Asgari Değil İnsanca Yaşam

Asgari ücret tartışmasını güvencesizlerden ve işsizlerden bağımsız ele almamız bizi statükocu bir konuma iter. Asgari ücrete erişemeyen 13 milyona yakın kişi olduğunu görüyoruz. Bu 13 milyon emekçiyi görmeyen her yaklaşım ciddi problemler barındırmaktadır.

Bütçe ve asgari ücret tartışmaları ekonomik kriz ve pandemi koşullarında daha da önemli bir hale geldi.

2008’den bu yana başa çıkılamayan ekonomik kriz siyasal sonuçlarıyla da önemli bir yer edinmişken üstüne pandemi başladı. Geniş emekçi kesimler ne olduğunu anlamaya çalışırken bir anda “hastalıktan mı korunalım açlıktan mı” ikileminde buldu kendini. Bir kısmı hiçbir sağlık tedbirinin alınmadığı fabrikalarda çalışmaya zorlanırken önemli bir kısmı da güvencesiz olduğu için açlığa mahkûm edildi. Neoliberal politikaların sonucu olarak işsizliğin kalıcılaşması, güvencesiz çalışmanın yaygınlaşması girdabına itilen emekçilerin koşulları pandemiyle birlikte katlanılamaz bir hâl aldı.

Ülkemizde asgari ücret tartışmaları her zaman geniş emekçi kesimler için önemli bir başlık olmuştur. Çünkü asgari ücrete yapılan artış oranı memur maaş artış oranı gibi pek çok kalemi de belirlemektedir.

Türkiye’de asgari ücret giderek ortalama ücret haline gelmiştir. Ülkemizde asgari ücret civarında çalışanların oranı yüzde 57 iken bu oran AB ülkeleri içinde en yüksek oranla Romanya’da yüzde 21, mesela komşumuz Yunanistan’da yüzde 4’dür. Ne kadar vahim bir tablo.

Meseleye bir de reel ücret üzerinden baktığımızda tablo daha da vahim bir hal alıyor. 2005’te yıllık asgari ücretle 31,5 cumhuriyet altını alınabiliyorken 2020’de 10 cumhuriyet altını alınabilmektedir.

Ancak asgari ücret tartışmasını güvencesizlerden ve işsizlerden bağımsız ele almamız bizi statükocu bir konuma iter.

DİSK-AR’ın son araştırmasına göre ülkede yüzde 17 oranla 3,3 milyon kişi asgari ücretin altında çalışıyor. Bu oran kadınlarda yüzde 25’i buluyor. Bunlara 9,5 milyonu bulan işsiz sayısı eklenince asgari ücrete erişemeyen 13 milyona yakın kişi olduğunu görüyoruz. Bu 13 milyon emekçiyi görmeyen her yaklaşım ciddi problemler barındırmaktadır.

Pandemiyle mücadelede yapıl(a)mayan tam kapanmanın bedelini binlerce canımızla ödüyoruz. “Çarklar dönsün” diye biz ölüyoruz, aç kalıyoruz. Tam kapanmanın ancak gelir güvencesi ile sağlanabileceği açıktır. Bundan kaçınan iktidar binlerce emekçinin ölmesinde sakınca görmemektedir.

Bu koşullarda gelir güvencesi talebi her zamankinden daha elzemdir. Asgari ücretin vergiden muaf tutulması ne kadar meşru bir talepse işsizlere, güvencesizlere gelir güvencesi talebi de en az onun kadar meşrudur.

Patronlara destek olarak sunulan Kısa Çalışma Ödeneği’ni bile bizden kesilenlerle biriken İşsizlik Fonu’ndan finanse edip “kaynak yok” diyenlere de hemen kaynak gösterelim: Geçen ve önceki yıllarda kamu-özel işbirliği anlaşması yoluyla verilen geçiş garantileri ve hasta garantileri nedeniyle Karayolları 14 milyar, Sağlık Bakanlığı 16,4 milyar ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bütçesine 0,5 milyar olmak üzere 2021 yılında 31 milyar dolar ödenecek. Bu düzenlemeyle dolar kuru her 10 kuruş arttığında halkın sırtındaki yük 14,6 milyar dolar artmaktadır. Sırf bu parayla bile 523 bin vatandaşa net asgari ücret ödenebilir.

Bir diğer kaynak servet vergisi olabilir. En son Arjantin’de tek seferlik servet vergisi kanunlaştı. Vergiden elde edilen gelirin %20’si Covid-19 ile savaşmak için tıbbi malzemeler almak, %20’si küçük ve orta ölçekli işletmelere yardım sağlamak, %20’si öğrencilere burs vermek, %15’i yoksul mahalleleri desteklemek, kalan % 25’i ise yerel doğal gaz sektörünün gelişmesine yardımcı olmak için kullanılacak.* Olmaz demeyin, kapitalist bir ülkede bile pekâlâ olabiliyor.

*karsimahalle.org, Servet vergisi tartışmaları | Arjantin’de yasalaştı, Britanya’da uzmanlar hükümete çağrıda bulundu, Şeriban Alkış, 10 Aralık 2020