Sonuçsuz Toplantılar – Mehmet Yılmazer
Sıkıcı bir dünyadan heyecanlı, ancak çok zorlu günlere doğru bir gidişin içine giriliyor. Dünya devrimci güçleri on yıl önce bıraktıkları yerden, ancak bu kez sonuç üreten toplantılarına yeniden başlamak ve görevlerini kesinleştirmek göreviyle karşı karşıyadırlar.
Şubatın ikinci yarısında üç uluslararası toplantı oldu. Varşova toplantısı ABD’nin marifetiyle Ortadoğu’da Suriye karşıtı cepheyi güçlendirmek için yapıldı. Özellikle İsrail’in zayıflayan konumunu güçlendirme amacı taşısa da böyle bir sonuç yaratmadı. Birkaç gün sonra Suriye sorununa başka bir noktadan bakan Soçi toplantısı gerçekleşti. Aynı zamanda ünlü Münih Güvenlik Konferansı yapılıyordu.
İlk ikisi artık tarafları fazlasıyla yoran ve bıktıran Ortadoğu ile ilgiliydi. Irak’ın işgalinden beri bölge on beş yıldır aşırı ölçüde kanıyor. Çözüme yaklaşır gibi göründüğü anda yeniden karışıyor. Trump’ın Suriye’den çekilme açıklaması çözüm yolunda bir umut yaratmışken işin hiç de kolay olmadığı hemen ortaya çıktı.
Münih Güvenlik Konferansı ise Batı dünyası içindeki gittikçe artan gerilimin bir kez daha gözler önüne serilmesinden başka bir işe yaramadı. ABD Başkan Yardımcısı Pence’in “müttefiklerimiz Doğu’ya bağlıysa Batı’nın savunmasını garanti edemeyiz” uyarısı toplantının en anlamlı özetidir.
Bu açıklama aslında ABD’nin gittikçe artan tutarsızlık ve kararsızlıklarının sıkıcı bir tekrarı oldu. Trump yönetimi artık hiç de Batılı dostlarını eskisi gibi “savunma” niyetinde olmadığını defalarca en hoyrat bir şekilde ortaya koymuştu. Trump “elinizi cebinize atmazsanız bizden bir şey beklemeyin” tavrını sürekli tekrarlıyor. Durum bu iken Pence’in açıklaması güldüren bir ikiyüzlülükten öteye başka bir anlam taşımıyor.
Elbette ABD’nin temel amacı Avrupa ile Rusya’nın arasını köklü bir şekilde bozmaktır. Bu Amerika’nın stratejisinin temel ayaklarından birisidir. Aslında bütünlüklü bir Amerikan stratejisinden söz etmek hatalı olur; özellikle Trump’la birlikte belirsizlik iyice arttı. Ancak tüm karmaşaya rağmen, Washington bir türlü işlerini yoluna koyamasa da, olayların onu zorladığı bir yön vardır: Yükselen yıldız Çin’i engellemek ve Rusya ile Avrupa’nın olası yakınlaşmasını bozmak.
Amerika artık bu büyük adımları atacak güçte değildir. Süper güç Irak işgalinden beri sürekli mevzi ve itibar kaybediyor. Trump’ın zaferi zaten bu geriye kayışa tepkinin kendini açığa vurmasıydı. Fakat oldukça savruk ve iyi planlanmamış bir şekilde. Her adımı hem dünyada hem de ABD içinde sarsıntılara neden oluyor. Karmaşanın en önemli sonucu Atlantik’in iki yakasının gittikçe bu tektonik sarsıntılarla birbirinden uzaklaşıyor olmasıdır.
AB, Trump’ın kaotik stratejisinden fazlasıyla tedirgindir. Trump’ın hemen her adımı Brüksel’i sinirlendiriyor. Ayrıca kendi iç yapısı da 2008 krizinden beri sürekli bozuluyor. İngiltere’nin ayrılma adımı, en son İtalya’nın Brüksel’e yükselen tepkisi AB’ni çok kırılgan bir hale getirmektedir. Özellikle ABD’nin İran’a yaptırım adımına katılmayan AB, aynı zamanda Rusya ile ilişkilerini bozmak niyetinde değildir. Bu durum AB üzerindeki gerilimin her geçen gün artmasına neden oluyor.
Çin ve Rusya tarafı daha avantajlı görünüyor. Fakat gittikçe kırılganlaşan dünya ekonomisi her iki ülkeyi de önemli risklerle karşı karşıya getiriyor.
Çeşitli uluslararası toplantıların sonuçsuz kalmasına neden olan tablo bu olsa da, arkasında çok daha derin bir neden durmaktadır. O da kapitalizmin neoliberalizmin kriziyle birlikte girdiği açmazdır. Neoliberalizm yolundan yürünmeye devam mı edilecektir? Trump’ın başlattığı “gümrük savaşları” derinleştirilecek midir? Kapitalizm, duvarın yıkılışından otuz yıl sonra kendini büyük bir açmazın içinde debelenip dururken buldu.
Siyasi olarak ise durum çok daha sorunludur. Trump gibiler dünyada yükselen neo-faşizme umut olmaya devam etmek gibi rezil bir görev üstlendiler. Aslında ne ölçüde üstlendikleri tartışmalı ise de olaylar onları bu yöne zorluyor. Bu gidişin karşısında ünlü Batı demokrasileri ne ölçüde kendilerini koruyabilecektir? Trump’ın keyfiliği, kabalığı, şaşırtıcı zikzakları onun kişisel özelliği olmaktan öteye dünyanın uçurum kenarında sallantıda olmasından kaynaklanan “anormalliklerdir.”
Öte yandan dünyada özellikle gençler arasında sosyalizmin yeniden güncel hale geldiğini Economist ilan etmek zorunda kaldığına göre kapitalizm açısından durum hiç de iç açıcı değildir.
Öyle görünüyor ki, günümüzün temel özelliği, yükselen neo-faşizm karşısında “nasıl bir sosyalizm?” tartışmalarının da yaygınlaşacağı bir dönem olacaktır. Sıkıcı bir dünyadan heyecanlı, ancak çok zorlu günlere doğru bir gidişin içine giriliyor. Dünya devrimci güçleri on yıl önce bıraktıkları yerden, ancak bu kez sonuç üreten toplantılarına yeniden başlamak ve görevlerini kesinleştirmek göreviyle karşı karşıyadırlar.