Türk’e sökmez hiçbir tehdit, illet; işbu tehlikeden de sıyrılmasını bilir bizim millet – Hıfzı Süha Ölçer
Merhaba, ehlen ve sehlen ey canlar ve dahi cânanlar!
Ne hudutları, ne insanlığın başına belâ olan azgın krallar, padişahlar ve sultanları, ne de Müslüman-Hıristiyan, inanan veya inanmayanları kat’iyen tınmayan; yoksul yahut varlıklı, kara derili, beyaz tenli, sarı benizli bilcümle iki ayaklılara musallat olup kırıp geçen salgın illetler ve dahi tabiî felâketler karşısında bana mısın demeden meydan okuyan ol şu yerli ve millî kullar öyle başıboş, sahipsiz, çaresiz değil. Abdestsiz dışarı çıkıvermedikleri işbu kara parçasını en kahraman, lâyüs’el, koskoca cihana bedel, selvi boylu bir âdem-i beşer idare ediyor. Ay-yıldızlı bir bayrak dalgalanmak; kabiliyetsiz, kifayetsiz bir sürü ahmak tükürükler saçarak ha bire kabarıp durmak, sorgusuz sualsiz cihada koşmak, hasım diye her kim işaret ediliyor ise onun üzerine hışımla atlamak içün hafiften bir rüzgârın esmesini bekliyor, a cancağızlarım!
Zikre durup, tespih çekerek; ilâ-yı kelimetullâh, şah-ı cihan Receb Tayyibullah aşkına tekbirler getirerek; en gerilerde kalmış, akılla, vicdanla irtibatını koparmış dogmaların haricindeki bütün ileri, nuranî fikirlere boş vererek; almış ele arsızlığı, en doğrusu, en üstünü benim diye geçinerek, şaha kalkan; karada, havada, deryalarda, hatta ve hatta fezada bile bütün dengeleri tersyüz eden ol şu muhafazakâr dindar kullar, iyi ki varlar.
İşbu Allahlık mübarekler olmasa idi, memleketi yağmalayan bir önceki uğursuz, hırsızları fersah fersah geride bırakan Anadolu’nun yağız anamalları türemeyecek, tek farkları açıktan kadeh yuvarlamak olan kaymak tabakanın yerini alamayacaktı. Devlet nezdinde pek itibarsız, bir vakitler en büyük tehlike sayılan mütedeyyin ana-babanın evlatları, kendilerinden bin beter mağdur ve mazlumlar ordusu yaratan ırkçı, ayrımcı, zalim, despot bir siyasetin tatbikçisi olmayı başaramayacaklardı. Güya sulh dininin müdafileri kendi aralarında bile mezhep, meşrep, ton farkına tahammül etmeksizin, dost kıtlığına uğrayıp, saat başı haricî ve dâhilî düşmanlar yaratmaktaki emsalsiz hünerlerini gösterme fırsatını bulamayacaklardı. Reisü’l cebbâr, İmam-Hatipli ol zât-ı muhterem başa gelmeseydi eğer, yüksek yüksek tepelere saraylar, binalar konduran, lafta mütevazı maneviyat simsarları artık uçan kuşlara da malûm ol şu ibretlik hallerini sergileme imkânına kavuşamayacaklardı.
Mamafih, ezanı, bayrağı, kılıçlı-kanlı maziyi büyük bir iftiharla dilinden düşürmeyen Osmanlı muhibbanı tosunlar tahtı ele geçirmeseydi, herkesle birlik ve dirlik içerisinde paylaşıp bölüşmeye ehemmiyet veren; bir canlı, bir insan olmayı her şeyden üstün tutan; sevgi, hürmet ve merhametle, neş’e ve sevinçle dolu olan; cem-i cümle ol şu fani âlem ilkel dürtülere, hırsa kapılmasa, sulha inansa, hayat bayram olsa diyerek, tebaayı kışkırtan hak âşığı mecnunlardan geçilmeyecekti. Kulluk-kölelik zincirini kırıp atanlar haysiyetli ve daha mes’ut yaşayacak, bu kafayla gidilir ise hepimize çok yazık olacak, aklını başına al, insafa gel ey muhterem, çağrılarıyla fitne çıkaran dinsiz imansızlar, çukurun da çukuru işbu nizamın temellerini kökünden sarsarak, bilâhare muzaffer oluverecekti.
Lâkin şöyle bir ayağa kalkınca kâinatın selâma durduğu Türklüğün şanı yüce azametine ve dahi bir üfürüğüyle bütün kefere-i fecerenin elini kolunu bağlayan Müslümanlığın gücüne can-ı gönülden iman etmiş mümtaz şahsiyetlerin himmet ve gayretiyle; cehalete müptelâ uyurgezer milletin, kaşları çatık ceberut devletin, bilhassa yobazlık abidesi ol şu çapsız muktedir dümbeleklerin müzmin muhaliflerine zinhar fırsat tanınmamıştır. Allahü teâlânın; gerici istibdadın ağır baskısı altında bunalmış, ufku kararmış, basireti bağlanmış ol şu aziz vatanı görünür görünmez her nevi kaza, belâ, hastalık, afet, nazar ve şerlerden muhafaza buyurması içün en yüksek derecede hassasiyet gösterilmiş, yatsı ezanının hemen akabinde minarelerden bangır bangır dualar edilmiştir.
Nitekim memleket ahalisi birbirine hasım kesilip aradaki bağlar zayıflasa; adalet, emniyet ve huzur kalmasa; alttaki uyusa, üstteki abuk sabuk bir yol tuttursa; hakikate mani olup, zırvalar uydurulsa; iyiler sopadan geçirilip, kötülere her imkân sunulsa; medenîlik ve ilmîlik hor görülerek, bedevîlik ve cehalete bütün kapılar sonuna kadar açılsa; hurafeci, bağnaz, şedit, sapık tipler alabildiğine kudursa; uğruna nice güneşler batsa da bu hilâl hiçbir vakit oradan inmeyecek. İşbu alîl ve rezil vaziyetten kurtuluşun reçetesini hazırlayıp, yobazlık mikrobuna daimî harb ilân eden gafillerin tamamının hakkından gelinecek. Hak-hukuk tanımaz haris kullardan kaynaklı musibetlere boynunu bükerek, tevekkülle karşılayan; açlık, yoksulluk, sefalet ve rezalete pik yaptıran sessiz yığınlar sayesindedir ki, bu gemi yürüyecek, önüne duranları sürükleyip götürecek, biiznillâh!
Biricik gururumuz, yüceler yücesi, en büyük putumuz devlet-i âliyyenin bekasını teminle devamlı surette baskı, zulüm ve kıyımlarda bulunmak; hâlâ efsanevî bir direnç gösteren, hürriyete şartlanmış şarklı asileri münhasıran sıkı gözetim altında tutmak, hapse atmak ve dahi iradelerini kırmak maksadıyla istilacı bir mantık ve zorbalıkla kayyımlar atamak esastır. Bunun içün, bütün bir cihana şimşek gibi yayılarak beşeriyeti kasıp kavuran ol şu virüs de bir lütuftur, gayri.
Millî dayanışmanın, koyunları bile hayretlere gark eden sürü itaatkârlığının her zamankinden daha fazla ehemmiyet arz ettiği işbu aralıkta, her ne pahasına olursa olsun dimdik dur ayakta. Biz bize kâfiyiz ey ahali, kâfirlere inat yeni bir destan yaz vurdumduymazlık ve dahi aymazlıkta. Ol şu mübarek topraklara daha fazla bulaştırma sakın, bolca dua ile sabret dursun bu arsızca salgın. Yeryüzünde Allah diyen, okunmuş şekerlerden yiyen bir tek Müslüman kaldığı müddetçe kıyamet kopmaz, korkma bre ey şaşkın! Binâenaleyh, Türk’e sökmez hiçbir tehdit, illet; işbu tehlikeden de sıyrılmasını bilir bizim millet!