrencilere dağıtılan broşürde “Kuranda sağcılar Allah topluluğu, solcular da şeytan topluluğu olarak tanımlanmıştır” yazmasının da bir örneğini oluşturduğu eşit vatandaşlığa saldırıların ardı arkası da kesilmemektedir. Bu açıdan dönemin görece diri dinamiklerinden Demokratik Alevi hareketinin 10 Aralık’ta düzenleyeceği mitingi güçlendirmek için de halkla temaslarımız daha da sıklaşmalıdır.
Esas olan iktidar içindeki çatlaklarla ilgili papatya falı açmak değil halkın planını hayata geçirecek iradeyi örgütleme enerjisini ve kararlılığını yaratmaktır.