Avrupa Birliğinin Önemli Sınavı – Ayşe Tansever

Birliğin parçalanması elbette topluluk üye halklarını olumsuz etkileyecektir ve belirsiz bir geleceğe adım atılmış olacaktır.

23-26 Mayıs tarihlerinde Avrupa Topluluğu önemli bir sınav verecek:  Avrupa Parlemento seçimleri. Seçimlerin bu seferki önemi topluluk içinde gelişmekte olan politik değişikliktir. İtalya, Avusturya, Macaristan gibi ülkelerde aşırı sağcı hatta faşist partiler iktidarda ya da koalisyon ortağıdırlar. Bu durumda da bu parti adaylarının AB parlamentosunda koltuk sayılarının arttırması olasılığı giderek artıyor. Faşist bir Avrupa Topluğu korkusu ortalığı sarmış durumda. Trumpizm Avrupa’ya ulaştı deniyor.

Faşizm Avrupa’da yükseliyor. 2008 yılında yeni liberal politikaların iflası ile AB içindeki finans kapital güçleri AB Parlamentosunu da kullanarak halklara kemer sıkmayı dayattılar. Güçlü ülkeler zenginleşirken diğerleri iflas etti. AB’nin demokratik birlik, ortak kalkınma laflarının boşluğu halklar tarafından anlaşıldı. Kemer sıkmalar özellikle Yunanistan, İtalya, Portekiz, İspanya gibi ülkelerde yoksulluğu arttırdı. Bu ekonomik sorunlara gerekçe olarak özellikle Afrika kıtasından gelen göçmenler gösterildi. İslam ve terör korkusu arkasına asıl sorun gizlenmeye çalışıldı. Göçmen kotaları oluşturuldu. Zengin ülkeler ekonomik sıkıntı içinde olan ülkeleri para ile göçmen kabulüne zorladı. Avrupa halkları da sağ ve sosyal demokrat partilerden umutlarını kesip solun ilkelerini savunur görünen, popülist laflar eden faşist partilere umut bağlamaya başladılar. 

İtalyan aşırı sağcı Kuzey Lig parlamenteri ve İç İşleri Bakanı Matteo Salvini son günlerde düşünceleri ile bu konuda öne çıktı ve bir örnek oluyor. Ülkenin tüm limanlarını göçmen teknelerine kapattı ve onları vurma yasasını çıkarttı. Akdeniz’de göçmen kurtarma adına kurulan 10.000 kişilik güvenlik güçlerine silah verip sınır muhafızları yapma niyetinde. İtalya ve AB içindeki ekonomik krizi sırf göçmenlere ve Müslümanlara yüklemede üstüne yok. Göç başvurusu yapan kadınları ya oğulları ve kocaları ya da İtalya’ya sığınma arasında bir tercihe zorluyor. Topluluktaki ulusların kaynaşması yerine kimliklerinin öne çıkmasını savunuyor. Geçmişte de AB parlamenterliği yapmış ve üst kurumlarında görevler almış. Şimdi AB parlamentosunda çoğunluğu ele geçirirlerse AB’yi temellerinden sallayacağını söylüyor. Yani topluluğu yeniden yapılandıracak, löse bir hale getirecek. Ayrıca bizi ilgilendiren kısmı da Türkiye’nin topluluk içine alınmasına tamamen karşı. Kısacası AB’nin dağılması ve ulusal kimliklerin öne çıkması hatta para birimlerinin ulusal birimlere geri dönmesi bile tartışılmaya, benimsetilmeye başlandı.  

Önemli olan Salvini’nin görüşlerinin AB içindeki çoğu faşist parti tarafından paylaşılmasıdır. Hatta Fin Ulusal Partisi lideri, Salvini AB parlamento başkanı olsun diyor. Salvini Almanya’daki açık faşist AfD (Alternative for Deutschland), kurucusu eski Nazi subaylarından olan Avusturya FPÖ (Freedom Party of Australia) ile iyi ilişkide. Ülkesinde doğru dürüst göçmen olmayan Slovakya ve Macar iktidar partileri de destek veriyorlar. Danimarka ve Fransa’daki Le Pen’in kızının faşist partisi hep dirsek temasındalar. Avrupa parlamento seçimlerinde de çoğunluğu alma olasılıkları var.

Bir de yeşil partiler var. Bunlar da son zamanlarda oylarını arttırmaya başladılar. Ama ilginç olan bu partiler faşist partiler ile koalisyon yapmada bir sakınca görmüyorlar.

Öte yandan sol güçler hala dağınıklıklarından tam kurtulamadılar ama görüşleri yavaş yavaş şekilleniyor. Yunanistan ekonomik krizi ile AB’nin anti-demokratik yapısı anlaşılmış ve topluluktan çıkmak ya da içeride kalıp topluluğu demokratikleştirme konusu tartışılmaya başlanmıştı.  Sonuçta sol güçler ikinci tercih olan toplulukta kalmaktan yana olmaya başladı. Bu doğrultuda başı eski Yunan Finans Bakanı Yanis Varoufakis ve Hırvat filozof Srecko Horvat çekmektedir. Birçok tanınmış bilim insanı, politikacı, filozof da destekliyor. “Avrupa’da Demokrasi Hareketi 2025” anlamına gelen DiEM25 adlı bir hareket kurdular ve tüm Avrupa ilericilerini bunun içinde toplamaya çalışıyorlar. Var olan AB kurumlarının her ulusun parlamentosuna saygı duyarak ortak bir iktidar olmayı öneriyorlar. Aşağıdan yukarı doğru kurulacak meclisler ile 8 ana noktada AB’nin programını belirleme çalışmaları yapılıyor. Göçmenler, emek, ekoloji, AB anayasası, teknolojik bağımsızlık, kültür, ekonomi gibi noktalarda ortak kararlar belirlenmeye çalışılıyor.

DiEm25’in yaklaşan AB parlamento seçimlerinde pek bir gücü olacak mı belli değildir. Ama önemli olan Avrupa sendikalarıdır. Ancak onlar halkları bu faşist tehlikeye karşı uyarabilirler. Bu nedenle önümüzdeki cuma günü Brüksel’de Avrupa Sendikalar Birliği bir uyarı gösterisi yapma kararı aldı.  Sosyal bir Avrupa, daha iyi çalışma koşulları talebi ile Bürüksel sokaklarında kitle gösterisi yapacaklar.  Her bir ülke sendikası da temsilcilerini yolluyor. Birliğin parçalanması elbette topluluk üye halklarını olumsuz etkileyecektir ve belirsiz bir geleceğe adım atılmış olacaktır.

AB parlamentosunun aslında bir gücü yoktur. Daha doğrusu gücü finans kapital güçleri tarafından ele geçirilmiştir. O güç tekrar geri alınmalıdır. Bu da ancak onun demokratikleşmesi ile olacaktır. Avrupa ilericileri bu doğrultuda hızlı bir çalışma ve halkaları uyarma çabasına girmiş gözüküyorlar.

Yazarın Diğer Yazıları