Sinan Ateş Cinayeti Çözülmeye Atılmış Neşter Mi?
Evet, bu cinayet sıradan bir adli vaka değildir, politiktir. MHP’nin kendi içerisinde gerçekleştirdiği bir infazdır. Ve devletin çeşitli kurumları bu organizasyonun bir parçasıdır. Sinan Ateş cinayeti kontrolü elinde tutma eylemidir. İhale de neoliberal düzenin açığa çıkardığı taşeron çeteye verilmiştir.
Sinan Ateş’in öldürülmesi üzerinde bir ay geçti, on sekiz kişi tutuklandı, ancak hala azmettiren ve tetiği çekenden bir haber yok. Kimler ne için bu cinayeti işledi, MHP içerisinde yaşanan çözülmeye neşter mi vuruldu? Yoksa, uyuşturucu, çek senet tahsilatı, bahis… gibi işlerden elde edilen rantın paylaşımıyla mı ilgili? Veya bu ranta çomak soktuğu için mi? Bu cinayetin kendisi soru işaretleriyle doludur. Çözümleyebilmek kolay bir iş değildir. Ancak, tarihsel bakışımızla güncel süreci değerlendirdiğimizde durum tespiti yapmak mümkündür.
Bu ülkede siyasi cinayetler çokça işlendi. Cinayetlerin bir kısmının ihalesini derin devletle iç içe geçmiş ülkücü hareket üstlendi. Faşist MHP ile kontrgerilla örgütlenmesinin ilişkisi köklüdür. Kritik süreçlerde bu hareket içerisinden devşirilen militanlar kullanılmaktadır. Hrant Dink cinayetini unutmadık.
Derin devletin beslemesi ülkücü hareket namluyu bu sefer kendi içerisine çevirdi. Sinan Ateş’in infaz edilmesinin üstüne gidilmelidir ve muhakkak aydınlatılmalıdır. Devletin ne ölçüde çürüdüğü teşhir olmuş durumdadır. Savcı, polis, taşeron çete ve cinayet… devlet kurumlarının ve temsil edenlerin çürümüşlükleri pek çok olayda dışa vurdu.
Ankara da işlenen Sinan Ateş cinayetinin MHP genel merkezine uzadığını görmüş olduk. Ülkücü hareket içerisinde yaşanan istifaların bir sarsıntı yarattığı gerçek. Ülkücü hareketin bir dönemler önde gelen isimlerden biri olan Sinan Ateş’in öldürülmeden önce arkadaşlarına “kalemimi kırmışlar” demesi az çok başına geleceklerden haberdar olduğunu gösteriyor. Cinayet sonrası hem AKP hem de MHP cenahında bir sessizlik hakim oldu. MHP’nin ortalığı yaygaraya vermemesi, AKP’nin ise Bursa mitinginde Sinan Ateş için adalet yazan atkıların açılmasına izin verilmemesi akıllara birçok soruyu getiriyor. Bahçeli uzun bir süre sonra sessizliğini bozarak üç hilali yargılatmayacağız, dedi. Mafya devletinde trajikomik bir durum.
MHP’nin 7 Haziran seçimleri sonrası AKP’yi kurtarmak için verdiği tavizlerin sınırı yok. Hemen hemen farklılıklar kayboldu, aynılaştılar. Bu nedenle Ülkü Ocaklarının tabanında rahatsızlık büyük. Bu durumun kendisi önemli bir etken. Gerilimin kaynağı kimlikseldir. Ve gerilimlerin kontrolden çıktığı görünüyor. Tabanda yaşanan çözülme her geçen gün yaygınlaşıyor. Bunun en somut örneği İyi Parti’nin kopuşudur. Aslında ittifaktan öte, bir çeşit MHP’nin AKP’ye yedeklenmesi demek daha doğru olacaktır. Bu ilişki biçimi biat etmeye kadar gider. Hareket içerisinde yaşanan çözülme engellenmek istense de nafile. İstifalar birbirini takip ediyor. Tabanda bozkurt kimliği silikleşiyor kaygısı yaygın. İçerideki tepkinin kaynağı büyük oranda budur.
Bu gerçeklikten ötürü faşist hareketin endişesi büyük. Kimlik çatışması derinleşerek devam edecek gibi gözüküyor. Evet, ülkücü hareket uçurumun kenarındadır. Bu tespit yapmak abartılı olmayacaktır.
Günümüzde, mafyanın nitelik olarak değişime uğradığını gözden kaçırmamak gerekir. Mafya bu topraklarda hep vardı. Devlet dediğimiz olgu bu ilişkileri kontrol altında tutuyordu. Onların dünyalarına dokunmazdı, yeri geldiğin de devrimcilere ve muhaliflere karşı sahada kullanma şartıyla. Bu işlevi görmeyenlerin büyüme şansı yoktur.
Ülkücü hareket derin devletin beslemesidir. Devlet kurumlarına sızan veya yerleştirilen mafyatik unsurlar bu hareketten bağımsız değildir. İşlenen birçok suçun üstü ülkücü kimlikle örtülüyor, örtmeye devam ediyorlar.
Neoliberal politikalarla birlikte dünya ve Türkiye’de çok ciddi alt üstlükler yaşandı. Elbette biz konumuzu ilgilendiren boyutuna yoğunlaşalım. Kent merkezi ve kıyılar arasında net ayrım oluştu. Bu durum kapitalizmin bilinçli bir tercihidir. Kapitalizmin ihtiyacı dışında kalanlar işsizlik ile yüz yüze bırakıldılar. Varoşlar güvencesizlerin yığıldığı semtlerdir. Gerilimin en yüksek seviyede yaşandığı bu alanları düne kadar devrimci hareket tutuyordu. Devlet varoşlarda yaşayan ezilen toplumsal kesimleri şiddetin yanı sıra dinselleştirme ve uyuşturucuyla tahakküm altına almak için çeşitli örgütlenme araçlarını geliştirdi. Tarikat, mafya ve taşeron çeteler… Bu örgütlenmeler zamanla güçlendi. Semtlerde güç dengelerinde kayma olduğu tespitini yapmak yanıltıcı olmayacak.
Çeteleşme yaygınlık kazandı. Ekonomik faaliyetler, zor kullanma, örgütlenme… Yatırımları sadece ülke içerisinde değil, aynı zamanda dış ülkelerde de yapmaktalar. Komşu ülkelere yasa dışı yollarla elini kolunu sallayarak girip çıkmaktadırlar. Yunanistan, Gürcistan… bu tür örgütlenmelerin sığınağı haline geldi. Varoşlarda azımsanmayacak kadar güçlendiler. Taşeron çeteler ihtiyaç duyulduğunda sahaya sürülüyor. Gerek Deniz Poyraz gerekse Hasan Ferit Gedik cinayetlerinde gördük. Sinan Ateş’i de Gülsuyu çetesine öldürttüler. Bu çete neyin karşılığında bu tür cinayetleri işliyor? Dava birliği olmadığı kesin. Devletin izni dışında mümkün mü? Elbette değil.
Bu devlet denilen zorba örgüt al aşağı edilmelidir. Böylesi bir tarihsel görevin açığa çıktığını bilince çıkarmak zorunluluktur.
AKP ve MHP faşist bloğun politik tercihi olarak, mafya devletin kurumları içerisine yerleştirildi. İçişleri Bakanı, milletvekili, savcı, polis, taşeron çeteler… Devlet ile iç içe geçmiş ilişkiler ağı. Uyuşturucu, bahis, çek senet tahsilatı, çökme… bu ilişkiler ağının sırtını yasladığı sermaye piyasasıdır. Mafya ve devlet bir bütün olarak değerlendirmelidir. İkisini birbirinde ayırt etmek artık mümkün değildir. Neoliberal düzende bütün kurumlarıyla çeteleşmiş bir zorba yapı oluşturuldu.
Evet, bu cinayet sıradan bir adli vaka değildir, politiktir. MHP’nin kendi içerisinde gerçekleştirdiği bir infazdır. Ve devletin çeşitli kurumları bu organizasyonun bir parçasıdır. Sinan Ateş cinayeti kontrolü elinde tutma eylemidir. İhale de neoliberal düzenin açığa çıkardığı taşeron çeteye verilmiştir.