Virüse Çare mi Virüs mü Çare? – Ayşe Tansever
Bu arsız virüs diğerlerinden farklı olarak yoksul ülkeler kadar kapitalist merkezleri de çok etkileyecek gibi gözüküyor. Zaten yıllardır kemer sıkmalarla, sosyal harcamaları kesilmiş halkları bu virüs sistemlerine başka gözle bakmaya yönlendirebilir.
Koronavirüsün en önemli özelliği hızlı yayılmasıdır. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) açıkladığı gibi de hiçbir ülke kendisini korumada hissetmemelidir. Sonuçta Türkiye’de de virüsün olduğu açıklandı. Virüs bulaşan ve ölen sayıları her gün değişiyor. Son CNN haberlerine göre 115 bin insana virüs bulaşmış ve 4 bin 200 kişi ölmüş durumda. DSÖ en sonunda koronavirüs salgınını dünya insanı için bir tehdit olarak kabul etti.
DSÖ tehlikeye karşı dünya ülkelerini iş birliğine, dayanışmaya çağırıyor. Yani şu küçücük gözle görülmeyen tehlikenin eğer 1918’lerdeki İspanya gribi gibi milyonlarca can alması istenmiyorsa herkes el ele vermelidir. En büyük değer olan insan canı ve sağlığı konusuna gereken önemi vermeliyiz. Tüm değerler, kaynaklar bu virüs ile dövüşmeye seferber edilmelidir.
Ancak bildiğimiz gibi kapitalizmin, özellikle neoliberalizmin birçok konuda sınırları vardır. O nedenle bu sistem içinde virüs ile dövüşmenin nasıl bir şey olacağını yaşayacağız. İnsanlık önünde büyük bir sınav duruyor.
Bir iki örnek sıralayalım.
İlk olarak virüsle savaş için silah yani ona karşı bir ilaç ve aşı geliştirilmesi gerekiyor. Bilim insanlarının harıl harıl bu konuda çalıştıkları haberleri geliyor. Mart başında Çin, ABD ve AB devlet ve özel sektör laboratuvarlarının büyük bir olasılıkla nisan ayına kadar bir aşı ya da ilaç bulacağı umutları yayıldı. Çeşitli laboratuvarlardaki bulguların paylaşılması, birbirlerine iletilmesi, bilimsel dayanışma yapılması istendi. DSÖ da buna parmak bastı. Ama işte kapitalizmin sınırları var: kâr. Özellikle ABD’deki özel laboratuvarlar ve Obama döneminde kurulan devlet laboratuvarlarının bilgilerini vermedikleri haberleri geldi. İlaç şirketleri olası bir buluşu özel kâr amaçlı kullanma derdindeler. Nasıl birkaç yıl önce insanları domuz gribi, kuş gribi tehdidi ile korkutup yığınla ilaç ve aşı sattılarsa bu kez de koronavirüs salgını ile ceplerini doldurmak derdindeler. Dünyanın en büyük birkaç ilaç şirketi de aşı bulmanın uzun araştırma ve büyük maliyetli bir iş olduğunu açıklayarak bu konuda bir çalışma yürütmeyeceklerini açıkladılar. Doğru mudur, yoksa bilgi paylaşmamaya gerekçe midir, bilinmez. Yani kapitalist dünya için insan canı para getirmeyecekse değerli değildir. Bilgi paylaşımı insanca davranışlara kapalıdır. İş birliği, dayanışma değil, önemli olan rekabet ve bilgilerin gizli tutulup özel çıkar için kullanılmasıdır.
Aynı şeyi şimdi var olan virüsten korunma malzemeleri için de söylemek mümkündür. Virüs testleri, koruma eldivenleri, sağlık personelinin kullandığı maskeler, dezenfekte ilaçları, kullanılabilecek başka ilaçlar vesaire birden yok satmaya başladı, fiyatları misliyle arttı. Baş önlem olarak bireysel hijyenden söz ediliyor ama artık yoksul kesimlerin maske ya da dezenfeksiyon ürünleri alması zorlaşmaktadır. Parası olan, bulabilen alacaktır. Yani insan sağlığını düşünmek değil virüsten kâr etme mantığı devreye girdi. Ama şu düşünülmüyor. Maskeler insanları virüsten korumaz. Hastalığa yakalananların hastalığı yaymasını engelleyeceği söyleniyor. O zaman parası olup maske, koruyucu alanlar da korunmuyorlar, bireysellik yetmiyor. Ancak yoksul ve virüslü olanları korursak virüsten kurtulabiliriz. O zaman dayanışma, gelir dağılımı eşitliği ve karaborsa ile savaş gerekiyor.
Salgının dünyaya yayılması ve Çin ekonomisinde yarattığı sorunlardan öğrenilenler ışığında kapitalist ülke devletleri hemen sermaye sınıfından yana önlemler almaya başladılar. Dünya Merkez Bankası salgın nedeniyle ekonomileri dar boğaza girecek ülkelere düşük faizli 12 milyar dolarlık kredi ayırdığı açıklamasını yaptı. Ardından da IMF kredi ayırdığını açıkladı. Ekonomik olarak zora düşen iktidarlara ya da şirketlere bir takım yardım olanakları düşünülüyor. Ama devrede düşük de olsa yine faizler vardır. Dünya Bankası küresel bir dünya anlayışı, yani dünya ekonomisinin birbirine bağlılığını göz önüne alarak dönen ekonomik çarkın aksamasına karşı önlem almak gerekliliğini düşünmüştür. Herhangi bir ülkeden gelen ara maddesinin virüs engeline takılıp, büyük bir olasılıkla da merkez ülke ekonomisine sekte vurmasını önleme amaçlıdır.
Hemen arkasından ABD Merkez Bankası zamanından iki hafta önce faiz oranlarını yeniden düzenleyerek düşürdü. Bu da ABD şirketlerinin virüsten ekonomik zarar görmelerini engelleyerek genel olarak ekonomiyi rayında tutma amacı taşımaktadır. Parlamentolar vergi erteleme ve düşürme önerilerini gündemlerine aldılar. Yani nasıl 2008 krizinde bankalar ve büyük emlak şirketleri kurtarıldı ise şimdi de yine sermaye çevreleri ilk düşünülen kesimler olmaktadır. Ne pahasına olursa olsun kapitalist sistemin aksamaması, virüsten darbe almaması için önlemler hemen açıklandı. Baş öncelik insan değildir.
Elbette hayat devam ettiği ve insanların tüketim ihtiyaçları ortadan kalkmadığına göre ekonomilerin aksamaması, bu çarkın dönmesi önemlidir. Ama bir de işin içinde sağlık koşulları ile direkt temasta olan insan varlığı vardır.
Virüsün altta yoksul kesimlere, çalışan halk kitlelerine vereceği zarara yönelik alınan önlemler ise virüsün insandan insana bulaşıp yayılmasını önleyici uygulamalardır. Bu doğrultuda ilk orta ve yüksek eğitim alanları, çeşitli spor tesisi ve karşılaşmalar, kültürel etkinlikler kapatılıyor ya da faaliyetlerine kısıtlamalar getiriliyor. İnsanların bir arada olmaması ve evlerinde kalmaları isteniyor. İnsanların bir araya geldiği restoran, disko gibi yerler kapatılıyor ya da korkudan insanlar gitmemeye başlıyorlar. Hatta fabrikalarda çalışma koşulları, vardiyalar değiştiriliyor. İşçiler virüs testi yapmaya zorlanıyor, evden çalışmaları isteniyor ya da hiç işe gelmemeleri söyleniyor. Bazı fabrikalar tamamen kapatılıyor.
Fabrika kapatma ve çeşitli etkinliklerin yasaklanmasının elbette sermaye sınıflarına getireceği maddi zararlar vardır. Bu doğrultuda çeşitli Avrupa iktidarları krediler, yardımlar açıklıyorlar, belirli yardım fonlarının oluşturulduğu söyleniyor. Vergilerin borçların ertelenmesi düşünülüyor.
Peki buralarda çalışan eğitim, kültür personeli ya da restoran, fabrika gibi yerlerde çalışanların işe gitmemeleri durumunda ne olacak? Bunlar ücretlerini, maaşlarını alabilecekler mi? Bazı Avrupa ülkelerinde hastalık güvenceleri var. Ama kültür, spor, sanatçılar, restoran vesaire gibi küçük işletmelerin çoğunda güvencesiz işçi çalışır. Saat ücreti ile çalışıyorlar. Bunların gelir kayıpları karşılanacak mıdır? Elbette ki hayır. Hatta bazı işverenler korona nedeni ile hasta olanların kayıp iş günlerini karşılamamak için girişimler yapıyorlar. Okullar, kreşler kapanınca çocuklara kim bakacak? Çalışan anneler evde kaldıklarında para alabilecekler mi? Ya da işe gelinmemesi ön görüldüğü, evde kalınması önerildiği durumlarda ne olacak? İşçiler keyiflerinden değil, devlet güvenlik önlemi olarak iş yerine gitmediklerinde ne olacaktır?
İsviçre İşverenler Federasyonu çalışılmadığında işçilere ücret ödenmeyeceğini açıkladı. Arkasından hemen sendikalar bu konuda toplantıya çağrıldı. İngiltere yetkilileri ise virüs nedeniyle işe gitmeme durumunda işçilere bir ödeme yapılmayacağı açıklamasını yaptı. Peki günlük yaşayan, kredi borcu olan ve koronavirüs nedeniyle iş yeri kapanan ya da çalışamayan kitleler, küçük esnaf ne yapacak? Ne yiyip ne içecek? Kapitalist sistem için çalışan kitlelerin kurtarılması bir konu değildir. Onlar tepeden sermaye çevrelerine yardım edecektir. Nasılsa aşağıda çalışacak çok insan vardır. Onlar bedel ödesinler, önemi yoktur. Ama bu mantık bu virüse geçmiyor. Bu çalışamayan, yoksul, hastalanmış kitleler düşünülmediği, bakılmadığı zaman bu virüs zenginlere, varlıklılara bedel ödettirecektir.
Bu konu koronavirüsün çalışan kesimlerde doğurduğu gelir kaybıdır. İşin bir de gider yönüne bakmak yararlı olacaktır. Korona testini yaptırmanın maliyeti nedir? Sonrasında hasta olmak, gerekli ilaç gereçleri alıp karantinada kalmanın bedelleri sağlık sigortaları tarafından karşılanacak mıdır? Bazı ülkelerde insanlar sigortalıdır. Ama örneğin ABD’de sağlık sigortası paralı olup özel isteğe bağlıdır. Elbette sigorta yaptırmayanlar sağlıklarına güvendikleri için değil bu masrafı karşılayamayacaklarından sigorta yaptırmazlar. ABD’den gelen son haberlerde korona virüs testinin bedeli birkaç bin doları bulmaktadır. ABD vatandaşlarının %80’inin bu masrafları karşılayamayacağı yazılıyor. Parası olanlar özel hastanelerde güzel güzel bakılabilir ama yoksul kesimler paraları olmadığı için test bile yaptıramayacaklardır. Hasta hasta işe gitmeye çalışacaklardır çünkü çalışmadıkları gün için hiçbir ücret alamayacaklardır. Böyle bir güvence ABD’de yoktur. Virüs taşıyanlar çalışacak ve ortalıkta virüs yaymaya devam edecektir. Hastalıkla para pul düşünmeden ortak mücadele edilmeksizin bu virüs yenilemeyeceğe benzemektedir.
Öte yandan bildiğimiz gibi yıllardır neoliberal politikalar ile sosyal güvenceler kısıldı ve sağlık alt yapı kaynakları bakımsız kaldı. Yeni hastaneler, bakım evleri yapılmadı. Ya da bir kısmı özelleştirildi. Birçok ilaç vesaire bedelleri hastalara yüklendi. Hastaneler çok büyük kitlelere bakmak zorunda kaldı ve kalite düştü. Şimdiki koronavirüse karşı çoğu devlet hastanelerinde bu yükü kaldıracak malzeme olmadığı açıklanıyor. Bu sadece Türkiye için değil tüm AB ülkeleri için geçerlidir. Bulaşma riski altında bu kalabalık hastanelerde sıralar, kuyruklar hastalığın bulaşmasını hızlandıracaktır. Devletler bu durumda ne önlemler düşünüyorlar? Doktorlar ve hemşireler ağır yük altındalar. ABD Hemşireler Birliği Sendikaları hastanelerin ancak %30’unda salgına karşı yeterli önlem ve malzeme olduğunu açıkladılar. AB’nin bile birçok hastanesi böyle bir salgına hazır değildir. Zengin ve herkesin sağlık sigortası altında olduğu İsviçre gibi bir ülkede bile sağlık sigortaları bir salgın karşısında virüsün yol açtığı bedeli ödemeyeceklerini, devletin ödemesi gerektiğini açıkladılar. Koronavirüs salgınını normal bir epidemi olarak kabul etmiyorlar. İspanya, İtalya, Yunanistan hatta Fransa gibi ülkelerde bile sağlık sigortaları bu yükü kaldırabilecek durumda değildir. Ayrıca her gün artan hasta sayısı sağlık personelini de hasta yapmaktadır. Giderek daha az personel ile giderek daha çok hasta bakılması durumu ile karşı karşıya kalınıyor. Sermaye çevrelerine kredi açan bankalar ya da fon ayıran devletler zaten yoksul, şimdi de çalışamayan ya da işi askıya alındığı için geliri olmayan kitlelere yönelik hiçbir önlem açıklamıyorlar. Onlara ayrılan bir fon veya ne bireysel olarak ne de devlet eliyle yapılabilecekler konularında tam bir suskunluk vardır. Gelecek günlerde bu patlamalara yol açabilir.
Hele hele bizim gibi yoksul ülkeler, yoksul Asya, Afrika ve Latin Amerika ülke halkları ne yapacaktır? Yıllardır kapitalist sömürü altında bu ülkelerin sosyal hakları yok gibidir. Geçtiğimiz yıllarda ortaya çıkan Ebola krizinde adını hatırlamadığımız bir Afrika ülkesinde doktorlar hem deneysizdi hem de sayıları hastalara göre azdı. Kübalı doktorlar yardıma gitmişti. Şimdi bu ülkelere korona salgını geldiğinde ne olacağını düşünmek bile korkunçtur. Dünya Bankası’ndan kredi bulabilirlerse bunları yine dışarıdan pahalı pahalı alacakları ilaç ve malzemeye yatırıp ilaç tekellerine kâr olarak geri vereceklerdir. Kaybolacak canlar bir yana ülkelerin yeniden borç yükü altına girmesi, yoksullaşması yaşanacaktır. Sonra yine bu çok girişkin virüs, oralardan merkezlere yayılmayı bir şekilde sürdürebilir.
Koronavirüsün ortaya çıkardığı başka sorunlar da vardır. Örneğin göçmenler sorunu. Biliyoruz, bunlar kamplarda ya da çok güvencesiz koşullarda yaşıyorlar. Bu göçmenlerin yaşadığı alanlara virüsün girmeyeceğinin garantisi nedir? Hatta bu yazıyı kaleme aldığımızda Yunanistan’da bir kampta görüldüğü haberi çıktı. O zaman ne olacaktır? Hadi bu milyonlarca kişinin insan olduğunu unuttuk diyelim ama koronavirüs sınırlanamıyor. Kampların etrafını kuşatmak işe yaramayacaktır. Göçmen sorununu bir şekilde çözmeden salgın krizini zararsız atlatmak düşünülemez.
Kapitalizmin elinde zengin teknik bilgi ve donanım vardır. Söylemiyorlar ama “Çin koronavirüs ile mücadelede Küba tekniğini kullanıyor.” diyor1 Kübalı BioCubaFarma Başkanı. Belki kendileri bir şeyler geliştirirler ve dünyamız bir salgın felaketini daha derinleşip can kaybı artmadan atlatacaktır. Ancak DSÖ bu virüsün Ebola, SARS gibi salgınlardan daha az ölümcül olmasına rağmen yayılma hızının şimdiye kadar bilinen en yüksek salgın olduğunu açıkladı. Yayılmasını önlemenin yolu da yoksul kesimleri düşünmek, onların gelir dağılımını göz önüne alıp bu süreçte sağlık ve ekonomik destek vermekten geçiyor. Yani dayanışma, yardımlaşma, eşitlik, şeffaflık, demokrasi gibi artık kapitalizmin kireçleşmiş özellikleri biraz olsun esnemeden bu salgının atlatılması olanaksız gibi görünüyor. Tekniğin bir yerde işe yaramadığı noktalar yaşanabilir.
Bu arsız virüs diğerlerinden farklı olarak yoksul ülkeler kadar kapitalist merkezleri de çok etkileyecek gibi gözüküyor. Zaten yıllardır kemer sıkmalarla, sosyal harcamaları kesilmiş halkları bu virüs sistemlerine başka gözle bakmaya yönlendirebilir. Kapitalizmin kâr tutkusu karşısına eşitlikçi, adil, insanca duyguları dayatabilirler. Bu arsız küçücük virüs insanlara başka düşünmeyi öğretip bir ufuk açar mı acaba? Kurtuluşumuzun virüse kaldığı noktaya gelmedik ama ne diyelim, belki de bir el verir. Sağlıklı koronavirüssüz günler olsun.
1 teleSUR, “’Coronavirus Kills Slowly, Is Highly Invasive’: Cuban Expert”, erişim 10 Mart 2020, https://www.telesurenglish.net/news/Coronavirus-Kills-Slowly-Is-Highly-Invasive-Cuban-Expert-20200310-0019.html