Sosyalistlerin Depremle İmtihanı – Kezban Konukçu
Neoliberal politikaları hızla hayata geçiren bir iktidardan kamu yararına yatırım beklemek hayal olur. Bugün görüyoruz ki Deprem Fonu’yla yol yapılmış. Yani neredeyse iktidarının gerekçesi haline getirdiği yolları insanların canını kurtarmak için insanlardan topladığı paralarla yapmışlar.
Sene 1993, İTÜ İnşaat Mühendisliği son sınıftayım. Reel sosyalizmin çöküşünün sosyalistlerin üzerine çullandığı topyekûn savaşın tüm devrimcilerin canına ot tıkamaya çalıştığı bir dönemde “örgütsüzlüğün” moda olmaya başladığı yıllar. “İyi insan” olmak yeterliydi. Bunun yetersizliğini anlamama neden olan önemli konulardan biri olası büyük İstanbul depremiydi. Üniversitede hocalarımdan biri “Size depreme dayanıksız binalara onay vermeniz istenecek. Onaylamazsanız işsiz kalacaksınız. Onaylarsanız insanların hayatlarını kaybetmelerinden sorumlu olacaksınız. Her zaman vicdanınızı dinleyin.” demişti. Ben de pek çok şeyi sorgularken tek başıma “vicdanımı dinleyip” hareket etmemim yetersiz olacağını, meselenin sistemle doğrudan ilişkisini, “iyi insan” olmanın tek başına ne kendine ne de topluma yararı olduğunu idrak ettim ve örgütlü mücadeleyi tercih ettim.
6 sene sonra ‘99 depremi oldu. Yaşanan felakete sosyalistler olarak ilk tepkimiz halkın acılarını sarmak için harekete geçmek oldu. O dönem Dayanışmaevleri çalışmalarımızın yaygın olduğu bir dönemdi. Hızla deprem bölgesine başta arama kurtarma çalışmalarına katılmak için ekipler yolladık. ‘99 depreminde devlet ve hükümet tüm kurumlarıyla hızla deşifre oldu. Sadece 21. yüzyılın eşiğinde ilkel yapılaşmasıyla değil deprem anında ve sonrasında yapılması gerekenler konusunda ne kadar geri kalmış, hazırlıksız ve insani yaklaşımdan uzak olduğu deşifre oldu. En çok da Kızılay’ın rezillikleri gündem oldu. Halkın acılarını sarmak için ve ihtiyaçlarını gidermek için yapılan yardımların nasıl da birilerine peşkeş çekildiği, “işe yaramayanların” depolarda çürümeye bırakıldığı o günlerde bir bir ortaya çıktı. Devlet bu haldeyken insanlar kenara çekilmedi, Türkiye’nin (tabii ki dünyanın da) dört bir yanından yardım organizasyonları yapıldı. Çok ciddi dayanışma örnekleri sergilendi. Bu dayanışmalar öyle bir hale geldi ki devletin çürümüş kurumları kenara itildi. Bu durumun açığa çıkardığı riski fark eden devlet bir süre sonra bu dayanışmanın önüne geçti ve tüm yardımların Kızılay üzerinden organize edileceğini ve diğer sivil dayanışmaları yasakladığını ilan etti. Dayanışmaevlerinden çoluklu çocuklu bir ekibin İstanbul’un varoşlarından topladığı yardımları Gölcük’te dağıttığı bir organizasyon sonunda ekip olduğu gibi gözaltına alındı ve çadırdan karakolda çocuklar da dahil işkenceye maruz kaldı. Bu örnek bile bir felaketin ardından halk dayanışmasının sistem için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu gösteriyor.
O dönem deprem çalışmalarımız Gölcük’te Depremzedeler Derneği kurulma sürecine katkı sunma boyutunda da devam etti. Yaşanan acıların unutulup gitmesine izin vermemek ve kalıcı çözümlerin örgütlü bir şekilde ortaya konması için azami çaba gösterdik. Bulunduğumuz çalışma alanlarında da olası İstanbul depremine hazırlık için halk toplantılarından ilk yardım kurslarına geniş bir yelpazede konuyu ele alıp gündem yaratarak kalıcı çözümler için kalıcı örgütlenmeler oluşturmaya çalıştık.
Ama durum ortada. O günden bugüne depreme hazırlık konusunda ciddi bir yol alınamadı. Bu durumu anlamak için ‘99 depreminde özellikle ilk haftalarda deprem bölgesinde kimler vardı diye hatırlamak lazım. Deprem bölgesinde biz sosyalistlerden daha “örgütlü” bir şekilde siyasal İslamcı örgütler vardı. Yaptıkları tüm yardımları çok organize bir şekilde yapıyorlardı. Örneğin; her yardım alan kişi kayıt altına alınıyordu ve depremle ilgili batıl fikirler sürekli empoze ediliyordu. “Açık giyinildiği için deprem oldu. Bu Allah’ın bir gazabı.” gibi… Siyasal İslamcı zihniyetin 2002’de iktidara taşındığını ve o günden bu yana depremle ilgili yapılan/yapılmayanları hatırlamak önemli. Neoliberal politikaları hızla hayata geçiren bir iktidardan kamu yararına yatırım beklemek hayal olur. Bugün görüyoruz ki Deprem Fonu’yla yol yapılmış. Yani neredeyse iktidarının gerekçesi haline getirdiği yolları insanların canını kurtarmak için insanlardan topladığı paralarla yapmışlar. Bugün yaşanan küçücük bir depremde (olası büyük İstanbul depremi en az 30 kat daha şiddetli olacak) bile kilitlenen iletişim ağı bu alanda yapılan özelleştirmelerin teknolojiyi yakalamak için değil de rant için yapıldığını deşifre ediyor.
Yoksulları sağ popülist politikalarla örgütleyen AKP’nin yaptığı en büyük kötülüklerden biri de halktaki örgütlülük bilincini dağıtması ve dayanışmacı, çözüm gücü olan, geleceğini kurgulayan değil dilenen/dileyen bir halk gerçeği yaratmasıdır. Bunu yaratırken de kullandığı İslam ideolojisiyle bilimsel düşünceyi ciddi oranda geriletmiştir. Son yıllarda akademiye saldırısıyla cisimleşen süreç uzun yılların birikiminin bir sonucudur. Son depremde en yakınımızdaki insanlardan bile “Gece 4.00’de deprem olacakmış.” safsatasına inananlar olmuştur. İş cinayetine kader diyenler depreme de kader ya da “ABD’ye boyun eğmedikçe daha çok sallanırız” boş laflarını dolaşıma sokabiliyorlar.
Olası İstanbul depreminin bölgesel bir savaşa eş değer yıkım yaratacağı gerçeğiyle hareket etmeliyiz. ‘99 depremi sonrası yaptıklarımızdan çok daha fazlasını örgütlü bir şekilde yapmaya ihtiyacımız var. Bu sürece belki de en başından bilim dışı yaklaşımlardan akılları uzaklaştırarak başlamak gerekiyor. Deprem doğal bir süreçtir. Deprem değil; her şeyi kar hırsıyla şekillendiren kapitalizm öldürür, dayanışma yaşatır. AKP deprem fonlarını yola harcadığı için, toplanma alanlarına AVM vs. yaptığı için, iletişim alanındaki özelleştirmelerden rant elde ettiği için, önlem almayıp ayakkabı kutularını doldurduğu için, aklımızla oynayıp her şeyi “kadere” bağladığı için SUÇLUDUR.