Arkadaşa Notlar | Devrimcilerin ‘çilesi’: Bireyselleşen dünyada örgütlenme
Başarılamayan, dolayısıyla sevilmeyen; sevilmediği için mümkün olduğunca uzak durulan bir iş haline geldi örgütlenme…
Devrim, örgütlü kitlelerin eseridir. Örgütlenme çalışması, devrimci örgütün çalışma alanlarının merkezinde yer alır. Diğer çalışmalar bir biçimde örgütlenmeye hizmet eder, ona tabi olur ve onu güçlendirir. Bütün bunlar, tüm zamanların herkesçe bilinen en genel doğruları…
Günümüz dünyasında durum değişti. Örgütlenme çalışması gözden düştü, çalışmaların en kıyısına kaydı. Yapılan işler, örgütlenme hedefinden koptu; kendi içerisinde yeni anlamlar kazandı ve başarılarının ölçütleri değişti.
Bugünün kadrosu örgütçü değil… İnsanlar örgütlenmeye meyilli değil… “Örgütlenme çalışması çekilecek dert değil…” Gerçekten de devrimci kadronun duygusu böyle. Başarılamayan, dolayısıyla sevilmeyen; sevilmediği için mümkün olduğunca uzak durulan bir iş haline geldi örgütlenme…
Devrimciler, örgütlenme çalışması yürütecekleri alanlara, geçerken uğruyor… Aynı şekilde insanlar, örgütlere geçerken uğruyor… Devrimcilerin halkla kurduğu ilişki, ayaküstü sohbetler seviyesinde… Örgütlenme çalışması esas mesele olmaktan çıktığında, gelinen nokta bu…
Bu denli zor bir bilmece haline gelen ve giderek kronikleşen örgütlenememe halinin nedenlerini salt devrimci kadronun hatasında kusurunda arama darlığına düşmeyeceksek, içerisinde nefes aldığımız dünyaya bakmamız gerekiyor elbette. Zira devrimci kadro kimliğinde bu noktada yaşanan bozulmalar da örgütlenmeyi meşakkatli hale getiren maddi koşullarla doğrudan ilintili.
* * *
Toplumsal yapının tüm veçhelerinde köklü bir dönüşüm yaratan neoliberalizmin en fazla darbelediği alanlardan birisi örgütlülük konusu oldu. Başta işçi sınıfı hareketi olmak üzere tüm mücadele dinamiklerinin kazandırdığı ruhu ve bilinci belleklerden kazımak için muazzam bir ideolojik taarruz yaşandı. Dayanışma, kolektivizm, örgütlenme yerin dibine sokuldu; birey, bireycilik göklere çıkartıldı.
“Bireyselleşmiş toplum”un “özgür” bireyleri… “Tüketim toplumu”nun uysal tüketicileri… “Şeffaflık toplumu”nun gönüllü katılımcıları… Adını ne koyarsanız koyun, nasıl tarif ederseniz edin, “distopyaya dönen yaşamlarda en üste çıkabilmek ya da ayakta kalabilmek için birbirleriyle kıyasıya yarışan bireyler” tablosu, neoliberalizmin başyapıtı olarak ortaya çıktı.
Neoliberal anlayışa göre artık “toplum” diye bir şey yoktur; tek tek “birey”ler vardır. Birey, “insan sermayesi” olarak kendi kendisinin yatırımcısı, kendi kendisinin girişimcisidir ve diğer bireylerle yarış halinde kendi başına bir piyasa aktörüdür. Bu yarışta başarısı ve başarısızlığı kendisine yaptığı yatırımla ilgilidir. Başarısızsa, kendisine yeterli yatırımı yapmadığı içindir; yani sorun kendisindedir…
Bireylere çözülen toplumdan geriye kolektivizm, dayanışma ve dolayısıyla örgütlenme kalmaz. Neoliberal ideolojinin kapitalist düzeni en fazla güçlendiren -ezilen kesimleri de zayıflatan- yanı budur; artık sömürülenlerin kapitalist sistemin başına bela olma ihtimali risk sınırının çok altındadır…
Kapitalizmin gelişiminin sonucu olarak ortaya çıkan metropolleşme olgusunun da örgütlenmeyi oldukça güçleştiren bir yanı vardır. Metropolün devasa/kaotik/akışkan/belirsiz yaşamı, ortak kimlikleri ve dayanışma ilişkilerini sürekli aşındırır. Köy, kasaba ve klasik kentlerdeki akrabalık, hemşerilik, komşuluk, mahallelilik kimlikleri üzerinden geliştirilen dayanışma ağları dağılır. Metropol yaşamının devrimcisi, örgütlenme çalışmasında dünün bu avantajlarından yoksundur.
Aynı şekilde klasik kentlere de belli ölçüde taşınan “Sünni köylerin imecesi, Alevilerin dayanışması” gibi tarih öncesinden gelen ilkel sosyalizm kalıntıları da metropol yaşamının dağıtıcılığı karşısında tutunamaz, çözülür. Devrimci hareketin özellikle kitlesellik kazandığı 60’lar sonrası ikinci döneminde çokça beslendiği bu kaynaklar bugün artık yoktur.
Kapitalizmin gelişimiyle ortadan kalkamayacak olan dinamik, kapitalizmin olmazsa olmazı işçi sınıfı. Fakat neoliberal dönemde -devrimci sosyalist strateji açısından başat olan- bu dinamikte de örgütlenmeyi zorlaştıran yapısal değişimler söz konusu. Üretim süreçlerinin “katı” yapısının esnekleştirilmesi, işçi sınıfını yatay ve dikey eksenlerde parçalıyor. Bu parçalı haliyle -eski yollardan yürünerek- örgütlenemeyen ve kolektif aksiyon yeteneği zayıflayan işçi sınıfı, bireyselleşme sürecini tersine çevirecek bir ağırlık ortaya koyamıyor.
Neoliberal ideolojik hegemonya üzerinden körüklenen bireyselleşmenin sınıflara tercümesinde farklılıklar vardır. Orta sınıf için bireyselleşme, “farklı olmak, özgür olmak, kendi olmak” olarak anlaşılır. Kapitalizmin piramidinin en altında yer alan çoğunluk ise bireyselleşmeyi, “yalnızlık ve çaresizlik” durumu olarak deneyimler. Neoliberal bireyselleşme büyüsü orta sınıfta kırılması zor bir etki yaratırken, en alttakiler için bu söylenemez.
Bireyselleşme, tek başına bir birey olarak ayakta kalabilme koşullarına sahip olunabildiği ölçüde sürdürülebilir. Neoliberalizmin kendi ayakları üzerinde duran “özgür” bireyi, tüketebildiği kadar özgürdür. Kapitalizmde tüketilecek metalara erişebilme şansını sürdürebilenler, bu oyunda kalır.
Tüketim toplumunun gözdesi orta sınıf, tüketebilme şansına çok daha fazla sahip. Fakat neoliberal dönemde işçi sınıfının önemli bir kesimi de tüketici kredileri yoluyla borçlandırılarak bir düzeyde bu oyunda tutulabildi. Epeyce bir işçi evinde -yıllarca sürecek borçları bitene kadar mülkiyeti kendilerine ait olmasa da- neredeyse her şey vardır. Bütün yaşamını mahkûm olduğu bu borçları ödemeye adayan işçinin, kafasını kaldırıp da örgütlü mücadeleye bakacak durumu yoktur. Ücretli kölelik düzeninin zincirleri çok daha sağlamlaştırılmıştır…
Neoliberalizm iflas etti; oyun bitti! Kapitalizmin çok boyutlu krizi ve yarattığı yıkım orta sınıfı da sarsarken, en alttakilerin tek başına ayakta kalabilme şansı bütünüyle sıfırlandı. Uzun bir dönemdir sınıfsal gerilimleri sulandıran kültürel kutuplaşmaların etkisi zayıflıyor. Sınıfsal çelişkiler, olanca ağırlığıyla toplumsal yaşamın ortasına yerleşiyor. Bireysel kurtuluş umudu olmayanların, birbirlerine tutunma arayışı doğal olarak güçleniyor. Örgütlenme çalışmalarının temposunun arttırılmasının gerektiği ve bu noktada sonuç alınabilme zemininin güçlendiği bir tarihsel sayfa açılmış durumda…
Örgütlenmedeki başarısızlığı; hatta başarısızlıktan da öteye neredeyse “örgütlenme çalışmasını sessizce terk edişi” tartışırken, projektörü özne-nesne diyalektiğinin nesnellik tarafına tutmayı tercih ettik. Bugünün dünyasının zorluklarına işaret etmek içindi bu tercih; yoksa devrimcilerin tarihsel rolünü ve sorumluluk yükünü hafifletmek için değil…
Şimdi, bir dönemin kazandırdığı negatif alışkanlıklarla hesaplaşıp örgütlenmeye yüklenmenin zamanı. Bu hesaplaşmada, maddi koşulların bu sefer bizlere yardımcı olacağı bir dönemin de içerisinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Maddi koşulların pozitif etkisi, örgütlenememe sorununu kendiliğinden çözemez. Örgütlenme çalışmasından vazgeçmekten vazgeçmek ve konunun abecesini yeniden hatırlamak gerekiyor…
Öncelikle, çalışma yürütülecek alana “geçerken uğramak” değil, o alanda “boylu boyunca yaşamak” şart. Örgütlenme çalışmasının gerektirdiği 10 birimse, 1 birim olan mesaiyi 2 birime çıkartmak, örgütlenme çalışmasının temposunu yükseltmek anlamına gelmiyor; o alanda boylu boyunca yaşamanınsa kıyısından geçmiyor. Örgütlenme adına yürütülen eğreti çalışmaların haberleştirildiği sosyal medyalık parlak görseller ve “temsili” gezintiler, ne kadar “etkileyici” olurlarsa olsunlar gerçek bir örgütlenme çalışmasının yerini tutmuyor…
Örgütlenme çalışmasının diğer gerek şartı, boylu boyunca yaşanılan alandaki çelişkileri yönetmek ve çözüm gücü olmak. Örgütlenme taktikleri, o alandaki sayısız çelişkiden çıkar gelir ve o çelişkiler de alandaki yaşamın içerisine giren devrimcilerin önüne çok da zorlanılmadan serilir. Zira, yoksul halkımıza bir dokunan bin ah işitir… Devrimci politika, ezilenlerin yaşamlarına dokunmalı, o yaşamlarda değişim yaratmalıdır. Ezilenlerin, parlak sözlerden ve görsel şovlardan öteye, kendilerine nefes aldıracak bu değişimlere öncelikle ihtiyacı vardır. Tarihimizde sosyalistlerin kitlesel bir güç haline geldiği dönemler, devrimcilerin çözüm gücü oluşuna dair sayısız örneklerle doludur.
* * *
Devrimci teori, örgütlenme çalışmasıyla yaşamı dönüştürecek maddi bir güce dönüşür. Havada asılı kalan sözlerin kendi başına bir ağırlığı yoktur. Aynı zamanda teori, yaşamla sıkı bir etkileşime girdiğinde ancak gelişir, yeşerir, yetkinleşir.
Yaşamda dönüşüm yaratan politik müdahale, devrimci kadroyu da muazzam zenginleştirir, geliştirir. Kapitalizmin insanlığı sürüklediği o berbat akıntının tersine kürek çekmek… Böylesi bir tarihsel rol, bir insan için büyük bir hazinedir. Örgütlenme çalışması “çile” olarak algılanmaktan çıkartıldığında bu hazinenin farkına varılabilir.
Bireyselleşen dünya, insanı ve parçası olduğu doğayı mahvetmekten başka bir sonuç yaratmadı. Artık o dünyanın sonuna geldik. Sosyalistlerin yine tüm ezilenlerin kurtuluş umudu olarak büyüyeceği bir tarihsel momentteyiz. Başka bir dünyanın kapısı aralanıyor; o kapıyı ardına kadar açmak için tüm gücümüzle yüklenmeliyiz…