Koronavirüs ile savaş silahları: Bilim, teknik, disiplin, güven ve şeffaflık – Ayşe Tansever
Virüsün çıktığı alanda hemen hemen tüm halkın testten geçirilmesi virüse karşı savaşta gereklidir.
Tüm dünyada ve özellikle ABD ve AB’de koronavirüs yayılımını sürdürüyor. Bu iki kıtada koronavirüse yakalanan sayısı Çin’deki vakaları geçmiş durumda. O günden beri ardı ardına önlemler açıklanıyor. Tüm dünya iktidarları da Çin ve başka ülkelerdeki önlemler ışığında ve her ülkenin ekonomik sosyal durumuna göre soruna çözümler getirmeye çalışıyor.
Sonunda Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da ülkemizde koronavirüsün görüldüğünü açıkladı. Belki de açıklamak zorunda kaldı, çünkü artık ülkemizde olmadığı inandırıcılığını yitirmişti. Bizim ülkemizde son günlerde alınan önlemler iki ülke deneyi ışığında yerinde ve yeterli midir sorusuna bir göz atmak istiyoruz.
Geçen hafta Al Jazeera web sitesinde çıkan bir yazı İtalya ve Güney Kore uygulamalarını karşılaştırıyor. İki ülkedeki benzerlikleri anlatıyor. İkisinde de virüs aynı zamanlarda yani ocak ayı sonunda görülüyor. Diğer bir benzerlik de virüsün iki ülkenin de metropollerinde değil orta boy kasabalarında ortaya çıkması.
İtalya başta virüsün çıktığı kasabada yoğun bir teste başlıyor ama sonra sırf riskli olanları testten geçiriyor. Daha sonra da bir takım korunma önlemleri ile işi oluruna bırakıyor. Halkın uyacağını düşünüyor. Oysa Güney Kore aksine testleri yoğunlaştırarak hemen hemen herkesi tarıyor. Günde 40 bine yakın test yaptığı oluyor. Kasabayı kuşatıp sıkı bir denetime alıyor. Ve sonuç bilindiği gibi: İtalya’da koronavirüs tüm ülkeye yayıldı, ülke karantina altında. Sınırları kapatıldı, sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ölen kişi sayısı 1500 civarında, her gün yüzlerce artıyor. Virüse yakalananlar da birkaç gün önce 12 bin civarındaydı. Tüm hastaneler dolu. Başka hastalıklara ancak yer olursa, ki olmuyor, bakılabiliyor. Avrupa’nın en felaket ülkesi oldu. Komşusu İspanya’da da durum aynı noktaya doğru ilerliyor. Fransa’nın da sırada olduğu söyleniyor.
Ama Güney Kore, İtalya’nın izlediği yolu izlemedi ve 222 bin insana test yaptıktan sonra iyi bir tecrit politikası vesaire uyguladı ve apayrı bir sonuca vardı: 8000 virüslü hasta var, ölen kişi sayısı ise 72. İtalya’dan çok daha başarılı bir sonuç. Bu arada bizim bildiğimiz Çin de aynı şekilde bir mücadele verdi.
Yazıdan bizim çıkarttığımız birinci sonuç virüsün çıktığı alanda hemen hemen tüm halkın testten geçirilmesi virüse karşı savaşta gereklidir. Koronavirüs ile mücadelenin en önemli önlemi testtir. Çünkü bu virüs şimdiye kadar görülen virüslerin en çabuk yayılanıdır. Hiçbir sınır tanımıyor ve yayılması görülmemiş bir hızda. Bununla dövüşmek için virüs bulaşmış insanları tespit etmek ve derhal onları karantinaya alıp yayılmasını engellemelidir.
Bu çerçevede ülkemize baktığımızda sonumuzun İtalya ve belki de daha kötü olma olasılığını taşıdığını söyleyebiliriz. Sağlık Bakanı’nın bugün yaptığı açıklamaya göre ülkemizde başta tek bir laboratuvar vardı. Sonra bu altıya çıkarıldı, şimdi de on yediye çıkarılmaya çalışılıyor. Bu hali ile bu sayıda laboratuvarın yeterli olduğunu söylemek imkânsızdır. Test sonucu genelde 15 ile 30 dakika içinde alınabilirken bizde birkaç günü buluyormuş. Bu hız ile koronavirüsün yayılma hızı ile boy ölçüşmek imkânsızdır. Ülkemizde hem laboratuvarlar yetersiz hem de bunu yapabilme olanakları kısıtlıdır. Ayrıca Tabipler Odası’nın televizyon programlarında yaptığı açıklamalara göre tüm ülke halkını test edecek malzeme yoktur. Seçilerek yapılması gerekir ki bu da baştan bir handikap. Bu açıdan ülkemizde virüsü baştan Güney Kore gibi tespit edip yayılmasını engellemenin bu teknik ve malzeme ortamında olası görmek zordur.
İkinci bir sonuç daha çıkarmak mümkün. İtalya hem daha az insanda test yapıyor hem de kasabada büyük bir önlem almıyor. İnsanlara dikkat etmeleri gerekliliği uyarısında bulunuyor. Birbirleriyle çok temas etmemeleri, kalabalık yerlere gitmemelerini öneriyor. Yani bilinen gerekli uyarıları yapıyor ama işi halkın kendi disiplinine bırakıyor. İtalyanlar malum daha güncel yaşayan, sosyal yaşamları güçlü Akdeniz insanları. Onlar da normal yaşam biçimlerini sürdürüyorlar. Bilimsel davranmıyorlar. Halklar tüm Batı’da zaten bu virüsü çok ciddiye almadılar ve belki şimdi yavaş yavaş özel durumlar ilan edilmesi ile biraz değişmeye başladı.
Güney Kore ise yüz binlerce insanı test edip potansiyel virüs taşıyıcıları belirledikten sonra onları kendi hallerinde bırakmıyor, sıkı bir denetim altına alıyor. Çin örneğinde olduğu gibi bu bölgeyi kuşatıyor ve bir çeşit sıkıyönetim ilan ediyor. Devlet yasa çıkarıp hükümete bazı kişisel bilgilere erişebilme yetkisini tanıyor. Mobil telefonları ve uydu teknolojisini kullanıyorlar. CCTV yani kapalı devre TV kanalları, kameralar ile halk izleniyor. Ayrıca alıcılarla virüslü kişilerin telefonlarının ve arabaların nerelerde olduğu denetleniyor. Kredi kartı ile yapılan alışverişleri izleyerek virüs taşıyanların nerelerde dolaşıp, neler yaptıklarını, kimlerle temas ettikleri, nerelerde oldukları sürekli denetim altında tutuluyor. Yani İtalya’da yapıldığı gibi işi bireylerin disiplinine bırakmıyorlar, denetliyorlar.
Bu kadar denetimden sonra başka bir özellik çok önemli: şeffaflık. Güney Kore iktidarı her şeyi anı anına basın yolu ile halka açıklıyor. Böylece virüslü kişilerle karşılaşmış, teması olanlar, aile bireyleri de gelip test yaptırmaya çağrılıyor ya da yaptırmaya zorlanıyor. İnsanların bir hastalık belirtisi hissetmiyorlarsa genellikle test yaptırmaktan kaçınmalarına ya da temaslarını gizleme özelliğine fırsat vermiyor. Devlet virüsü denetleme disiplinini halkın kendisine, oluruna bırakmıyor. Ciddi bir şekilde işi ele alıyor. Bir anlamda virüsü bir dedektif gibi takip ediyor. Başka insanlara yayılmadan yok etmeye çalışıyor. Sonuçta ülkede virüs denetim altına alınmış. Oysa bunları yapmayan İtalya şimdi tam zıttı bir durumdadır.
Sonuçta, Güney Kore’de, evet, Batı’nın bireysel özgürlük adını yakıştırdığı insan hakları kısıtlanmış oluyor. Devlet her şeyi denetliyor, izliyor ve bir otoriterlik var. Ama bu önlemlerin sonuçları an be an halka açıklanıyor. Şöyle de diyebiliriz: otoriter bir şeffaflık. Birincisi otoriterlik ama ikincisi şeffaflık. Şeffaflık ise halkın devletine güvenmesini sağlıyor. Her açıklanan haber, her yeni bilgi halkı disipline davet ediyor. Halk devletin ne yaptığını görüyor, kendisi için olumlu olduğunu anlıyor. Halk devletine güveniyor ve söylenenlere uyuyor. Böylece bir disiplin sağlanıyor. Devlet otoritesini suistimal etmiyor. Gerçekleri gizlemiyor, eksiklerini, yanlışlarını anlatıyor ve düzeltmeye çalışıyor ve de sonra bunları gene açıklıyor. Şeffaflık ile halkın güvenini kazanıyor. Böyle karşılıklı bir işbirliği kuruluyor diyebiliriz. Sonuçta da virüsün yayılması denetim altına alınıyor.
Ülkemizde durum nasıl? İlk olarak halkımızın disiplini var mı? Devletin uyarılarını dinler mi? Hiç sanmıyoruz. Genel olarak halkımızda disiplin yoktur ama belki korku gelişiyor. Ve de ona karşı iktidar güçleri panikten uzak durulması önerisi yapıyorlar.
Sağlık Bakanlığı’nın son açıklamalarından anladığımız kadarıyla bu konuda iş halkın kendi disiplinine bırakılmayacaktır. Bugün lokantalar, kafeler, kültür ve eğlence merkezleri gibi insanların birlikte olacağı yerlerin kapanacağı açıklandı. Çeşitli ülkelerden gelişler kaldırıldı. Bizim anladığımız devlet bu konuda Güney Kore gibi sıkı bir denetleme getirecektir.
Devletin Güney Kore’deki gibi denetleme teknik gücü var mıdır? Bize göre fazlasıyla vardır. Devlet bugüne kadar bu yeteneğini genellikle halkların mücadelesini bastırmak için kullanmış olsa da çok gelişkin izleme tekniklerine sahiptir. Bu salgında bu tekniğin ne kadar halkın çıkarlarına kullanılacağı şüphe götürür.
Belki buradan İtalya ve Güney Kore derslerinden çıkarılacak üçüncü sonuca geçebiliriz. Fakat Güney Kore halkı ve onun örnek aldığı Çin halkı devletlerine güveniyorlar. Devletin bu denetim ve otoritesini gerçekten onun sağlığını güvence altına almak için kullanacağından eminler. Zaten devlet de şeffaf davranarak bu konuda halkı son gelişmelerden doğru bir şekilde bilgilendiriyor. Devlet ve halk arasında bir işbirliği, güven ilişkisi kurulmuş durumda.
Ama bizde bu konuda eksiklikler, çarpıklıklar var. Şeffaflık yok. Halkların devlete de güveni yok. Bizde politik amaçlarla yıllardır iktidarlar kendi bireysel, politik çıkarları için devlet otoritesini halka karşı kullanmışlardır. Onun bilgilerini ona karşı kullanmışladır. Halkın devlete, iktidara güveni kalmamıştır. Bu özellikle AKP iktidarı döneminde gelişmiştir.
Örnekleyelim, Sağlık Bakanlığı’nın ülkemizde virüs olduğu açıklamalarından çok önceleri virüsün olup AKP iktidarının bunu bazı çıkarlar için gizlediği söyleniyordu. Turizmin aksamaması, yeterli bilgi ve teknik ellerinde olmadığı ya da başka gerekçelerle açıklanmadığı söylendi. Şimdilerde de sayıların doğru söylenmediği, halkı korkutmamak için sayının gizlendiği bilgisi sosyal medyada dolaşıyor. Doğru olmayabilir. Ama devletin halktan gerçekleri sakladığı, yalan söylediği bilinci kitlelerin içinde o kadar yer etmiştir ki her şeye şüphe ile bakılıyor. Halkın çoğunun bu iktidara güveni eksiktir ya da kalmamıştır. Gerçeklerin kendinden gizlenip yalan söylenmesine alışmıştır. Güven için şeffaflık gerekir. Devlet yapısı böyle kokuşmuş olunca vatandaşı ona güvenmez. Tepedeki çarpıklık aşağıda halkların içinde yalan, dolan, sahtekarlık olarak bulaşır.
Devlete güvensizlik, onun şeffaf olmaması, şimdiye kadar yaşanan yalan dolanlar ve çıkar etrafında bir döngü devletin koronavirüs ile mücadelesinde de sorunlara yol açacak gibidir. Tıbbı madde ve donanım eksikliği, şimdiye kadar sağlık harcamalarında kesintiler, birçok devlet hastanesinin yetersiz, bakımsız oluşu, bir kısmının özelleştirilmesi hepsi şimdi virüse karşı savaşta sorunlar olarak karşımıza dikilecektir. Birçok eksiklikler, yetersizlikler olacaktır. Bizce halklar da bunu hissediyorlar. Ayrıca bunların özelleştirilmiş olması virüs ile savaşta kendini daha da hissettirecektir. O nedenle toplumda geleceğe karşı bir güvensizlik vardır. Bu da virüsün denetim altına alınmasında bir engel olacaktır.
Bir de bu savaşın ekonomik maliyeti çok yüksektir. Yalnız sağlık açısından değil kapalı kalacak işyerleri ve çalışamayacak kitleler hep birer ekonomik eksiklik demektir. Hükümetin kasası da şimdiye kadarki hesapsızlıklardan boş durumdadır. Halkların bu konuda da iktidara bir güvenleri yoktur. Var olan yoksullar ordusuna virüs savaşı ile yenileri eklenecektir. Yoksulların aç kalmaya devam etmek yerine virüsü yayıcı hareketlerde bulunması büyük olasılıktır.
Belki Sağlık Bakanlığı’nın şimdiye kadarki açıklamaları Güney Kore örneğini anımsatmaktadır. Ancak bizim geçmişimiz dikkate alınırsa oradaki gibi sonuç vererek virüse karşı savaşı ucuz atlatmamız pek olası gözükmüyor. Ama biz geçen yazımızda söylediğimiz gibi virüsün tüm dünyayı altüst etme özelliği şimdiden gözükmeye başladı ve bu virüs büyük şeylere muktedir gibi geliyor.