İfşa Sürecinde Bağımsız Kadın Hareketinin Önemi

Cinsel şiddete karşı mücadelemizde, “bütün kadınların, bütün erkeklerle derdinin olduğunu” daha anlaşılır kılabiliriz. Bütün kadınların -sınıfı, milliyeti, dini ne olursu olsun- bütün erkekler tarafından ezildiğini ve bu durumun yarattığı ortak konumlarından dolayı birlikte hareket etme zemininin yaratılabileceğini en iyi cinsel şiddete karşı geliştirebileceğimiz politikalarla, etkinliklerle gösterebiliriz.    

Genel olarak hem dünyada hem bizde, “cinsel taciz ifşalarının kadınların mücadelesini güçlendirdiği; erkek şiddetini geriletecek imkânları ortaya koyduğu” üzerine detaylı değerlendirmeler, tespitler yapıldı, yapılıyor. Yükselen feminist mücadele, taciz konusunda da kadınların gündelik hayatlarına etki edecek değişim ve dönüşümü yaratıyor. Erkeklere egemenliklerini, nüfuzlarını, ayrıcalıklarını, konfor alanlarını kaybettirme potansiyelini, kadınlar dayanışmalarıyla, kolektif olarak harekete geçmeleriyle bir kez daha gösteriyor. Bitmeyen, bitmeyecek olan bir sürecin içindeyiz. Birikimler üzerinde yükselen; ama farklı coğrafyalarda farklı deneyimlere sahne olan; gelecekteki etkisini tahmin edemediğimiz umut, güven dolu bir yolculuğu sürdürüyoruz.

Günümüz açısından cinsel tacize karşı geliştirilen yaklaşımlar içinde, “uzun soluklu, köklü, kalıcı, örgütlü bir mücadele” vurgusunu önemli görüyorum. Hareketin kurumsal yaptırımların oluşmasını sağlaması ya da var olan yaptırımların işlerlik kazanmasının güvencelerinin yaratılması, kazanımlarımız hanesini güçlendirecektir. 2018 yılında bir araya gelen kadın sinemacıların setlerdeki cinsel taciz ve ayrımcılıkla mücadele etmek üzere “#SusmaBitsin” hareketini kurması… En son yaşanan ifşaların kadın yazar, çevirmen ve yayıncıların maruz kaldıkları taciz ve benzeri davranışlara karşı önleyici bir adaletin sağlanması amacıyla PEN Yazarlar Derneği’ne “Onur Komisyonu” kurdurması… Bunlar önemli örnekler.

Sendikalarda, meslek örgütlerinde, siyasi partilerde, kitle örgütlerinde tacize karşı düzenlemelerin hayata geçirilmesi için ısrarcı olmamız gerekiyor.  

Feminist mücadelenin bir birikimi sonucunda, belli başlı üniversitelere “cinsel tacizi önleme yönergeleri” kabul ettirildi. Bütün üniversitelere bu yönergelerin yayılmasının ve işlerlik kazandırılmasının sağlanması önümüzde duruyor.

İstanbul Sözleşmesi’nin etkin uygulanmasının sağlanmasına yönelik mücadele de ayrıca çok önemli.

Çalışma yaşamında, iş yerlerinde tacize yönelik etkin önlemlerin hayata geçirilmesinin sağlanması, caydırıcı yaptırımların kazanılması, önümüzde duran en önemli gündemlerimizden.

Cinsel şiddete karşı yapılacaklar elbette bunlarla sınırlı kalmayacak; “kalıcı kurumsal yaptırımları kazanmanın ve işlerlik kazandırmanın” önemine burada tekrar vurgu yapmak isterim.

Bugün yaşadığımız ifşa sürecinin bir başka boyutunu ele alırsak; bu mesele tekrar kadın hareketindeki farklı yaklaşımları, farklı politikaları açığa çıkardı. İlk olarak Sevda Karaca Evrensel Gazetesi’nde yayınlanan “İfşa: Yöntem, muhteva, olanaklar ve sınırlar” yazısını kaleme aldı. Ardından Hülya Osmanağaoğlu’nun Umut Gazetesi’nde “Cinsel taciz ifşalarının sınıfı ya da feminizm-sınıf mücadelesi ilişkisi” yazısı yayınladı. Umarım bu konu -ve önümüze çıkacak olan daha birçok konu- daha fazla tartışılır; politikalarımızı, yürüdüğümüz yolu, yine birbirimizi güçlendirerek daha fazla önümüzü açacak şekilde netleştiririz. 

Bu yazılara bir sosyalist feminist olarak kısaca değinecek olursam; Sevda’nın başlattığı “sınıf mücadelesi-feminizm ilişkisi” konusundaki tartışmaya Hülya’nın yaptığı değerlendirmelerin yeterli olduğunu düşünüyorum.

Gülnur Acar Savran’ın “Kuramdan Politikaya Feminizm Yazıları” kitabıyla ilgili söyleşisinde ifade ettiği düşünceler, ifşa meselesinde geliştireceğimiz politikalarda aydınlatıcı olabilir. Şunları söyler sevgili Gülnur:

“(K)arşılıksız emeği, kapitalizm ile patriyarkanın bir bütün oluşturmasına yol açan dolayım olarak ele alıyorum: Kapitalizmin zorunlu olarak patriyarkal kapitalizm olmasında karşılıksız emeğin merkezî bir rolü var. Dolayısıyla feminist emek politikaları kapitalizmle bağlantılı olarak geliştirilmek zorunda. Buna karşılık erkek şiddetine karşı ve beden-cinsellikle ilgili feminist politikalar geliştirilirken patriyarkanın kapitalizmle bağlantısından ziyade onun kapitalizm öncesinden gelen sürekliliğinin açığa çıkarılması önemli.”

Gülnur’un “(E)rkek şiddetine karşı ve beden-cinsellikle ilgili feminist politikalar geliştirilirken patriyarkanın kapitalizmle bağlantısından ziyade onun kapitalizm öncesinden gelen sürekliliğinin açığa çıkarılması önemli.” tespitinin altını çiziyorum. Cinsel şiddete karşı mücadelemizde, “bütün kadınların, bütün erkeklerle derdinin olduğunu” daha anlaşılır kılabiliriz. Bütün kadınların -sınıfı, milliyeti, dini ne olursu olsun- bütün erkekler tarafından ezildiğini ve bu durumun yarattığı ortak konumlarından dolayı birlikte hareket etme zemininin yaratılabileceğini en iyi cinsel şiddete karşı geliştirebileceğimiz politikalarla, etkinliklerle gösterebiliriz.

Buradan da örgütlü kadın hareketi olarak “mahallelerde, iş yerlerinde, yerel çalışmalarda bulunmanın; işçi kadınlarla, yoksul kadınlarla bağ kurmanın; genç kadınlara ulaşma çabasının” günümüzde çok değerli olduğunu belirtmek isterim. “Örgütlü, kolektif, istikrarlı bir mücadele hattının örülmesinin gerekliliği konusunun daha çok gündemimize girmesi gerekir” diye düşünüyorum.

“Tarihsel” diyebileceğimiz günleri yaşıyoruz. Dünyada yükselen ve oldukça radikal nitelik de taşıyan bir kadın hareketi var. Aynı zamanda zorlu bir dönemin içindeyiz; faşizm adım adım kurumsallaşıyor, bizde ve pek çok ülkede. “Patriyarkal kapitalizmin eseri olan doğal-insani yıkımın eşiğindeki bir dünyada, yeryüzünün kurtuluşunun öncü gücü neredeyse kadınlar oldu” tespitleri yapılıyor.

Dört bir yanda kadınlar, faşizme ve patriyarkal kapitalizme karşı mücadelelerinde somut kazanımlar elde ediyor. En son Polonya’daki kadınların kürtaj yasasını geri çektirmesi… Şilili feministlerin anayasa yapımı sürecinde belirleyici olmaları… Örnekler çoğalıyor…

Türkiye’de de en canlı mücadele dinamiği kadın hareketi. Cinsel şiddete karşı yaşadığımız bu günler de tarihimizin önemli bir sayfası olacak gibi…

Bu döneme yönelik farklı yaklaşımlarla ilgili bir konuya daha gelirsek; bazı sol ve sosyalist güçlerin ifşa sürecindeki tutumları çok görünür olamadı; bu meseleye dair de birkaç şey söylemek istiyorum.

Aslında yükselen bir kadın hareketi içinde etkinliğini arttırma çabasında olan bazı sol ve sosyalist güçleri zorlayan bir dönemdeyiz. “Kadın kurtuluş mücadelesinin bağımsız hattını görememenin açığa çıkarttığı bir zorlanma” bu yaşanan. Bu durum, döneme dair politikalarda ve pratikte, açıkçası zorlayıcı ve hatta tıkayıcı sonuçlara yol açabiliyor. Bir iki örnek verebilirim bununla ilgili. 5-6 Ocak tarihlerinde “Haklarımız, hayatlarımız, kazanımlarımız bizim” diyen bine yakın kadının gerçekleştirdiği Türkiye Kadın Buluşması’nın ikinci gününde yaşanan tartışmaların, buluşmanın etkisini zayıflatması… 8 Mart mitingi ve 25 Kasım eylemi örgütlenmelerinde yaşananlar… Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun popülist, ilkesiz, ayrıştırıcı durumu çok belirgin zaten…

“Muzaffer Oruçoğlu özür dilesin” kampanyasını başlatan kadın örgütlerinin bağımsız bir mücadele hattına sahip olmadıkları çok açık. Faşizme karşı birleşik mücadelenin örülmesi ile ilgili bir araya gelen yedi kurumun kadın örgütlerinin başlattığı kampanya başarısız ve etkisiz oldu. Aceleye getirilmiş; içeriği, sözü tacize karşı var olan kadın mücadelesinin birikimlerine yaslanamamış; bu önemli eksiklikler kendi aralarında da çatallanmalara yol açmış ve dolayısıyla sol ortamdaki erkeklerin taciz konusunda geriletilmesinin gücünü zayıflatmış bir kampanya yaşandı. Bu zayıflığın, yapısal bir durumdan kaynaklı olduğunu belirtmeliyim. Kadın mücadelesinin bağımsız hattı olmazsa, ne kadar güçlü bir sol-sosyalist hareket olunsa da yine başarılı olunamazdı. Devrim-sosyalizm mücadelesini birlikte verdiğimiz erkeklerden bağımsız bir çizgiye; örgütsel, ideolojik bir ayrılığa sahip olması gerekiyor kadın kurtuluş hareketinin. Sosyalist ve devrimci olduğumuz için tabii ki erkeklerle aynı örgütsel yapı içinde mücadele yürüteceğiz; ama patriyarkaya karşı mücadelenin özneleri olarak bizlerin, biz kadınların iradeleri bağımsız olmalı. Derdimiz bütün erkeklerle dedik ya…  Ayşe Düzkan’ın da ifade ettiği gibi “aynı yastığa baş koyduklarımızla da, kalbimizi hoplatanlarla da, ağabeylerimizle de, kardeşlerimizle de, babalarımızla da.”  Ve ben ekleyeyim;  erkek yoldaşlarımızla da…  

Kadın mücadelesi çok canlı, çok dinamik, çok zengin ve çok boyutlu şekilde büyüyor. Karşılıklı eleştirilerimiz, farklı yaklaşımlarımızı tartışmamız; tüm farklılıklarımızla, çoğulculuğumuzla bir araya gelmemize, birlikte hareket etmemize ve güçlenmemize hizmet edecektir.