Başarı, halkların stratejik yaklaşımındadır
Orhan Kara yazdı: AKP-MHP iktidarı seçimlerde aldığı yenilgiden hemen sonra Van halkının iradesini yok sayarak önümüzdeki süreçte ülkenin nasıl bir iklimde ilerleyeceğini yeterince gösteriyor. Ve bu nedenle ceberut iktidarın meşruiyetinin olmadığı üzerinde politika yapılmalıdır.
AKP-MHP iktidarı ülkenin derinleşen sorunlarını erteleyerek 2024 yerel seçimlerini geçirmiş oldu. Ancak, istediği sonucu alamayarak hüsrana uğradı. AKP iktidarı 22 yıldır ilk defa ikinci parti durumuna geriledi, CHP’nin ise Ecevit’ten bu yana Türkiye haritasında bu kadar yer kapladığı görülmemişti. Erdoğan, bu seçimlerin kendileri açısından bir dönüm noktası olduğunu ifade ederek sonuçları kabullenmiş görünse de siyasal geleceği açısından bu hezimetin kritiğini muhakkak yapacaktır.
Reel sosyalizmin irtifa kaybettiği ve dünya güç dengelerinin değiştiği özgüvenle küresel güçlerin 1970’lerle birlikte geliştirdiği neoliberal politikalar Türkiye’de AKP eliyle 2000’lerin başından itibaren büyük bir hızla uygulandı. Yaşam hakkının en çıplak hâlinin gaspı AKP’li yıllarda oldu. Neoliberal politikalarla büyük bir yıkım gerçekleştirildi, gerçekleştiriliyor. Barınma, eğitim, sağlık, ulaşım, su… İnsanların en temel ihtiyaçları piyasalaştı. Bizzat, AKP belediyeleri aracılığıyla kentsel dönüşüm projeleri ile yandaş sermayeye büyük bir rant alanı açıldı. Kamu hizmetlerinin kalitesi düşürülerek özel sektöre bilinçli olarak teşvik ediliyor. AKP-MHP iktidarının rezerv alan yasasını çıkartarak savunmasız parkların, ormanların, zeytinliklerin talan ve gaspı için hazırlık yaptığı açık. Ancak, yerel seçim sonuçları nedeniyle bu planın kendisi boşa çıkmış oldu.
31 Mart seçimlerini geride bıraksak da sosyalist hareketin seçim politikaları ile ilgili tartışmaları bir süre daha sürecek gibi. Sürmelidir de.
Neoliberal kapitalizmin toplumu felaketlerle karşı karşıya bıraktığı şu günlerde, ki 6 Şubat depremleri ve büyük İstanbul depremi de düşünüldüğünde bu seçimlerin en az kazananının sosyalistler olması anlaşılır değil. 6 Şubat depremi bölgelerinde sosyalistlerin refleksi ve emeği toplumun unutamayacağı bir seviyededir. Özellikle Hatay bu bölgeler içerisinde özgün bir yerde duruyor. Bölge, tarihi boyunca demografik ve kültürel yapısı ile egemen güçlerin dikkatini çekmiştir. Depremle birlikte yaşanan büyük yıkım, sermaye ve egemen güçler açısından bir fırsat olarak görülüyor. Ancak, halkın egemen güçlere karşı itirazı güçlüdür. Bu nedenledir ki insanlar göz göre göre katledildiler.
Özellikle 6 Şubat deprem sürecinde elde ettiğimiz deneyimlere dayanarak, yaşam alanlarının büyük oranda kuşatıldığı günümüzde yerel inisiyatiflerin öneminin çok çok arttığını ifade etmeliyiz. 31 Mart yerel seçimleri tam da bu nedenle sosyalist hareket açısından tarihsel öneme sahipti. Halkın doğrudan katılımcı olduğu ve tarihimizden yararlanarak halkçı belediyeciliğin yeni örneklerini birçok bölgede oluşturmak mümkündü.
Evet, sosyalist hareket daha fazla yeni mevziler kazanmak için yerel seçimleri araçsallaştırabilirdi. Bu süreçte açığa çıkan eksiklerimizin kritiği, geleceğimiz açısından önemlidir. Bariz gözüken daralmanın aşılması zorunluluk noktasındadır. Sosyalist hareket daralmanın sınırına dayanmıştır.
6 Şubat depremi bir kez daha yerel inisiyatiflerin önemini göstermiştir. Ancak sosyalistler bir blok olarak hareket etmediği için bu trendi kaçırmış oldu. Ve maalesef kazanma potansiyeli güçlü olan çeşitli ilçeler dahi kaybedildi.
TKP, Defne’de ortaklaşmak için hiçbir girişimde bulunmayarak ilk adayını çıkarandır. Ve süreç içerisinde kendisini ayrıştırarak yürümüştür.
TİP ise sosyalist hareketin ve halkın ezici çoğunluğunun itirazına rağmen çapsız Gökhan Zan’ı aday gösterdi. Kirli ilişkilere girdiği deşifre olunca da kendilerini soyutlayarak “Hatay halkının ortak adayı” dediler. Nerede, kiminle ortaklaştınız? Hem büyükşehirde hem de Defne’de adayların popülist kişiliğine aldanıp güçlü itirazlara rağmen kendinizi dayattığınız için ittifak masası dağılmadı mı? Dağıldı.
DEM Parti ise Hatay’da uzun süre politikasız kaldı. Son güne kadar Hatay’da aday çıkarmadı. Aday çıkarıldıktan sonra ise Arap Alevi halkının olduğu ilçelere bir türlü getirilmedi. Hatay, Antakya ve Defne’nin muhasebesi ve özeleştirisi şart.
Eşine benzerine az rastlanır stratejiler ve ittifaklar kuruldu. Aday pazarlıkları, entrikalar… Herhâlde bu seçimlere kadar, bizim cenahtaki siyasi çürümüşlüğün boyutunun farkında değildik.
Öyle ya da böyle düzenin siyasetinin sosyalist ortama sirayet ettiği gerçek. Dayatmacı, benmerkezci ve popülist siyaset anlayışından sosyalist hareketin de bazı akımları nasibini almış bulunuyor.
İdealler, prensipler, kurallar ve ilkeler azımsanmayacak seviyede erozyona uğramıştır. Özden uzaklaşılmış, birbiriyle olan mesafe neredeyse kapanmış. Sosyalist hareketin bir bölümünün düzen siyasetinin etkisinde kalmasının devrimci ortamı deforme ettiği açık. Ve toplum ile siyasetin ilişkisi yeniden dizayn edilmediği sürece işlerin pek de yolunda gitmeyeceği aşikâr.
DEM Parti, AKP-MHP kuşatmasını kırarak haritanın değişmesini sağladı. Bu başarı ezilen halkların geleceği açısından önemlidir. Yok sayarak, kayyum atayarak, cemaatler ve tarikatlarla kuşatarak atılan tohumları kurutamadılar. DEM; fikriyatı, iç hukuku ve çoklu bileşen yapısıyla ezilenlerin kendini var etmesi açısından önemli bir noktada duruyor. Ancak, 7 Haziran sonrası geliştirilen baskı rejimi sonrası örgütlenme araçları etkisizleşti, partinin toplumsal tabanı seçmen durumuna çekildi. Parti ile kitle arasındaki canlılık zayıfladı. Ve bürokratikleşme kaçınılmaz olarak yaşandı, yaşanıyor. Gelinen aşamada ise sistemin, parti fikriyatı ve bileşen hukukunda gedikler açılmasını amaçladığı görmek istemeyenlerin dahi görebileceği bir noktada duruyor.
İttifak ilişkilerinde eşitlikçi ilişki biçimini kurmak, politik hedefleri oluşturmak, mücadele perspektifini yükseltmek, halkın yönetime doğrudan katılımını örgütlemek, örgütlerimizle ezilen toplumsal kesimler arasında canlı bir ilişki biçimini kurabilmek bu dönemin devrimci görevleri arasındadır.
AKP’nin toplumsal tabanında çözülmenin yaşandığı, önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Yerel seçim sonuçları Erdoğan’ın zayıfladığını gösteriyor. Genel seçimler düzen içi muhalefet açısından bir kırılmaya yol açsa da yerel seçimlerde moral üstünlüğü düzen içi muhalefete geçmiş görünüyor.
Seçimlere olan ilgi ve değişim beklentisi güncelliğini koruyor.
Kuşkusuz, açığa çıkan başarı düzen muhalefetinin kapasitesini ve sınırlarını aşıyor. Çok açık ki; AKP-MHP iktidarının talan, yağma, çökme, yoksullaştırma, savaş politikalarına karşı ezilen halklar stratejik yaklaşarak oy kullanmışlardır. Başarı, ezilen halklara aittir. Mevcut tablonun politik okuması bu temelde ele alınmalıdır.
Neoliberal kapitalizmin çoklu krizine 31 Mart yerel seçimleriyle birlikte siyasal kriz de eklenmiş oldu. Önümüzdeki süreçte erken seçim çağrıları küçük bir olasılık. Düzen içi muhalefetin bu seviyede el yükseltmesi gibi beklentilere girilmemelidir.
Hayat pahalılığı, kimlik sorunları, savaş ve siyasal kriz önümüzdeki günlerin en çok konuşulacak başlıkları olacaktır. İç politikadaki sıkışma hâlinin faturası, ezilen toplumsal kesimler açısından geçmişe oranla daha fazla hissedilecektir. Sınıfsal çelişkiler büyüyecektir.
Küresel ve bölgesel yürütülen diplomatik görüşmeler finans kapitalin alt emperyalist stratejisinin bir ürünü olarak okunmalıdır. İktidar, neoliberalizmin çoklu krizine çözümü yağma, talan, savaş politikalarında görüyor. Mayıs ve yerel seçimler arası egemen güçler Ortadoğu’da stratejik bir kararlaşmayı sağladı. Kürt özgürlük hareketinin ve devrimci hareketin tasfiyesi bu stratejinin ana teması. Uzun vadeli stratejinin ittifak ilişkileri de dizayn ediliyor. AKP-MHP iktidarı kitleler üzerinde tahakküm oluşturmanın bir yöntemi olarak Ortadoğu’da stratejik bir perspektifle yaklaşacaktır.
Faşist bloğun Ortadoğu’da oynayacağı rolün ne derece iç politikaya etki edeceğini bugünden kestirmek mümkün olmayabilir. Ancak, hiçbir şeyin alışık rutinde ilerleme şansı yoktur. Böylesi tarihsel bir süreçte örgütlülüğün toplumsallaştırılması ve devrimci yapının güçlendirilmesi zorunluluktur.
Yerel seçimlerin hemen öncesinde farklı politik okumalar kamuoyuna yansısa da 20 yıllık birikim ve deneyim aksi yönde beklentilere girmenin politik hata olacağını yeterince ortaya koyuyor. Şu gerçeklik su götüremez; farz edelim Erdoğan’ın elinde sihirli bir değnek var, yine de çözüm gücü olmayacaktır.
AKP-MHP iktidarı seçimlerde aldığı yenilgiden hemen sonra Van halkının iradesini yok sayarak önümüzdeki süreçte ülkenin nasıl bir iklimde ilerleyeceğini yeterince gösteriyor. Ve bu nedenle ceberut iktidarın meşruiyetinin olmadığı üzerinde politika yapılmalıdır.
Erdoğan, faşist rejimin inşasında ısrarcı olacaktır. ‘Eski gücünü kaybetti’ rehavetine kapılmamak önemlidir. Yeni döneme çok daha güçlü bir şekilde hazırlanmalıyız. ‘Bir dönüm noktası’ olması ezilen halkların sokaktaki örgütlülük seviyesine bağlıdır. Bu nedenledir ki; bu daha başlangıç.
Halkların, AKP-MHP iktidarına karşı dolaylı yoldan oluşturduğu stratejik ittifakın sokakta örgütlenmesi bu dönemin politik sorumluluğudur. İçerisinde olduğumuz bu konjonktür, sosyalist hareketin yol alması açısından önemli fırsatlar barındırıyor.
Kuşkusuz, ülkeyi kaotik bir noktaya doğru götürme girişimlerine ve faşist rejimin inşası ısrarına karşı geniş ölçekte bir ittifakla, demokratikleşme perspektifiyle ‘hükümet istifa’ parolası etrafında buluşulmasının yanı sıra güçlü bir direniş hattının örülmesi elzemdir.