Pika Pika Pikachu

Neredeyse eyleme katılanların yaş ortalamasından fazla iktidarda kalmış bir parti ve bu partinin hayatın her alanına yaptığı müdahalelerle büyümüş ve canına tak etmiş bir gençlik var. Sokağa çıkan bu genç kitle neye isyan ettiğini biliyor ama nasıl isyan edeceğini ve nasıl tepki vereceğini bilmiyor, pek tabii bazı tepkileri tercih de etmiyor.

Görsel, Antalya’daki İmamoğlu protestolarında eylemciler arasında bulunan Pikaçu kostümlü kişinin videosundan sonra yapay zekâyla oluşturuldu ve yaygınlaştı.

Son günlerde yaşananlar açık bir şekilde Erdoğan’ın iktidarda kalma çabasıdır. Görünen o ki iktidarda kalmak için elinden gelenin fazlasını yapacak. Bu da şiddetli bir ortamın oluşacağının habercisi. Tekrar cumhurbaşkanı olacağından emin olana kadar önüne ne çıkıyorsa saldıracak, olası aday(ı)ları aday olamayacak hâle getirecek. Bu ortamda ‘seçim olacak mı?’ sorusunu sormak yanlış olmaz. Bunun cevabı ise yukarıda bahsettiğimiz gibi kazanacağından emin olmasına bağlı. Emin olana kadar da seçim olmayacak. Peki buna gücü yetecek mi? Bize göre bunu büyük oranda belirleyecek olan halkın direnme ve mücadele kapasitesi olacak.

Halk -tabii özellikle üniversite gençliği- bu süreçte direnme gücünü, örgütlülüğü oranında gösterdi. Evet, İmamoğlu’nun tutuklanmasına engel olamadı ama şimdilik İBB’ye kayyım atanmasının önüne geçti. Erdoğan’a da ‘o kadar da uzun boylu değil’ dedi. Bu direniş, Gezi isyanından sonra beklenen ama bir türlü gelemeyen bir tepkiydi. Birçok hukuksuzluk, haksızlık, ekonomik çöküntü yaşıyoruz ve her biri bugün açığa çıkan tepkiyi hak eden haksızlıklar ama bir sonraki seçimi kazanmasına garanti gözüyle bakılan İmamoğlu’na yapılanlar artık direnmenin bir gerekçesi oldu. Çünkü geniş kesimler için bu iktidardan kurtulmanın ümidi İmamoğlu’nun adaylığıydı. Elinden bu iktidardan kurtulmak umudu dahi çalınmak istenen gençliğin büyük tepkisi de buna idi. Artık direnmekten başka yapacak bir şey kalmamıştı.

Peki nasıl bir gençlik?

Bu eylemlerin en çok konuşulan yanı da eylemlere katılan genç kitlelerin tahlili oldu. Biz de bulunduğumuz yerden eylemlerde yan yana olduğumuz kitle üzerinden biraz da genelleme yaparak bir tahlil yapmak istedik. Eylemlere oldukça farklı kesimden insan katıldı elbette, fakat biz bunlardan birine daha fazla odaklanacağız. Bu, diğer kesimleri görmediğimizden değil, bu tahlilin bir ihtiyaç olduğunu düşündüğümüzdendir. Burada da Gezi direnişini kıyas olarak alacağız. Gezi ile ilgili epey kıyaslama yapıldı, bunların bir kısmı bizce doğru olmakla beraber eksiklikler barındırıyor. 

Öncelikle Gezi direnişinin yaşandığı dönemin koşullarıyla günümüz dünya tablosuna kısaca değinelim: Gezi’nin ortaya çıktığı dönemde dünyanın çeşitli yerlerinde büyük halk isyanları yaşanıyordu. 2010’da Tunus’ta başlayıp Arap coğrafyasını saran Arap Baharı* önemli eylemlere sahne oldu. Aynı dönemlerde Avrupa’nın birçok ülkesi de eylemlerle çalkalanıyordu. Bunlar arasında öne çıkanlar 2011-2012’de İspanya’da kendisini ‘Öfkeliler’ olarak ifade eden isyan dalgası ve 2011-2012’de Yunanistan’da yaşanan isyanlardı. Aynı dönemlerde ABD’de “Wall Street’i İşgal Et”, namıdiğer “Occupy” isyanları da dünyayı etkileyen eylemlerdendi. Bu isyanlar sonrası 2014’te İspanya’da Podemos (Yapabiliriz) kuruldu. Yunanistan’da da Syriza bu tepkileri kendi bünyesinde toplamayı başarabilmişti. Bu süreçte açığa çıkan partilerin sonraki süreçteki olumsuzluklarını şimdilik bir kenara bırakalım. Öne çıkartmak istediğimiz şey, 2010-2014 yıllarındaki isyanların genel özelliği “yaşanan ekonomik dar boğaza karşı sol eğilimin öne çıktığı” isyanlar olması. Bu koşullar içerisinde Gezi isyanı yaşandı ve sol eğilimin baskın olduğu bir eylem çizgisini izledi. Çoğu noktada kadın ve LGBTİ+’ların müdahaleleriyle cinsiyetçi küfürlerin atılmaması sağlandı ve ırkçı ifadeler törpülenebildi. Gezi günleriyle ilgili unutmamamız gereken şeylerden biri de sosyalist örgütler ve gençlik örgütleri bugün olduğundan daha örgütlü ve daha diriydiler. Eylemlerdeki müdahaleleri ve etkileri bugünlere göre çok daha fazlaydı. Gezi direnişi sonrasında ise Haziran 2015 seçimleri oldu. HDP o zaman uygulanan yüzde 10 barajını aşarak yüzde 13 oy aldı ve AKP tek başına iktidar olacak oyu alamadı. Ardından AKP, Kasım 2015 seçimlerine kadar ülkede kan kusturdu ve tekrar iktidarı aldı. 

Şimdi bugüne gelelim. Bugün olan eylemlerin ismini tam koyamadık sanırım ama “Saraçhane eylemleri” diye ifade etmemizde bir sakınca olmaz. Saraçhane eylemlerinin yaşandığı dünya tablosu nasıl peki?

Dünyada sağ popülist liderlerin oldukça fazla görünmeye başlandığı ve bunların etkisiyle neofaşist partilerin ve iktidarların güç kazandığı ve popüler olduğu bir dönem. Bu dönemde kimi ülkelerde sol güçler de etkin ve aktifler fakat sağ hegemonyanın önünü kesecek bir sol hegemonyadan şimdilik bahsedemeyiz. Hatta Almanya başta olmak üzere Neonazi partiler de oldukça güç kazanmaya devam ediyor. Macaristan’da, Arjantin’de, ABD’de, bizde, Brezilya’da bir önceki başkan Bolsanaro gibi otoriter figürler gözle görünür şekilde arttı. Dünyada göçmen karşıtlığı hız kazanarak yükseliyor. 2010-2014 yıllarındaki gibi bakıp özenebileceğimiz isyanlar da neredeyse yok, olanlar da oldukça lokal kalıyor. Türkiye de bu tabloda önemli bir yer tutuyor. 20 seneyi geçen baskıcı bir iktidar, son beş senede iyice artan göçmen karşıtlığı ve eşit vatandaşlık hakkı görmezden gelinen Kürt halkı. Yani buram buram yüzümüze çarpan sağ ideolojik hegemonya. Bütün bu tabloda neredeyse her gün saldırıya uğrayan, tutuklanan, yok edilmeye çalışılan sosyalistler ve Kürt siyasiler var. 

Tüm bu yaşananlar içerisinde Türkiye ayaklandı. Neredeyse eyleme katılanların yaş ortalamasından fazla iktidarda kalmış bir parti ve bu partinin hayatın her alanına yaptığı müdahalelerle büyümüş ve canına tak etmiş bir gençlik var. Sokağa çıkan bu genç kitle neye isyan ettiğini biliyor ama nasıl isyan edeceğini ve nasıl tepki vereceğini bilmiyor, pek tabii bazı tepkileri tercih de etmiyor. Taksim’e yürümek istiyor ama önüne polis çıkınca nasıl geçeceğini bilmiyor veya bunu tercih etmiyor. Aslında yüzyıllardır direnen halklar ve işçi sınıfı bize bunun nasıl olacağını defalarca gösterdi. Evet, Gezi’nin başları da böyleydi ama savunmasız insanlara karşı polisin göstermiş olduğu şiddet çok kısa vakitte kitleleri dönüştürebildi. Burada ise özellikle lise ve üniversiteye yeni başlamış gençler üzerinde Zafer Partisi’nin -örgütlü güç olarak olmasa da- ideolojik güç olarak hegemonya kurduğunu görebiliyoruz. Zafer Partisi’nin ideolojik altyapısı, bu insanların hak alma bilincinin gelişmesinin önündeki en büyük engel. Toplumun geniş kesimlerinin katıldığı bu tarz eylemlerde herkesin kendi düşüncesini ifade edecek araçlarla var olması çok doğal ve olması gerekendir. Çünkü var olan duruma karşı geniş kesimlerin itirazı tepkiyi daha görünür kılar ve toplumun farklı kesimlerinin buluşma zemini haline gelerek bir dönüştürücü güç oluverir. Burada önemli olan ise ne yana dönüştürücü olduğudur. Gezi direnişi bu dönüştürücü güçle ilgili birçok olumlu örnek veriyor. Bugün karşılaştığımız tablo tam olarak Gezi’de yaşanan gibi değil.

Bu sağ eğilimli gençliğin genel özellikleri; gelecekten ve var olan iktidardan hiçbir beklentisi olmayan, ötekiye müsamaha göstermeyen, kendisinin haklı olduğunu düşünen ama karşıt olanı ikna etmeye çabalamayan yani “kendine haklı” olan, yıkıcı olan ama kurmaya dönük değil sadece yıkmaya dönük bir yıkıcılığı olan özelliklerle donanmış. Başta dediğimiz gibi sağ eğilimli bir kuşağın genellemesini yapıyoruz, elbette sol eğilimli olan gençler de azımsanmayacak kadar var. Hatta kimi özellikleri dahi birbirine benzeyen bir gençlik. Ama gözlemlerimiz üzerinden “sağ ideolojik hegemonyayla kuşatılmış bir gençlik” tahlili peşindeyiz. Eylemlerde gördüğümüz gençler, bizim bu tabloyu çıkarmamız için bolca veri sundular. Yaşamı boyunca başka iktidar görmeyen yeni kuşak için önündeki ilk hedef bu iktidarın gitmesi. “Peki yerine ne koyalım” dediğimizde çok farklı cevaplar alacağımız kesin, bu konuda bir netlik olduğunu düşünmüyoruz. Bunu eylemlerde de açık olarak görebiliyoruz. Örgütsüz bir kitle iktidara isyan ediyor ama nereye gideceğini, nasıl bir eylem çizgisi izleyeceğini bilmiyor. Bu, yapılan eylemlerde oldukça fazla hissediliyor. 

Peki deneyimi olan ve kitlelere yol gösterme becerisi olan örgütlerimiz bu süreçte daha etkin olamaz mıydı? Elbette olabilirdi ama belki de tarihimizin en örgütsüz dönemini yaşadığımızı unutmayalım. Bir bahane olarak söylemiyorum elbette ama yaşanan onca saldırı, gözaltı ve tutuklama içerisinde, ideolojik güç yitimi de üstüne eklenince neredeyse kolu kanadı kırılan sosyalist örgütler ve gençlik örgütleri gerçeği önümüzde duruyor. Tabii tüm bunları aşma derdinde olan, örgütlenmeye çabalayan örgütlerimiz bu sürece müdahale etmeye çalıştı. Ama ne kadar yeterli oldu? Hâl böyle olunca da sahada ideolojik hegemonyanın sağda olduğu bir tablo göze çarptı.

Tüm olumsuzluklara rağmen barikatın önünde dimdik duran, baskılar ve tutuklamalar karşısında direngen tavır sergileyen ve yılmayan bir gençlik olduğunu inkâr edemeyiz. Bugün bir umut ışığı yandı ise direnen gençlik burada başrolde ve olmaya devam edecek. Biz dönüştürücü gücün önemine inanan ve bunun için çabalayanlar olarak görünen tabloyu ortaya koymak ve bunun nasıl değişeceğine kafa yormak zorundayız. Bu yazdıklarımızın da buna hizmet etmesini isteriz. Bu değişimi sağlamanın da en önemli yolunun örgütlenmeyle geleceğini düşünüyoruz. 

Pikachu’yu alanlara indiren gençleri nasıl yeneceksiniz ki?

*Bu isyanların sonuçları bugüne ışık tutmakla birlikte başka bir tartışma konusu o yüzden bu metinde ona yer vermedik.