Üniversite Güncesi ve Biraz Politika – Eren Devran
O gün sokağa çıkış sadece İmamoğlu’nun hakkının yenmesi falan değildi gençler için. Bir değişimin olduğunu gören ve bunun için somut olanı yapmaya yeltenen gençlerin sokağa çıkışıydı.
Üniversiteler sevabıyla günahıyla bir seneyi daha geride bıraktı. Bize de geçen bir seneyi değerlendirmek kaldı. Bir seneyi değerlendirdikten sonra da malum bir seçim -pardon iki seçim ama birisi iptal oldu sonra bir seçim daha; ama o da aynısıydı ya da öyle miydi yani iki seçim yaşadık ama aynıydı ya da değil miydi? Sonuçta tam olarak anlatamadığımız yerel seçimi de geride bıraktık (kafamız karıştı sanmayın, biz gayet netiz, aşağıda anlatacağız). Elbette seçimin bir belirleyeni de üniversitelilerdi. Gezi’den önce bir ilerleme dönemi kaydeden ve özellikle Gezi’den sonra açığa çıkan muhalif üniversiteli kimliği yaklaşık 4-5 senedir seçimlerin önemli bir belirleyeni oluyor. AKP, ülkedeki sonuçların tersine üniversitede geri sıralarda yer alıyor. Bu gibi konular üzerine biraz karalayıp yazıyı bitireceğiz.
Elbette üniversitede yaşananlar ne seçimlerden ne ülkede yaşananlar ya da ülke konjonktüründen (bu daha havalı) bağımsız değil. Malumunuz üniversiteler uzun süredir baskı altında, Barış Bildirisi’ni imzalayan hocalarımızın atılmasından önce başlayan bir süreçten bahsediyoruz. Üniversitede öğrenciler üzerine sürülen özel güvenlik ve polis saldırıları, soruşturmalar, üniversite içinde ‘siyaset yaptırmama’ anlayışı AKP’nin üniversiteyi fethetme politikasının bir parçasıydı. Saray’ın üniversiteleri fethetmek için elindeki bütün imkanları kullanması bunlarla da sınırlı kalmadı; üniversitedeki rektörleri kendisi atadı, muhalif hocaları üniversiteden ihraç ettirdi (hatta sonrasında hapis cezası alan hocalarımız da oldu), muhalif-sosyalist kimliğiyle öne çıkan öğrencileri okuldan uzaklaştırmak ya da atmak için soruşturmalar açtı, okul içinde polis ve yönetim destekli ülkücü faşist çetelerle terör estirdi, AKP gençlik kollarından çıkma çalışmalarla üniversiteler içinde örgütlenme çalışmaları yürüttü – bu arada muhalif öğrencilerin okul içinde yaptığı her çalışma engellendi hatta bu öğrencilerin okula giriş çıkışları dahi denetlenir hale geldi-. Yalnız iktidarın belki unuttuğu belki atladığı belki de bilmediği bir şey vardı: ‘Bilim doğası gereği itaatsizdir’. Bilimle az çok haşır neşir olan üniversiteli de itaatsizliği genlerinde varmış gibi benimser.
Her ne kadar bunlar yapılsa da AKP üniversitede kendi varlığını arttıramadı, öğrencileri kendi tarafına, ideolojisine çekmeyi başaramadı. Bu baskıların, politik özneleri bir adım gerilettiğini söyleyebiliriz ama bunun topyekûn üniversitelileri sindirdiğini falan söylemek hiç doğru olamayacağı gibi üniversite gençliğine çok büyük haksızlık da olur. Bu sadece Saray’ın bir hayali olarak kalacaktır. Özellikle geçen sene referandum sonucuna itiraz için sokağa çıkan kitle, dahası geçen 23 Mart yerel seçimi sonrası 6 Mayıs’ta YSK’nın seçimi iptal etmesi ile sokaklara çıkan kitlenin, hiç abartmadan söyleyeyim, %90’ı üniversiteliydi.
Bu sene özellikle bir okula değinmek gerek. Bu okul tarihte de hep öğrenci hareketinin merkez üslerinden biri olarak anılır. ODTÜ, genlerine direniş işlenmiş bir okul, yukarıda itaatsizlikle ilgili söylediğimiz şeylerin tam karşılığını bulan öğrencilerin olduğu bir üniversite. ODTÜ’de bu sene yaşananlarla ilgili güzel bir yazı var. O yüzden burayı, o yazıda okumanız için pek uzatmadan geçiyorum.
Saray, üniversiteleri fethetme adına bir plan çıkarmışa benziyor. Özellikle kafasına taktığı bazı okullar var. Ankara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi ve tabi baş düşman ODTÜ. Anadolu Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi, İTÜ ve Karadeniz Teknik (KTÜ) gibi okullar da bu saldırı furyasından kendilerine düşen payı aldılar. Fakat ilk saydığım üç üniversitenin gençlik hareketi içerisindeki yeri de bilindiği için baş cezalar buralara kesildi. İlk olarak bu saldırı İstanbul ve Ankara Üniversitelerine yöneldi. AKP ve Saray faşizminin bu dönemde daha saldırgan bir tutum aldığı ve bu tutum neredeyse hiç sorgulanmadığı için yukarıda da bahsettiğimiz şeyleri yaparak (rektör atamaları, öğrencileri sindirme, polis destekli ülkücü faşist saldırılar vb.) saldırılarını direkt uyguladı. Sıra ODTÜ’ye gelmişti, ODTÜ beklendiği gibi karşılık verdi: direnişle. Ki bu dönemin bir özelliği daha var, Saray ve AKP faşizminin daha zayıf olduğu bir döneme denk gelmiş olması. Tamamen savuşturulan bir saldırı olduğunu söyleyemeyiz, artçıları devam edecektir ama önümüzdeki dönem öğrenci hareketinin de toplumsal muhalefet gibi daha da canlanacağını düşündüğümüz için bu saldırılardan iktidar beklediği sonucu alamayacaktır. Geçtiğimiz son birkaç seneye göre önümüzdeki süreç üniversite gençliği için daha hareketli ve mücadelenin yükseleceği bir dönem olacaktır.
‘Referandum sonucuna itiraz için sokağa çıkan kitle dahası geçen 23 Mart yerel seçimi sonrası 6 Mayıs’ta YSK’nın seçimi iptal etmesi ile sokaklara çıkan kitlenin hiç abartmadan söyleyeyim %90’ı üniversiteliydi’ demiştik. AKP’nin ülkedeki sonuçların tersine üniversitelerde daha gerilerde yer aldığını da eklemiştik. Bunun için mahalle mahalle açılan üniversiteleri kast etmiyorum elbette. Hasbelkader üniversite eğitimi verebilen üniversitelerin yer aldığı şehirlerdeki sonuçlara da bakarsak üniversitelilerin eğilimini anlayabiliriz. Şehirin kaderini değiştirecek bir sonuçtan ziyade muhalif partilere özellikle HDP’nin neredeyse sıfıra yakın oy aldığı şehirlerde üniversite varsa HDP’nin oylarındaki artışı gibi şeyleri görebiliyoruz. Aynı şey CHP için de geçerli. Geçen yıllarda genç seçmenlerin sonuçlara etkisinden çokça bahsedildi. Son seçimde bu konu, diğer gelişmelerin arkasında kaldığı için pek dillendirilmiyor fakat yine önemli gündemlerden biri bizce.
23 Haziran’da yapılan yerel seçimlerde üniversiteli gençliğin oylarını İmamoğlu’na verdiğini görüyoruz. Özellikle 6 Mayıs’ta YSK’nın seçimi iptal kararı ile sokaklara çıkan kitle gençlerdi. Bu eylemlerin hem öncülüğünü alan hem de belkemiğini oluşturanlar gençlerdi ki özellikle üniversite öğrencileriydi. Eylemlerde tanık olunan diğer şey de orta yaş ve daha yaşlı kitlenin eylemlere katılmayıp sadece destek vermekle yetinip daha düşünceli olmasıydı. O gün sokağa çıkış sadece İmamoğlu’nun hakkının yenmesi falan değildi gençler için. Bir değişimin olduğunu gören ve bunun için somut olanı yapmaya yeltenen gençlerin sokağa çıkışıydı. Çok konuşuldu; bu seçim sadece bir yerel seçim değildi, önümüzdeki 10-15 belki daha fazla seneyi etkileyecek bir seçimdi diye. Evet neredeyse AKP iktidardayken büyüyen bir neslin, ‘bu iktidardan kurtulabiliriz’ çığlığıydı bu seçim. 31 Mart seçim sonuçlarından alınan ilk ders buydu gençlik için. YSK’nın iptal kararı da gelince sokağa çıkmamak olmazdı artık. 31 Mart’ta ve 23 Haziran’da da bu insanlar gördü ki AKP yenilebiliyor. Üniversitelinin şimdi yapacağı şey ‘eee bu iktidar devrilebiliyormuş o vakit biz de itelim’ olacaktır.
Bunca yıl baskı ortamında ‘kindar ve dindar’ bir nesil yetiştirmenin gölgesinde büyüyen bu nesil AKP’nin baskı ortamından bir nebze olsun kurtulabileceği bilinciyle oyunu kullandı. Bu tavır politik bir tavırdır; burada söylenecek birkaç şey daha var. Gençlik temsili demokrasiden alacağını aldı artık; bu sistem gençliğin istediği ve hayal ettiği bir sistem değil. Artık miadını doldurmuş, oldukça yaşlanmış, obezleşmiş ve tahrip olmuş bir sistem olan kapitalizmin temsili demokrasisinden bahsediyoruz. Tek başına bu seçimin sonucu bizi tam tatmin eden bir noktada değil, daha fazla demokrasi daha az temsiliyet gibi taleplerimiz var; bizi en iyi biz temsil edebiliriz. Bunca sene hangi partinin elinde olursa olsun yerel yönetimlerin oldukça vasat ve anlamsız bir hiyerarşiyle bezenmiş olmasını, müthiş yolsuzluk ve rüşvetin dönmesini eleştirdik ve eleştirmeye de devam edeceğiz. Bir seçimle bu kadar pisliğin temizlenmeyeceğini çok iyi biliyoruz. Yol haritamız öncelikle AKP’yi göndermek; daha sonrasında topyekûn sistemle uğraşmak, onu devirmek olmalı. Bu seçimin sonucunu pozitif olarak görüyoruz fakat yetmez diyoruz. Değiştirmek bu kadar basit değil.