Gösteri toplumu*: gerçekliğin iflası ve imajların iktidarı

Turgut Çatar ve Aslı Yaman yazdı: Bu topraklarda sahneye çıkmayı reddeden, kavgalarına alkış istemeyen devrimciler yetişti. Kolektif içinde var olmak neden mücadele ettiğini bilmekle başlar.

Hakikatin direnişi olur mu?

Gerçek mi gösteri mi? Modern dünyada var olmak

Dünya giderek devasa bir sahneye dönüştü. Artık her an bir performans, her insan bir aktör, her olay bir gösteri… Gerçek, kurguyla iç içe geçmiş, hakikat yerini gösteriye bırakmış durumda. Sosyal medya, televizyon, reklamlar ve popüler kültür, hayatı bir sahneye çevirirken, biz farkında olmadan birer seyirciye dönüşüyoruz. Üstelik bu seyir, sadece izlemekle kalmıyor; aynı zamanda kendi hayatlarımızı da bir gösteriye çevirme baskısı yaratıyor. Artık mutlu olduğumuz için gülmüyoruz; gülüşümüz ne kadar beğeni alırsa o kadar mutlu sayılıyoruz. Seyredilmek yeni var olma biçimi hâline geldi. Gösteri toplumu, gerçeği değil, gerçekmiş gibi sunulan imgeleri yüceltiyor. Bir insanın başarısı ne yaptığıyla değil, nasıl göründüğüyle ölçülüyor. Okuduğumuz kitaplardan çok, onları masaya koyup paylaşmak önemli hâle geliyor. Giderek, tüketilen her şey bir dakikalık paylaşım geçişlerinde zihin dünyamızı anlık değiştiriyor, aynı paylaşımların anlık paylaşımları gibi. Acı, bir dakikalık haber bülteniyle tüketilip unutuluyor. Peki gerçek o anlık paylaşımın neresinde kalıyor? Nereye dokunup değiştireceğiz? 

Bu devasa sahnede kendini korumak, gösterinin dışında kalmak neredeyse imkânsız. Ancak gösterinin farkında olmak, ona direnmenin ilk adımıdır. Gösteri bitip seyirci dağıldığında geriye sadece hakikat kalır. Ve belki de en büyük direniş, sahneden inmeyi göze almaktır. O sahneden inmeye hazır mıyız? 

Yabancılaşma*: Kendine yabancı olan insan

Kendi ellerimizle yarattığımız bu dünya, şimdi bize “Sen kimsin ki?” diye dikleniyor. Ürettiğimiz her şeyden koparılmışız, yerimize tüketim denen o ucuz kimlik kartı tutuşturulmuş elimize. Al bir iPhone, paylaş bir selfie, işte sana hayat!

Kapitalist toplumda her şey metalaştı: aşk, dostluk, sanat, hatta özgürlük. İnsanlar kendi ürettikleri şeylerin (malların, imajların, temsillerin) kölesi hâline geldi. Kendi hayatlarını yaşamak yerine tüketim yoluyla bir kimlik inşa etmeye zorlandılar. Yani sen aslında neysen değil, ne tükettiğinsin. Bir iPhone’un varsa “cool”sun, bir Starbucks kahvesi tutuyorsan “entel”sin, bir Tesla’n varsa “çevre dostu”sun. Peki ya sen? Sen neredesin?

Tarihin çalınması: Şimdiki zaman hapishanesi

Gösteri toplumu, insanların tarihsel bilincini siler. Geçmişi unutturur, geleceği umutsuzlaştırır ve bireyleri sürekli bir “şimdiki zaman” hapishanesine hapseder. Bin yıllık çalışan sınıfıların tarihsel bilinci silinir. Sosyal medyada kaydırdığın her hikaye, izlediğin her video, her TV gösterisi, tıkladığın her reklam, seni bir tüketim döngüsüne sokar. Bu döngü, seni öyle bir sarar ki, dün ne yediğini unutursun, yarın ne yapacağını düşünemezsin. Tek önemli olan, şu an ne tükettiğindir. Ve bu, sistemin kendini sonsuza kadar süreceğı algısı yaratır.

Senin hayatın, senin seçimin (Sadece kumandayı tutarken)

Stadyumda oturup maçı izlerken “Ben de aslında Messi’yim” diye düşünürsün. Televizyon karşısında siyasi tartışmaları takip ederken “Ah keşke ben olsam, şu ülkeyi kurtarırım” diye hayal kurarsın. Konserde sallanırken “Ben de bir rock yıldızıyım aslında” diye iç geçirirsin. Ama gerçekte yaptığın tek şey, patlamış mısırı tüketmek ve başkalarının başarılarıyla kendini avutmaktır. Hayatın bir izleyicisi olarak “Özgürüm!” diye bağırırken aslında kendi kafesini kendin örüyorsun. İyi seyirler! 

Instagram’da “mükemmel” bir hayat sergilemek, TikTok’ta viral olmak, Twitter’da “trend topic” olmak… Bunların hepsi gösterinin yeni yüzleri. Gerçeklik, yerini filtrelerle süslenmiş, algoritmalarla manipüle edilmiş bir sanallığa bırakmış durumda. Gerçekte olan; dağınık odalar, yıkanmamış bulaşıklar, fırçalanmamış dişler. Ve biz bu sanallığın içinde kaybolmuş, gerçekle olan bağlantımızı kaybetmiş durumdayız. Yani demem o ki, bu kadar ‘göstermelik’ olmaya gerek yok. Biraz da ‘gerçek’ olalım.

Seni ezen, seni boğan, seni yok sayan bu çürümüş toplumsal düzeni, iliklerine kadar hissedebilir misin? Sokakların adaletsizliğini, iş yerindeki sömürüyü, okul sıralarındaki eşitsizliği, evindeki çaresizliği, kısacası seni sen yapan her şeyi hedef alan bu acımasız gerçekliği tüm çıplaklığıyla kavrayabilir misin? 

Bu düzenin sana dayattığı yalanlara, kabullere, suskunluğa isyan edecek direnç üretebilir misin? Kendi gücünün sınırsızlığını görebilir misin? Tüm ezilenlerin sesini duyabilir misin? Öfkeni ateşleyecek, hayallerini büyütecek ve seni harekete geçirecek bir topluluğun var mı? 

Sen, bu düzenin bir kurbanı değil, onu değiştirecek olan devrimcisin! Kendini ve içinde yaşadığın toplumu kökten dönüştürmek için doğmadın mı? 

Uyanışın ilk kıvılcımı

Gösteri toplumu, sahte aynalarla gerçeği çarpıtır. Parlak görüntüler, süslü yalanlar sunar. TÜİK, ülkenin en güvenilir kurumlarından biridir. Enflasyon, sadece tropikal meyvelerin fiyatlarını etkilemiyor. Jelibon rezervleri, yıllarca ihtiyaçlarımızı karşılamaz. Adalet herkes için eşittir, yeter ki sabırla bekleyin. Demokrasi güçlendi, çünkü herkes aynı şeyi düşünmüyor. Tabandaki muhalefetin inadını süreç içinde eritmeliyiz. Tüm sokak hayvanları, lüks villalarda yaşıyor. Millî Piyango size de çıkabilir. İlk adım, bu sis perdesini yırtmaktır. “Post-truth”u görmek her zaman kolay olmayabilir. Uyanış, zincirleri kırmaya giden ilk kıvılcımdır. Gözler açıldıkça, boşluk ve sahtelik ortaya çıkar.

Göstermelik dünya, zehirli oklarıyla zihinleri hedefler. Tek silah eleştirel düşüncenin kılıcıdır. Her fikri sorgula. “Neden?” diye sor. Sürekli sor. Kanıtlara bak, duygularınla değil. “Mantıklı mı?” diye sor. Cevap bazen çok komik olabilir. Sonuçlara atlama, süreci incele. “Bilmiyorum” demeyi bil, çünkü cehalet seni bilgeliğin yoluna götürür. Bunlar, yalan zırhını parçalar.

Gösteriye direniş, yalnız yapılan bir yolculuk değildir. Uyanış kıvılcımları yayıldıkça, birleşenler bir ateş topuna dönüşür. Gerçek arayışında birleşmek, sahte ışıkları söndürür, karanlığı aydınlatır.

Gençliğin direnişi: Amfilerden sokaklara uyanış

“Gösteri toplumu”nun dijital uyuşukluğu tarafından teslim alındığı sanılırken gençler, durumun hiç de öyle olmadığını gösterdi. İktidar, halkın kazanımlarına göz dikerken gençlik amfilerden fırladı, sokakları ateşledi. Tapulara, arsalara, hayatlara, yasalara ve diplomalara çöken, sadece bununla kalmayıp aynı zamanda umutları, hayalleri ve geleceği de gasp eden bu derin sisteme karşı, tam da umutsuzluğun en karanlık anlarında yeni bir dalga yükseldi. Orta sınıf siyasetçilerin çıkış yolu aradığı, bulamadığı yerde gençler yolu açtı. Bu, sadece düzene bir itiraz değil, aynı zamanda yeni bir toplumsal hareketin doğma potansiyelini de taşıyor. Kararlılıkla sokakta kalındığı ve dik duruşun sürdürüldüğü sürece, baskıcı rejimin planları bozulacaktır. Gençler, suskun kalabalıkların sesi olarak gösterişten uzak, belediye makamları ve imtiyazlarına tenezzül etmeden, inanç ve cesaretle hakikatin peşine düştü. İstanbul Üniversitesi’nin amfilerinden yükselen bu ses, ne yapacağını bilemeyen, cesareti kırılmış ana muhalefete bile ilham verdi. Gençliğin uyanışı sadece bir başkaldırı değil, aynı zamanda umudun ve direncin sembolü hâline geldi.

Gösterişsiz devrimciler: Kalıcı değişimin gerçek kahramanları

Bu topraklarda sahneye çıkmayı reddeden, kavgalarına alkış istemeyen devrimciler yetişti. Kenan Budak, Nusrettin Yılmaz, İsmet Demir ve Adanalı Kemal gibi isimler devrimcilik denilince akla gelen, tribüne dönük gösterilerden uzak, sessiz ama kararlı bir mücadele yürüttüler. Onlar için önemli olan isimlerinin tarihe yazılması değil, insanların hayatında somut bir değişim yaratmaktı. Onlar fabrikalarda direnci kırılamayan, birbirini satmayan topluluklar yarattılar; onlar emekçilerin hakları için ülkeyi sarstılar. Gösterişsiz devrimci olmak, bir ideolojik duruştan öte bir karakter meselesidir. Egosunu ve bireysel çıkarlarını bir kenara bırakıp kolektif hareketi güçlendirmek için sessizce çalışanlar, asıl kalıcı değişimi yaratanlardır.

Peki gösterişsiz olmak öne çıkmamak mıdır yoksa inisiyatif almamak mıdır? Tabii ki hayır. Uyumlu bir bütünün sağlam bir parçası olmak anlamına gelir. Kolektif içinde var olmak neden mücadele ettiğini bilmekle başlar. Nasıl bir dünya istediğini kavramak, itirazlarını netleştirmek, iradeleşme sürecini besler. Ancak düzenin bize dayattığı “benmerkezci” yaklaşımlardan uzak durmak gerekir. Kendini yenilemeyen, dönüştürmeyen bir devrimci değişimin öznesi olamaz. Kişi “ben oldum, tamamım” dediğinde kibirli bir hâle gelebilir. Kibir kişinin başkalarını küçümsemesine, empati yoksunluğuna ve narsisistik, sekter davranışlar sergilemesine yol açabilir. Bu hâliyle ortak amaçların erozyonu için başka düşmana ihtiyacı yoktur. Gösterişsiz olmayı unutursak düzenin siyaset yapma kodları bizi ele geçirir. Bu kişiyi tüketen, yok eden bir zaafa dönüşebilir. Oysa gösterişsiz devrimciler, kavgalarına alkış istemeden, bir lokma bir hırka mücadeleyi büyüttüler. Onların ardılları olarak sessiz ama etkili, gösterişsiz ama insana dokunan bir mücadeleyi sürdürmek zorundayız.

“Biz ince hastalığa tutulmuş bir kuşağın çocuklarıyız / Yüreğimizde yangın, kafamızda fırtına…”


*Guy Debord’un Gösteri Toplumu (La Société du Spectacle, 1967). Keskin Marksist Debord’un anısına…

*Karl Marx 1844 El Yazmaları (Ekonomi ve Felsefe El Yazmaları), yabancılaşma kavramı