“Umut”un kullanım değeri

Yoksa biz de “gösteri” dünyasının algı yanıltması yöntemleriyle gerçeği bükmeyi mi tercih ediyoruz?

Ezilenlerin rasyonel aklı günümüzde “hayatta kalmaya”, kimilerinin tabiriyle “günü kurtarmaya” odaklanır. İdeolojilerin öldüğü zaman diliminde, geleceği kurgulamanın gereksizliği ve sonuçsuzluğunda (!); güvencesiz, geleceksiz bırakılmış hayatlarımızda “anı yaşama” “güzelliği” bizim için “bugün ne yiyeceğiz?”, “ay sonunda kirayı ödeyebilecek miyiz?” “avamlığında” yaşanır! Emekçilerin ekonomik kriz, hayat pahalılığı, işsizlik karşısında “kendiliğinden” devrimci bir kopuşu sağlayacak şekilde ayaklanacağını düşünenler bu “avamlığı” anlamayacak kadar “halktan kopuktur”.

Devrimcilerin uzun zamandır emekçi kesimlerle geniş ilişkiler kuramıyor olmasının yarattığı bir sonuçtur bu. Dünya çapında sosyalizmin yaşadığı sorunlar ve bu sorunların Türkiye’deki boyutları biliniyor. Ancak neoliberal politikaların tıkandığı ve kapitalizmin çoklu kriz yaşadığı bugünlerde en çok emekçilerle bağımızın zayıflığı masaya yatırılmalıdır. Hemen hemen tüm devrimci yapılar sınıfsal çelişkilerin daha da belirginlik kazanacağını ve önümüzdeki günlerde sosyalist mücadelenin yükseleceğini öngörüyor. Ancak emekçi kesimlerle bağlarımızın zayıf olması, tespitlerimizi hayata geçirme noktasında en önemli engelimiz olarak duruyor. Biz ne kadar doğru tespitler yaparsak yapalım, emekçilerle kurduğumuz politik bağların zayıflığı bu tespitlerin “teorik” kalmasına, politize olamamasına neden oluyor. “Bu bağları nasıl kurarız, neden kurmakta zorlanıyoruz?” sorularını ciddi ciddi ele alıp harekete geçmediğimizde “dar” kalmaya devam ediyoruz. Belki de bazı ezberlerimizi bozmalıyız. (Meselenin stratejik ve programatik yönleri bu yazının kapsamı dışında kalacaktır.)

Türkiyeli sosyalistlerin bir “akıl verme” hali ve gözlemleyip “tespit yapma” alışkanlığı var. Bu alışkanlık, aydınlanmacı geleneğin günümüzdeki tezahürü olsa gerek. Eşitsiz gelişim koşulları gereği sınıfa bilincin dışarıdan taşınacağı gerçeğini göz ardı etmeden şu kadarını söyleyebiliriz: Bilinç dışarıdan taşınacak da temas etmeden bu nasıl olacak? Ayrıca olaylar olup bittikten sonra ya da olup biterken etkimiz yoksa tespitlerde bulunmak bize ne kazandıracak? Bu anlamda Türkiye Devrimci Hareketinin daha fazla “politize” olmaya ihtiyacı var. Mesela “ekonomik koşullar o kadar kötüye gidiyor ki sınıf buna tepki vermeli” tespiti üzerinden “Genel Grev” çağrısı yapmak apolitik bir yaklaşımdır. “Genel Grevi” örgütleyecek gücümüz ve etkimiz yoksa bu çağrıyı yapmak neye hizmet eder, daha “radikal” görünüp “günü kurtarmamıza” mı?

Faşizmin karşısında emekçilerin seçeneğini yaratmak tartışılırken “işçi hükümeti” kurma çağrısı yapmak neye hizmet eder? Sınıfsal çelişkilerin derinleşeceği ve daha görünür olacağı önümüzdeki günlerde; faşizm ve restorasyon seçeneğine sıkıştırılmaya çalışılan emekçilerin seçeneğini örgütlemenin önünün açılacağı, sosyalizmin kapitalizmin karşısında kurtuluş seçeneği olarak öne çıkacağı çok açık. Bu seçeneğin örgütlenmesi ne parlamentoda sandalye sayısı darlığına ne de hemen “işçi hükümeti” kurmak uçkunluğuna sığmaz. Çok daha uzun ve meşakkatli bir yol var önümüzde. Bu tespiti yapmak “umutsuzluk” olarak algılanabiliyor kimi zaman. Umut; ideolojik, politik ve örgütsel olarak ete kemiğe büründürülmediği zaman hızla umutsuzluğu besler. Emekçi kesimlere umut olmadan, biz bize umut aşılamamız sonucu değiştirmez. Anı yaşayıp, birbirimize gaz verip, olmadığında bir sonraki umut söylemini düşünmek politika yapmak değildir. Devrimci politika değiştirme, dönüştürme gücü oranında gerçek umudu yaratır. Gerçeklikle bağın koparıldığı post-truth çağında (yalan dolan çağı!) biz sosyalistler ne kadar gerçek meselelerle, ne kadar gerçek mücadele yollarıyla başa çıkmaya çalışıyoruz? Yoksa biz de “gösteri” dünyasının algı yanıltması yöntemleriyle gerçeği bükmeyi mi tercih ediyoruz? Gerçeklikten kopmamak ona teslim olmak değildir. Tam tersine onu olduğu gibi görme cesareti gerektirir. Bu cesaret olmadan “imkansızı” başaramayız.

“Umudumuzu kaybetmeyelim, gidecekler, az kaldı, bak ekonomi de çok kötüye gidiyor” deyip sonra da yerinden kımıldamayanlar ise konformist orta sınıf tutumlarına “umut” kılıfı geçirenlerdir. “Zaten gidecekleri” çok açık bir şekilde ortada olsa da yerine ne gelecek, sorusuna cevap üretmek, cevabın kendisini örgütlemek görevinden geri durmak değildir “umutlu” olmak.

Emekçi kesimlerle bağlarımızın kopukluğu da çoğumuz tarafından tespit ediliyor. Ancak bu bağların tekrar kurulabilmesi için önemli eksikliklerden biri meşakkatli bir iş olan örgütlenmeyi ihmal etmemiz. Temsil siyasetiyle, kurduğumuz söylemlerin etkili yollarla ifade edilişiyle alabileceğimiz yol sınırlıdır. MESS sürecinde sendikaların aldığı tutuma tepki olarak greve çıkan işçi yanı başında devrimcileri göremezse; bu süreci örgütleme yol ve yöntemlerini birebir, yan yana, omuz omuza yapamazsak “dışarıdan” verdiğimiz akıl karşılık bulmaz. Evine ekmek götüremeyen işçi-işsiz yanı başında bizi bulmazsa, en fazla öfkeyle sokağa çıkar, belki ilk saldırıda da evine döner, ayakta kalmak için de “başka” yöntemler bulur. Biz de buna “yozlaşma” tespiti yaparız, olur biter! Umut, geniş ezilen kesimlerle birlikte düzenin alternatiflerini örgütleyerek ve talepleri politize ederek büyütülebilir.

Taleplerin politize edilmesi ve etkili bir şekilde devrimci dönüşümün bir parçası haline getirilmesi uzun zamandır başaramadığımız bir seviye. Bunu son zamanlarda en iyi kadın hareketi yapabiliyor. “İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz!” talebi, birlikte mücadeleyle en geniş kesimler tarafından sahiplenildi. Kadınlar olarak sokakları hiç boş bırakmadan, büyük oranda parçalı değil bir arada durarak (ayrı duranları da usturuplu eleştirilerimizle ötekileştirmeden yol alabildik) talebimizi politize edebildik. Sözleşmeden çıkılmış olması kesinlikle yenildiğimiz anlamına gelmiyor. Faşist iktidarın gidiciliği ne kadar kesinse gelecek olanlar kim olursa olsun sözleşmeye yeniden girileceği de o kadar kesin. Peki emekçilerin hangi talebi-hakkı konusunda bu kadar kesin konuşabiliyoruz? “Kadın hareketinin, devrimci dönüşümde yeri nedir?” sorusunun cevabı kadın hareketi yol yürürken sosyalist mücadeleyle karşılıklı etkileşimiyle bulunacaktır. Bir talebi geniş kesimler tarafından sahiplenilir noktaya getirmek politikada bir seviyedir. Onun devrimci dönüşüm mücadelesinde alacağı rol ideolojik ve örgütsel mekanizmalarla gerçekleşebilir.

Emekçiler için 3. seçeneğin örgütlenmesi bugünden yarına kapitalizmin geldiği krizli konakta sosyalist mücadelenin büyütülmesiyle mümkündür. Ne ilk seçimlerde iktidar olacağız ne de yarın devrim yapabileceğiz. Emekçilerin içinde, onlarla en geniş temas noktalarını kurarak, her türlü örgütlenme aracıyla politika yapmamız lazım. Boylu boyunca emekçilerin içinde olmadan ön açıcı taktik ve araçları bulmamız da mümkün değildir. Emekçilerin öfkesinin sosyalist mücadelede ete kemiğe bürünmesi için daha fazla emek, daha fazla örgütlenme, daha fazla politika…