Hakan Şahin: Bu denli donanımlı bir kitlenin çok küçük ücretlerle çalışması üzücü
Yayıncılık sektörünün olmazsa olmazı çevirmenler, uzun zamandır güvencesizlik ve emeklerinin karşılığı olan ücretleri alamama konusunda seslerini yükseltiyor. Bunlardan biri de Twitter’da yayınladığı bir flood ile, uluslarası bir çeviri firması olan Urban Translation’ı ifşa eden ve ifşasına binlerce destek bulmuş olan Hakan Şahin.
Hakan Şahin, kamuda çalışırken 692 sayılı KHK ile 14 Temmuz 2017’de ihraç edilmiş. Siyaset Bilimi doktoru. OHAL komisyonunun kararını beklerken freelance çeviri yapmaya başlamış. Çeviriye başlama sürecini “İyi düzeyde İngilizce biliyorum, 3 yıl yurt dışında kamu görevinde bulunmuştum. İşsiz kalınca hem kendimi ‘işe yarar’ ve toplumun hala bir üyesi hissetmek hem de geçimimi sağlamak için ne yapabilirim diye düşündüm. KHK’lı olduğum için başvurduğum hiçbir yer tarafından kabul edilmedim. Ardından dayanışma gösteren bazı yayınevleri için freelance çeviri ve editörlükler yapmaya başladım. Ulusal bazı yayınevleri için siyaset felsefesi ve siyaset bilimi kitapları çevirdim, editörlüklerini yaptım.” şeklinde anlatıyor.
Hakan Şahin Twitter’dan başlattığı mücadeleyi giderek büyütürken ve belki de en vasıflı işlerden sayılan çevirmenliğin hakkını almaya çalışırken kendisiyle neler olduğu, Urban Translation’un tavrı, çevirmenlerin yaşadıkları sorunlar ve alternatifler hakkında konuştuk.
Dün Twitter’da yayınladığınız bir flood sayesinde yaşadıklarınızdan haberdar olduk. Karşı Mahalle okurları için yeniden anlatır mısınız? Neler oldu?
Aslında anlatacağım bu öyküyü anlatmayı da yaşamış olmayı da hem kendi adıma hem okuyucular adına keyifsiz, sıkıcı buluyorum. Ama bu öykü, KHK ile işsiz bırakılmış bir kişinin, sadece devletin olağanüstü hal hukuksuzluğunun değil, toplumdaki bir sermaye örgütlenmesinin, üstelik hak, dayanışma gibi yüce değerleri pseudo bir şekilde dillerinden düşürmeyen bir toplum kesiminin acımasızlığının da nesnesi olabileceğinin öyküsü aynı zamanda. Bu yayınevi çeviri-editörlük işine devam ederken, Urban Translation adlı bir çeviri şirketine Kasım ayından itibaren “teknik” tabir ettiğimiz türden çeviri yapmaya başladım. Bunun kitap çevirisinden farkı, benim açımdan, ödemelerinin daha kısa vadeli, yani daha sıcak para içeren bir şey olmasıydı. Yani öyle olacağını umuyordum. Çeviri bürolarının görece daha kısa aralıklarla ödeme yaptığını biliyordum. Kredi kartı taksitlerinizi, çay paranızı ödeyebilmek için 6 ay süren bir kitap çevirisinden daha elverişli bir yoldur parasal açıdan. Ancak bu Urban çeviri firması şöyle bir ödeme politikası izliyordu. Diyelim ki 1 Ocak’ta bir çeviri yaptınız. Bunun ödemesini 15 Mart’ta yapıyordu. Yani böyle yapacaklarını taahhüt etmişlerdi. Dolayısıyla, çeviri şirketi diyelim ki xxx firmasından 1 Ocak’ta 5 bin lira tutarlı bir iş alıyor, bunun 2 bin lirasını peşin alıyor, 7 Ocak’ta çevirmenden alıp müşteriye teslim ediyor ve 14 Ocak’ta da parasını alıyor diyelim ki, ama bunun parasını çevirmene 15 Mart’ta ödüyor. Kendi ifadelerine göre yüzlerce çevirmen çalıştırdıklarını hesaba katarsak, ortaya çıkan toplam paranın o süre içinde çeşitli finansal araçlarda değerlendirildiğini düşünmemiz mümkün. Fakat gerçekte ise işler böyle de yürümüyordu ve zaten gecikmeli ödeme planını da geciktiriyorlardı. Mesela “sizi bu ayın ödeme listesine dahil etmeyi unutmuşuz” dediklerinde, bir ay daha sarkıyordu ödeme. Nitekim bana da ilk ödemede böyle oldu. Param yatmadığında sordum ve “mukimlik belgesini göndermediğiniz için ödemedik paranızı” dediler. Hayır o belgeyi size iki ay önce göndermiştim dedim. Bu sefer de “ödenecek meblağ düşük, o yüzden gelecek ay ödeyeceğiz, EFT ücretleri çok yüksek” dediler. Bunları maruz kaldığımız mazeretlerin ne düzeyde olduğu bilinsin diye söylüyorum. Bu aksamanın istisnai bir durum olduğunu düşündüm o an. Başıma esas gelecekleri henüz bilmiyormuşum! Sonraki 4 ay boyunca çeviri yapmaya devam ettim. Veya ettirdiler diyeyim. Nisanda almam gereken parayı 14 Haziran’a sarkıttılar. Twitter’dan yazan yine bu şirketin mağduru bir arkadaşın formülleştirdiği gibi “başta küçük bir ödeme yap, sonra ödemeyi geciktir, çeviri yaptırmaya devam et, hep alacaklı ve gebe bırak, ‘uyanana’ kadar emeğini kullan, uyandığında da parasını vermeden yolunu ayır” yolunu izliyorlarmış meğer. Şubat, Mart, Nisan, Mayıs ayları boyunca yaptığım çevirilerden para alamadım, bir kısmını 14 Haziran’da bir kısmını da 17 Temmuz’da ödeyeceklerdi. Ancak 14 Haziran’da param yine yatmayınca paramın peşine düştüm ve ilgili kişi bana birden bire “çevirilerimde hatalar olduğunu” bu nedenle ödeme yapmayacaklarını söyledi. 4-5 ay sonra mı fark ediyorsunuz, aylarca iş yaptırdıktan sonra tam da ödeme zamanı geldiğinde mi fark ediyorsunuz, hiç mi ödemeyeceksiniz dedim, evet hiç dedi. Toplam 9 bin lira gibi, 4 aylık emeğimin karşılığı olan, zaten gecikmiş ve çok gereksinim duyduğum bir rakamdan söz ediyoruz. Kendileriyle iletişim çabam anlamlı bir sonuç vermeyince Twitter’da bütün bu olanları bir zincir olarak yazdım ve dayanışmanın gücüne başvurmak istedim. İnsanlar beklediğimin ötesinde çok büyük ilgi gösterdiler. 1.5 milyondan fazla insan görüntüledi ve çok ciddi bir destek verdiler.
Urban Translation’un açıklamasını haklı ve doğru bulanlar oldu mu? Gerekçeleri neler?
Urban translation’ın açıklamasından önce, bu açıklamanın içeriği ile çelişen bir gerçekten söz etmem gerekiyor. Twitin aşırı ilgi görmesi ve çabucak yayılması üzerine o ana kadar varlığından haberdar dahi olmadığım ve esas patron olduğunu sonradan öğrendiğim Sevilen Toprak Alayoğlu isimli kişi hemen birkaç saat içinde cep telefonumdan bana ulaştı ve yaklaşık 2 saat süren bir konuşma yaptı benle o gece geç saatlerde. Özetle çok haklı olduğumu, Helin Melis Aktaş’ın hata yaptığını, kendisinin işten çıkartılmasının dahi gündemde olduğunu, 4 aylık bir gecikmenin asla kabul edilmeyeceğini, hele hele paranın hiç verilmemesinin asla söz konusu olmayacağını, hemen yarın bu konuyu çözeceğini söyledi. Sabahleyin de arayarak birkaç saat içinde paramın yatırılacağını belirterek benden twit’imin altına sorunun barış içinde çözülmüş olduğuna dair bir not yazmamı istedi. Ancak tuhaf bir şekilde ve neden bilmiyorum, bu dedikleri olmadı, paramı yine yatırmadılar. Bir olası neden, bana ödeme yapmaları halinde bunun bir yol açacağı ve 3-4 yıl öncesinden borçlu oldukları diğer çevirmenlerin de aynı yola başvurma ihtimalinden çekinmiş olmaları. Akşam saatlerinde ise birdenbire beni karalayan, sosyal medyanın gücüne dayanarak kendilerini tehdit ettiğimi ve şantaj yaptığımı içeren o açıklamayı koydular. Yani paramı hala alamadığım gibi bir de şantajcı oldum! Neyse ki insanlar bu açıklamayı inandırıcı bulmadılar. Açıklamayı okuduğunuzda zaten gayet gayriciddi, kurumsal olmayan o tonu hissediyorsunuz. 7 aydır iş yaptırdığınız birinin çevirilerinde hata bulduğunuzu 4 ay sonra tam da artık ödeme zamanı geldiğinde saptadığınıza elbette kimse inanmadı. Ama benim açımdan üzücü olan, bu açıklamanın Ahmet Şık tarafından duyurulması idi. Bunu, gazeteci refleksiyle “cevap hakkı”na saygı gösterme saikiyle yaptığını düşünmeyi çok isterdim.
Yayınevleriyle çevirmenler arasındaki iş ilişkisini düzenleyen bir kanun yok mu? Kanun ne diyor bu konuda?
İnanın işin kanuni boyutunu etraflıca bilmiyorum. Kabaca şunu söyleyebilirim. Çevirmenle şirket arasındaki tek hukuki bağlayıcı belge, sözleşme. Her iki tarafın birbirlerine karşı iş hak ve yükümlülükleri bu sözleşme hükümlerine tâbi oluyor. Ama kaç çeviri firması bütün freelance çevirmenlerle böyle bir sözleşme yapıyor, inanın bir fikrim yok, oranın yüksek olmadığını biliyorum. Bununla ilgili bir diğer konu da şu: Büyük hacimli, endüstriyel işler yapan Urban gibi çeviri şirketleri, hem bir takım vergi “kolaylıklarından” yararlanmak hem de çevirmenin yurt içinde hak arama olanaklarını kısıtlamak amacıyla olsa gerek, genellikle, yurt dışında açtıkları bir başka “partner” firma üzerinden yapıyorlar sözleşmeleri. Mesela benim konumumda, sözleşmem Urban ile değil, İspanya’da bulunan ama aslında bu şirketin sahiplerine ait olan Oriente isimli bir firma üzerinden yapılmıştı. Başka bir deyişle işi yaparken Türkiye’deki çalışanlarla, ödeme konusundaki sorunlarda ise İspanya ile muhatap olmanız gerekiyor. Dolayısıyla sermaye kendisini hukuken “korumanın” yollarını biliyor.
Hukuki olarak bakıldığında çevirmenin en nesnel sorunları nelerdir? Hak ettiğiniz güvenceye kavuştuğunuzu düşünüyor musunuz?
Çevirmenin bence, iş yaptığı yerin etik tutumundan başka neredeyse hiçbir güvencesi yok şu anda. O yüzden çevirmenler iş seçerken ilk önce “paramı alır mıyım!” diye düşünerek hareket ediyor. Yani paranın alınamaması ihtimali, güçlü bir seçenek olarak masada duruyor! Ödemeleri aylarca alamayan, bazen hiç alamayan birçok mağdur insan gördüm.
Geçmişte ve bugün yaşadıklarınızı dikkate alarak çevirmen olmanın zorluklarını kendi deneyimlerinizle anlatır mısınız? Biraz mesleğin kendisinden bahsedebilir misiniz?
Çevirmenlik benim son bir yılda yapageldiğim bir alan. Söylediğim gibi kamuda çalışıyordum. Bu konuda çok söz söylersem, bu işin erbaplarına haksızlık etmiş olurum. Freelance çevirmenliğin galiba en büyük avantajı, ama bu zamanla büyük bir dezavantaja da dönüşüyor, evden çalışabilme olanağı. İş saatlerinizi kendinizin belirleyebilmesi, evet, bazen bir lüks. Ama bazen kendiniz dışında tek bir insan dahi görmeden günlerinizi bir bilgisayarın başında çeviri yaparak geçiriyorsunuz. Birçok çevirmen için bu iş bel, omuz ve boyun ağrıları demek, ki bu insani bir durum olmasa gerek. Çevirmenlik ayrıca sadece bir dil yeterliliği de gerektirmiyor; konuya göre tarih, hukuk, felsefe, sosyoloji, edebiyat da bilmeniz gerekiyor. “Long March” dendiğinde bunun “uzun Mart” demek olmadığını bilmek için Çin Kızıl Ordusu’na ilişkin bir şey olduğunu biliyor olmanız gerekiyor örneğin. Üzücü olan, bu denli donanımlı, nitelikli bir kitlenin böylesine korunmasız bir biçimde çok küçük ücretlerle emek harcamak zorunda kalıyor olması. Öte yandan bu sorun salt hukukla çözülecek bir şey de değil.
Son zamanlarda sosyal medyada freelance çalışanların -özellikle çevirmenlerin- ücretlerini alamadıkları sık sık dillendiriliyor. Bu durumla eskiden de karşılaşılıyor muydu, yoksa Türkiye’de neoliberalizmin etkisinin artması veya daha güncel olan ekonomik kriz meselesiyle beraber daha sık mı rastlanıyor?
Sanırım bir yandan uluslararası ticaretin bir yandan teknolojik olanakların artması, yani uluslararasılaşma, çeviri ihtiyaçlarını artırmış durumda. Yani çeviri sektörü büyüyen bir sektör. Ancak dil bilen işsiz sayısının artması, çeviri firmaları için çevirmen arzının da artması anlamına geliyor ve arz fazlalığını sonuna kadar kullanıyor bazı firmalar. Keşke olanaklar elverse de, Celal Üster’in Bir Çevirgenin Notları kitabında anlattığı gibi, çevirmen şöyle bir olanağa sahip olsa: Canı istediği zaman canı istediği bir kitabı çevirse örneğin. Ama bu ekonomik özgürlükle olabilecek bir şey. Biliyorum ki birçok çevirmen, özellikle bu bürolarla çalışan çevirmenler, bir gün bir tapu senedinin çevirisi yapıyor, ertesi gün hemşirelik alanında akademik bir makalenin çevirisini, diğer gün de bir çamaşır makinesi kullanım kılavuzunun çevirisini yapıyor. Sanırım bu süreçte ekonomik baskının yanında en çok hissedilen şey de kendine özgü bir değersizlik duygusu oluyor.
Söz konusu tablonun alternatifini yaratma koşulları mevcut mu? Örneğin dünyada çevirmenin hakkının her açıdan teslim edildiği örnekler var mı?
Sanırım bunun ilk yolu örgütlenmekten geçiyor, her alanda olduğu gibi. Parçalanmış, atomize olmuş çevirmenler örgütlenemedikleri sürece çeviri şirketlerine karşı elleri hep daha güçsüz olacaklar. Çevirmenler Derneği ve Çevbir’in belki biraz daha etkin olmasının sağlanması gerek. Çevirmenlerin “bilinçli emekçi” olması da önemli sanırım. Örneğin benim kendimde bulduğum bir kabahat, bu firma için çalışmaya başlarken, proz.com isimli uluslararası çevirmen platformuna bir göz atıp, firma hakkında bilgi sahibi olmamaktı. Oysa baksaydım, firma hakkındaki olumsuz çevirmen deneyimlerinden dolayı bu uluslararası sitede ilan vermelerinin yasaklanmış olduğunu kolayca görebilirdim!
Emeğe saygı duyan okurlara bir seslenişiniz var mı, ne mesaj vermek istersiniz? Mücadelenize okurlar nasıl katkılar koyabilirler?
Emeğe saygı duyan insanlar bana gerçekten büyük destek verdiler. Kim olduğuma, KHK’lı olduğuma bakmaksızın, işlerini güçlerini bırakıp söz konusu bu firmaya benim adıma yanıt yetiştirenler oldu. Hiç tanımadığım insanlar. 100’e yakın avukat arkadaş ücretsiz destek önerdi. Bu insanlarla böyle bir zeminde bir araya gelmiş, buluşmuş olmak bu can sıkıcı birkaç günün tek olumlu yanı oldu. Konu hala çözüme kavuşturulmuş değil. Sonuç ne olursa olsun, böylesine acımasız bir olaylar zincirinin bilinir kılınmasını sağladığım için mutluyum.