Hadi oradan, sizi gidi sosyal-şovenler!

TKP ve kimi çevreler, sözde “devrimci çizgiyi” savunduklarını iddia etmektedirler. Oysa gerçek ortadadır: Düzeni restore etme taleplerini açıkça dile getirmekten kaçınanlar, bunu “anti-emperyalist” kılıfa büründürerek yeniden üretmektedir.

Kürt sorununun çözümü bir kez daha kapsamlı biçimde gündeme gelmiş durumda. Üstelik bu kez belki de hiç olmadığı kadar kritik bir aşamadayız. Bugüne kadar yürütülen diplomasi, tüm zorluklara rağmen belirli bir düzeye ulaştı. Sembolik silah yakma töreninin ardından Meclis’te kurulan komisyon, tarafların karşılıklı adımlar attığını göstermektedir. Ancak Saray rejiminin demokratikleşme yönünde en küçük bir niyeti olmadığı açıktır. Sürecin asıl itici gücü hiç kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi’nin politik bir özne olarak varlığını sürdürmesidir.

Ne var ki Kürt Özgürlük Hareketi’nin özgürleştirdiği bölgeler, emperyalizm ve onun ürettiği gericilikle kuşatılmış durumdadır. Belki de tarihinin hiçbir döneminde bu denli yalnız kalmamıştır. İçinde bulunduğumuz nesnel koşullar hem en riskli hem de en fazla olanak barındıran bir momenti ifade etmektedir. Bugün bölgede ve Türkiye iç siyasetinde yürütülen görüşmelerin arkasındaki esas güç, Kürt halkının kolektif direnişi ve özgürlük ısrarıdır.

HTŞ ile yürütülen temaslarda ise güvence sağlayacak hiçbir somut adım atılmış değildir. HTŞ, milis yapısını ve cihadist ideolojisini korumakta, Dürzi ve Alevilere yönelik katliamlarla bu çizgisini pekiştirmektedir. Bu tablo Suriye’nin çoğulcu yapısıyla bağdaşmamaktadır. Buna karşılık SDG, IŞİD barbarlığına karşı direnişi ve Esad rejiminin çöküşünden sonraki pratikleriyle ilerici bir aktör olduğunu kanıtlamıştır. Kadın öncülüğünde gelişen devrimci deneyim, Kürt Özgürlük Hareketi’ni bölgenin en seküler gücü hâline getirmiştir. Bu gerçeklik HTŞ ile niteliksel bir uyumun imkânsızlığını ortaya koymaktadır. Ancak mevcut konjonktürel dengeler taraflara geçici uzlaşılar dayatabilmektedir.

Türkiye açısından Colani stratejik bir ittifak olarak görülmektedir. Suriye’deki görüşmeler kritik bir eşiktedir. Tıkanıklığın nedeni açıktır. HTŞ merkezli bir rejimin kabul edilmesi için SDG her yönden kuşatılmaktadır. Oysa SDG, Suriye’nin çok kültürlü yapısına uygun olarak ademimerkeziyetçi ve demokratik bir işleyiş önermektedir. Bu temelde halklar arası ittifaklar da şekillenmektedir. Nitekim 8 Ağustos’ta Hasekê’de toplanan Kuzey ve Doğu Suriye Bileşenlerinin Ortak Tutum Konferansı bu açıdan önemli bir adımdır. Dürzi ve Alevilerin de katılacağı bir ulusal kongrenin toplanması yönündeki karar ise hem Colani’yi hem de Ankara’yı rahatsız etmiştir. Bölgenin çoğulcu yapısını yok sayarak çete rejimi kurmak isteyen Saray iktidarı, savaş tehditleri savurmaktadır.

Bu yaygaraların ardından yeni bir gelişme yaşandı. Colani; SDG, Türkiye ve ABD’nin de yer aldığı görüşmede uzlaşı zemininin oluştuğunu açıkladı. Ancak henüz SDG, ABD ve Türkiye’den resmî bir açıklama gelmiş değildir. Önümüzdeki günlerde bu konuda yeni bilgiler gündeme gelecektir.

Bundan sonraki adımlar sürecin akıbetini belirleyecektir. Türkiye ve Ortadoğu siyasetinin kırılganlığı düşünüldüğünde Kürt Özgürlük Hareketi, demokrasi güçleri ve sosyalist hareket her ihtimale karşı hazırlıklı olmak zorundadır. Her durumda bölgedeki gelişmeler Türkiye iç siyasetini doğrudan etkileyecektir. Saray rejimi, yeni-Osmanlıcı heveslerle alt-emperyalist bir proje sürdürmektedir. Türkiye finans kapitali açısından Suriye’nin kuzeyi stratejik bir yönelimdir. Dolayısıyla mesele yalnızca “silah bırakma” tartışmasına indirgenemez; bu hem devlet hem de Kürt Özgürlük Hareketi açısından kapsamlı bir stratejinin parçasıdır. Kürt halkı, gücü oranında kazanımlarını güvenceye almak için mücadele etmektedir. Sosyalist hareket ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncelikleri kimi başlıklarda farklılaşsa da bize düşen görev Kürt halkının onurlu barış talebini sonuna kadar desteklemektir. Ezilenlerin kazanımlarını büyütmesinin tek yolu ortak mücadeleden geçmektedir.

Tam da bu noktada sosyal-şovenler ve ulusalcılar sahneye çıkmaktadır. Kimileri politik hesaplarla kimileri de varlık nedeni gereği Kürt meselesine düşmanlık temelinde konumlanmaktadır. Bu tutum, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmekte ve düzenin tahkimine hizmet etmektedir. TKP ve kimi çevreler, sözde “devrimci çizgiyi” savunduklarını iddia etmektedirler. Oysa gerçek ortadadır: Düzeni restore etme taleplerini açıkça dile getirmekten kaçınanlar, bunu “anti-emperyalist” kılıfa büründürerek yeniden üretmektedir. 

Şovenizm bataklığına saplanan TKP, “Ülkemizin Uçurumdan Yuvarlanmasına İzin Vermeyeceğiz” kampanyasıyla sosyal-şovenleri, hatta Kürt düşmanlarını bünyesinde toplamaktadır. Sosyal-şovenlere ve ulusalcı sola sormak gerekir. Bu düzenin çürümüşlüğünü, baskı rejimini, kayyumları, faşizmi mi Kürt halkına anlatıyorsunuz? O halde neden mücadele alanlarında ortak zeminlerde buluşmuyorsunuz? Ezilen ulusun karşısında, ezen ulusun konfor alanına çekilip bol keseden demagojiler üretmekten başka bir şey yapmıyorsunuz.

Çok açıktır ki bu cenah, Kürt halkının talepleri söz konusu olduğunda milliyetçi reflekslerini gizleyememektedir. Dolayısıyla onları ikna etme uğraşları beyhudedir. Sosyalist hareketin görevi, sosyal-şovenleri ikna etmek değil, teşhir ve mahkûm etmektir. Onurlu barış sürecinde de topyekûn savaş döneminde de Kürt halkının yanında duran gerçek dost sosyalist hareketler bellidir.

TKP’nin Marksizm’le ilişkisi pragmatist ve revizyonist bir zemine yaslanmaktadır. Sınıf mücadelesinden sapmaları, sosyal-şoven çizgilerini yeterince açık etmektedir. Bu nedenle “komünist” ibaresini terk etmeleri, sınıf mücadeleleri açısından en hayırlısı olacaktır. Ayrıca Marksizmi deforme ederek Lenin’in ulusal meseleye dair çözümlemelerini ezbere dayalı kalıplara indirgeyenlere Lenin’in şu sözünü hatırlatmak gerekir: “Finlandiya’ya özgürlüğü reddeden her Rus sosyalisti, şovendir.” (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Sol Yay, s. 182)

Marksizm’in temel tezi uluslar arasında eşitliğe dayanır; aksi yönde gelişmelerde sınıfın kurtuluşu da mümkün değildir. Bu nedenle sınıfsal mücadele ile ulusların eşitliği, Marksistlerin değişmez ilkesel yönelimi olmak zorundadır.

Bugünün devrimci sorumluluğu; düzeni teşhir etmek, sosyal-şoven argümanları çürütmek, Kürt halkının gasp edilen haklarını enternasyonalist bir perspektifle savunmak, otoriterleşmenin önüne set örmek, demokratikleşme mücadelesini yükseltmek ve Kürt halkının yalnız olmadığını açıkça ilan etmektir. Bunun dışında kalanlar, siyaset sahnesinden silinmeye mahkûmdur. Tarihsel deneyimler bunun kanıtıdır.